Makale

Türkiye’nin mazlum misafirleri: SURİYELİ MÜLTECİLER

Türkiye’nin mazlum misafirleri: SURİYELİ MÜLTECİLER

Av. Halim YILMAZ
MAZLUMDER Genel Başkan Yard.

Türkiye 2011 yılı Mayıs ayından itibaren Suriye’deki savaştan kaçan mültecilere kapılarını açmış ve kamplar inşa etmeye başlamıştır. Bugüne kadar Türkiye’ye yaklaşık 2 milyona yakın Suriyeli mültecinin geldiği tahmin edilmektedir.

HİCRET VE MÜLTECİLİK
İnsanların zorunlu nedenlerle başka diyarlara göç etmesi insanlık tarihiyle yaşıttır. Peygamberler tarihi âdeta göçün, hicretin, mülteciliğin tarihidir. Hicret, Muhacir ve Ensar kavramları İslam tarihinin en önemli kavramlarındandır. Habeşistan ve Medine’ye yapılan hicretler, İslamiyet’in gelişip neşvünema bulmasına vesile olmuştur.
Günümüz dünyasında savaşlar, işgaller, silahlı çatışmalar, zulümler, baskıcı rejimler nedeniyle her yıl yüzbinlerce insan mülteci durumuna düşmektedir. Hâlen dünya üzerinde 50 milyondan fazla insan mülteci durumundadır.
Göç ve mültecilik suç değildir; tamamen insani bir durumdur. Herkes bir gün mülteci olabilir. İnsanlar, zorunlu nedenlerle, hayatta kalabilmek ve hayatına devam edebilmek için daha güvenli yerlere göç etmek zorunda kalmaktadırlar. Açlık, yoksulluk, iş bulabilmek, eğitimine devam edebilmek için veya farklı çeşitli sebeplerle insanlar başka şehirlere ve ülkelere göç etmektedirler. Mültecilik ise daha dar hukuki bir kavram olarak; ırk, din, milliyet, siyasi görüş veya toplumsal bir sınıfa mensup olmaktan dolayı zulüm görmek veya bu zulüm korkusu nedeniyle vatandaşı olduğu ülkeden başka bir ülkeye sığınmayı ifade etmektedir.
İnsanlar zulme maruz kaldıklarında, inandıkları gibi yaşama imkânları kalmamışsa, özgürlükleri üzerinde baskı varsa, başka yerlere göç etmeleri en insani ve doğal haklarıdır. Müslümanlar açısından zülüm olan yerden başka yere hicret etmek bir sorumluluktur. Çünkü Allah’ın arzı, yani “yeryüzü geniştir” (Nisa, 97/98.)
Göçü, sadece güvenlik meselesi olarak görmek, çok dar bir bakış açısı olur. Gelişmiş ülkeler göç planlaması yaparlar ve göçten faydalanırlar. Devletler bakımından önemli olan göç hareketlerini düzenlemek, planlamak ve bundan faydalanabilmektir. Bu durumda göçlerin getirdiği fırsatlardan yararlanma (beyin göçünden faydalanma, kültürel çoğulculuk vs.) imkânı bulunabilir. Örneğin ülkemize sığınan Suriyeli öğretmen ve akademisyenlerden faydalanılması, özellikle de imam-hatip okullarında ve ilahiyat fakültelerinde Arapça eğitimi için istihdam edilmesi, hem daha iyi bir Arapça eğitimi sağlayabilecek, hem de mülteci olarak ülkemizde bulunan bu kişiler, daha normal bir hayat sürdürme imkânı bulabileceklerdir. İyi bir Arapça eğitimin sağlanması ile daha iyi bir dinî eğitim sağlanması ve Türkiye’nin Arap dünyası ile daha iyi bir iletişimi kolay hale gelecektir.
