Makale

DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULUNDAN

DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULUNDAN

Maddi çıkarlar elde etmek için boşanmak caiz midir?

Aile ve evlilik ciddi bir müessesedir. Bir kimsenin dünyevi bazı kazançlar elde etmek için nikâhı suiistimal etmesi doğru bir davranış değildir. Mesela bir kişinin, yurt dışında çalışabilmek için oturum izni almak maksadıyla bulunduğu yerin vatandaşlarından birisi ile formalite evliliği yapması veya vefat eden babasının emekli maaşından yararlanmak üzere eşinden mahkeme kararıyla boşanması nikâhın suiistimal edilmesinin örneklerindendir.
Yanlış ve yalan beyanlarla elde edilen kazanç, haksız bir kazançtır. Haksız yollarla elde edilen kazanç ise haramdır.
Bu gibi durumlarda mahkeme yoluyla boşanan eşler, dini hükümlere göre bir bain talakla boşanmış olurlar. Evliliklerini devam ettirmek istemeleri hâlinde, daha önce başka bir boşama olmamış ise, yeni bir nikâh kıydırmaları gerekir.

Fakihlerin çoğunluğu, vadeli satış ile borç (karz) akdinde, bedel olarak belirlenen para birimi yerine, ödeme tarihindeki kuru esas alarak farklı bir para biriminin-mesela borç olarak alınan altın paranın yerine gümüş paranın -ödenmesini caiz görmüşlerdir.
İbn Ömer’den (r.a.) şöyle rivayet edilmiştir: “Baki’de deve satardım; deveyi (bazen) dinar (altın para) karşılığında satar, dirhem (gümüş para) alır; (bazen de) dirhem karşılığı satar, dinar alırdım. (Sattığımda) dirhemin yerine dinarı alır ve satın aldığımda da dinar yerine dirhem verirdim. Sonra Rasulüllah’a (s.a.s.) gidip ‘Ya Rasulallah, müsaade eder misin, sana bir şey soracağım. Ben (bir malı) dirhem mukabilinde satıp, dinar alıyorum. Bunun yerine altının yerine gümüşü alıp veriyorum’ dedim. Rasulüllah (s.a.s.); ‘Aranızda (ödenmemiş) bir şey kalmadıkça o günün rayici ile (birinin yerine ötekini) almanda mahzur yoktur.’ Buyurdu.” (Ebu Davud, Buyu’, 14.)
Buna göre mesela, vadeli bir satış veya borç (karz) akdine konu olan 1500 TL bedelin zimmette borç olarak kalmak üzere piyasada geçerli olan günlük kur üzerinden 1000 $ ile geri ödenmesi, her iki tarafın da rızasının olması kaydıyla caizdir.

İnternetten program, yazılım, kitap, müzik vb. indirmek ve bunları kullanmak helal midir?
Başkasının emeğini gasp anlamına gelecek her iş, tutum ve davranış, kul hakkı sorumluluğunu gerektirir. Bu sorumluluk ise, söz konusu hak sahibine iade edilmedikçe veya helallik alınmadıkça ortadan kalkmaz.
İslam emeğe büyük değer verir, haksız kazanca karşı çıkar. Kur’an-ı Kerim’de: “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm, 53/39.) buyurulur. Hz. Peygamber de (s.a.s.) emeğin hakkının verilmesini değişik hadisleriyle ifade etmişlerdir. Bunlardan birinde “Hiçbir kimse, elinin emeği ile kazandığını yemekten daha hayırlı bir kazanç yememiştir. Allah’ın Peygamberi Davud da kendi elinin emeğini yerdi.” (Buhari, Büyu’, 15.) buyurmuşlardır.
Teknolojinin geliştiği, insan emeğinin çok değişik şekil ve ortamlarda tezahür ettiği günümüzde aynı ölçüde hak ve emek ihlalleri söz konusu olmaktadır. Bu hak ihlalleri elektronik ve bilgisayar dünyasında da yaşanmaktadır. Bu tür haksız davranışlar sadece bireylerin hakkını gasp etmiş olmamakta, aynı zamanda, o alanlarda emek harcayan insanların yeni ürünler üretme konusundaki şevkini kırmakta, bu da geniş anlamda kamu hakkı ihlaline dönüşmektedir.
Bu sebeple birer emek mahsulü olarak internet ortamına geçirilmiş olan her türlü program, yazılım, kitap müzik vb. ürünleri ilgililerin izni olmadan elde edip kullanmak caiz değildir.