Türkiye, günümüzde, Suriye’den gelen mültecilerle birlikte, tarihî öneme sahip büyük kitlesel göçlerden birine daha ev sahipliği yapmaktadır. Esasen, Anadolu toprakları, eskiden beri göç almış veya göç yolu üzerinde olmuştur. Osmanlı’nın toprak kaybetmesi ve yıkılması sırasında Balkanlar ve Kafkaslardan gelen Müslüman topluluklar Anadolu’ya göç etmişlerdir. Osmanlıya sığınanlar sadece Müslüman topluluklarla sınırlı değildir; Endülüs’ten gelen Yahudilere, daha sonra Macar mültecilere, Polonyalılara, 1917’lerde ise Beyaz Rus mültecilere ev sahipliği yapmıştır. Cumhuriyet döneminde, Yugoslavya’dan gelen mültecilere, 1988 Halepçe’de kimyasal katliamlardan ve 1991’de Körfez Savaşı nedeniyle Saddam’dan kaçan Iraklı Kürtlere ve nispeten az sayıda Türkmenlere, 1989’da Bulgaristan’dan gelen 310 bin civarında Türk’e, 1994’te Bosna savaşından kaçan mültecilere, 1999’da Kosovalı göçmenlere ve yine aynı yıl Çeçenistan’dan gelen mültecilere ev sahipliği yapmıştır.
Ülkemizde Suriyeli mülteciler dışında kalan, sayıları 100 bine yakın Asya ve Afrika ülkelerinden gelen geçici konumdaki mültecilere de ev sahipliği yapmaya devam etmektedir. Afganistan, İran, Irak, Somali, Özbekistan, Bangladeş, Doğu Türkistan, Somali, Eritre gibi çoğu Müslüman olan ülkelerdeki zulümlerden kaçan bu mülteciler; ülkemizde Avrupa dışından gelenlerin mülteci olarak kabul edilmemesi (mültecilere kalıcı çözüm sağlanmaması) nedeniyle Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) kanalıyla güvenli başka ülkelere gitmeye çalışmaktadırlar.
Suriye’de savaş ve mülteciler
2011 yılı başlarında Tunus’ta başlayan “Arap Baharı” olarak adlandırılan toplumsal olaylarla birlikte birçok ülkede farklı şekil ve boyutlarda protesto ve gösteriler geç de olsa Suriye’yi de etkiledi. Suriye bu olaylarda en geç etkilenen ülke olmasına karşılık, ülkede devam eden silahlı çatışmalar, savaş uçaklarından atılan varil bombaları, kimyasal silahların kullanılması, farklı silahlı grupların arasında silahlı çatışmaların devam etmesi nedeniyle tarihin en büyük trajedilerinden birisine dönüşmüş durumdadır. Suriye rejiminin sivillere yönelik bombardımanları ve katliamları ile ülkede ne zaman biteceği belli olmayan iç savaş hâlen devam etmektedir. Bugüne kadar savaş nedeniyle iki yüz bine yakın insanın hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. Tüm bu olanlardan, en büyük zararı ise sivil halk görmektedir.
Suriye’de rejimin protesto gösterisi yapan halkın üzerine ateş açması ve her gün çok sayıda insanın öldürülmesi ile birlikte, Suriyeliler 2011 yılı Nisan ayından itibaren komşu ülkelere sığınmaya başladılar. Önce küçük gruplar halinde, komşu ülkeler olan Türkiye, Lübnan ve Ürdün’e sığınan Suriyeli mültecilerin sayısı çatışma ve katliamların artması ile birlikte gittikçe artmış ve milyonlarla ifade edilmeye başlanmıştır.
Suriye’deki yaklaşık 10 milyona yakın insan, savaştan dolayı evini terk etmek ve başka bir yere göç etmek zorunda kalmıştır. Bunların önemli bir kısmı ülke içindeki, bir yerden başka bir yere geçtikleri için ülke içi göç sayılmaktadır. Bunun yarısı, yani yaklaşık 5 milyon insan ise, Suriye sınırlarını aşarak mülteci olmuş ve komşu ülkelerde sığınmacı olmuşlardır.
Suriye’nin küçük komşusu Lübnan’da yaklaşık 2 milyon Suriyeli mülteci yaşamaktadır. Ürdün’de de 1 milyonu aşkın Suriyeli mülteci yaşamaktadır. Suriye’nin doğu komşusu Irak’ta ise çoğunluğu Kürdistan bölgesindeki kamplarda olmak üzere yaklaşık 250 bin mülteci yaşamaktadır. Ayrıca, nispeten az sayıda da olsa imkân bulabilenler Mısır, Libya ve Avrupa ülkelerine sığınmışlardır.