Kardeşlerden bazıları babanın mülkünden yararlanırken diğerlerinin bundan mahrum olmaları halinde ne yapılmalıdır?
Bir babanın çocukları arasında adil davranması dinimizin gereğidir. Bu nedenle sahip olunan imkânların çocuklara paylaştırılmasında veya onlara sunulmasında çocukların konum ve durumları belirleyici değildir. Önemli olan onlara adaletle davranılmasıdır. Ayrıca bir baba sahip olduğu mal veya mülkünü çocuklarına dağıtmak zorunda değildir. Şu kadar var ki baba çocuklarına evlenmelerinde, eğitimlerinde ve iş kurmalarında yardımcı olur.
Şayet baba kendi irade ve isteğiyle mal veya mülkünden çocuklarına aktaracaksa, o zaman adil davranması gerekir. Sahabeden Beşir b. Sa’d, oğlu Nu’man’a bir hibede bulunmak istediğinde eşi Hz. Peygamber’i (s.a.s.) buna şahit tutmasını ister. Beşir bunun için Rasul-i Ekrem’e (s.a.s.) gelir ve olayı anlatır. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Öteki çocuklarına da bir şey bağışladın mı? “ diye sorar. Hayır cevabını alınca da şöyle buyurur: “Allah’a karşı sorumluluk bilinci içinde olun ve çocuklarınız arasında adaletli davranın.” (Buhari, Hibe, 12-13; Müslim Hibat, 13.) Hz. Peygamber (s.a.s.)’in bu ifadesinden sonra Beşir b. Sa’d hibesinden dönmüştür. (Müslim Hibat, 13.)
Buna göre; babanın, kardeşlerden bazılarının zihnen veya bedenen engelli olması ya da diğer kardeşlerine nazaran daha çok yardıma muhtaç olması gibi haklı bir gerekçe olmadan çocuklarından bir kısmını malından faydalandırıp, diğer bir kısmını da faydalandırmaması uygun değildir. Uygun olan, eşitliği gözet

Nişanlıların rahat görüşebilmek için nikâh kıymaları uygun mudur?
Evlenmeyi diğer akitlerden ayıran özelliklerden bir tanesi bu akitten önce genellikle bir nişanlanma döneminin geçirilmesidir. Taraflar bu süreç içinde birbirlerini daha iyi tanımakta, karşılıklı hediyeler alınıp verilmektedir.
Bu dönemde nişanlıların İslami örtünmeyi gözetmek, başkalarının göremeyeceği bir tarzda yalnız kalmamak gibi dinî ölçülere uygun olarak, birbirlerini daha yakından tanımak amacıyla görüşüp konuşmalarında bir sakınca yoktur.
Fakat nişanlıların flört etmeleri, dost hayatı yaşamaları, dedikoduya mahal verecek şekilde baş başa kalmaları, öpüşmeleri, el ele tutuşmaları ve benzeri İslam’ın onaylamadığı davranışlardan uzak durmaları gerekir. (Tirmizi, Fiten 7; Müsned, I, 26.)
Günümüzde gençler, gerek velilerinden izinsiz gerekse velilerin izni dahilinde nişanlılık döneminde güya dini hassasiyetleri gözetmek adına “dinî nikâh” yapmakta ve sonuçta hiç de arzu edilmeyen üzücü hadiseler meydana gelmektedir.
Bu tür olayların yaşanmaması için yapılan akitlerin mutlaka kayıt altına alınıp hukuki güvenceye kavuşturulması gerekir. Çünkü dindar olduğunu söyleyen gençler veya aileleri resmî tescilin olmadığı durumlarda aralarında akdedildiği ifade edilen akitleri inkar etmekte ve taraflardan biri ve genellikle kız tarafı mağdur duruma düşmektedir. Böylece, dinimizin nikâhtan gözettiği ulvi gaye gerçekleşmek şöyle dursun, insanlar din adına birbirlerine zulmeder hâle gelmektedirler.
Nikah kıyıldığında dinen evlilik hayatı başlar ve karı-koca arasında mehir, nafaka, miras gibi birtakım haklar ve sorumluluklar tahakkuk eder. Günümüzde bu haklar, evlilik resmen tescil ettirilmeksizin korunamadığından, evlenecek kişilerin “resmî nikâh” kıyılmadan ‘dinî nikâh’ kıydırmaları kanunen yasak olduğu gibi, dinen de doğru değildir.
Bu itibarla, adayların İslami ölçülere riayet ederek nişanlılık dönemini geçirmeleri, evlenmeye kesin karar vermedikçe resmî veya dinî denilen nikâhı geçekleştirmemeleri uygun olur.