Türkiye 2011 yılı Mayıs ayından itibaren Suriye’deki savaştan kaçan mültecilere kapılarını açmış ve kamplar inşa etmeye başlamıştır. Bugüne kadar Türkiye’ye yaklaşık 2 milyona yakın Suriyeli mültecinin geldiği tahmin edilmektedir. Türkiye’de mültecilerin çoğu Suriye sınırına yakın illerde yaşamaktadır. Hâlen ülkemizdeki kamplarda, AFAD yönetimindeki 22 mülteci kampında yaklaşık 230 bin mülteci barınmaktadır. Önceleri, mülteciler için kampta kalmak zorunlu tutulmuş, ancak sayıları beklenmedik şekilde artınca bu mecburiyet kaldırılmıştır. Bunun dışında kalan 1,5 milyonu aşkın Suriyeli mülteci ise kendi imkânlarıyla veya hayırseverlerin yaşamıyla ayakta durmaya, hayatlarına devam etmeye çalışmaktadırlar. Çoğunluğu Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin gibi illerde yaşamakta, ayrıca İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Konya gibi şehirlerde de yüksek sayıda Suriyeli mülteci nüfusu barınmaktadır.
Ülkemizdeki Suriyeli mülteciler, hukuki olarak “geçici koruma” kapsamındırlar. Yani Suriye’deki savaştan kitlesel olarak kaçmaları ve sayılarının çok yüksek olması nedeniyle, Suriye’den ülkemize sığınan tüm mültecilere geçici hukuksal bir statü tanınmıştır. Geçici koruma statüsü kapsamında bulunan mültecilere sınırlı da olsa bazı haklar tanınmaktadır. Örneğin, geldikleri ülkede durum düzelinceye kadar ülkelerine zorla geri gönderilemezler, sığındıkları ülkede oturma hakkı verilir, ayrıca ülkede kaldıkları sürece bazı sosyal haklara (sağlık, eğitim gibi) erişimleri sağlanır.
Suriyeli mültecilerin insani durumu
Türkiye’de kamplarda yaşayan Suriyeli mültecilerin durumu nispeten iyidir. Özellikle, Ürdün ve Lübnan’dakilere kıyasla daha iyi hizmet verildiği ve daha iyi koşullarda barındırıldıkları ifade edilmektedir. Kamplarda, çadırlarda veya konteynırlarda yaşayan mültecilerin beslenme, eğitim ve sağlık hizmetleri gibi temel ihtiyaçları AFAD tarafından karşılanmaktadır. Kamplarda Kızılay ve insani yardım kuruluşları da mültecilere yardımlar ulaştırmaktadır.
Ancak, mültecilerin çoğunluğu kamp dışında yaşamaktadır. Kamp dışında yaşayanların beslenme, barınma gibi temel insani ihtiyaçlarını kendileri karşılamak zorunda kalmaktadır. Çalışarak ya da hayırsever vatandaşlar ve vakıfların yardımıyla hayatta kalmaya çalışmaktadırlar. Kamp dışında yaşayanlar bakımından çocukların eğitimi, sağlık hizmeti gibi konularda sorunlar yaşanabilmektedir.
Suriyeli mültecilerin yarıdan fazlası çocuktur. Yetişkinlerin ise çoğu kadındır. Bu durum, Suriyeli mültecilerin çoğunun “hassas gruplar” olarak ifade edilen ve özenle davranılması ve korunması gereken insanlardan oluştuğunu göstermektedir.
Yapılması gerekenler
Suriyeli mültecilerin, ülkelerinden ve evlerinden zorlu bir şekilde ayrılmak zorunda kaldıkları, çoğunun ailesinden birini savaşta kaybettiği, evlerinin bombalandığı dikkate alınarak olabildiğince insani bir yaklaşım gösterilmelidir.
Suriyeli mültecilerin durumu, biz yerli olanların, Türkiyeli vatandaşların imtihanıdır. Tarihten örnek verdiğimiz Ensar–Muhacir kavramlarını ne kadar benimsediğimiz, Türkiye’ye sığınan mültecilere yaptıklarımız ve uygulamalarımız ile ortaya çıkacaktır. Çok güzel fedakârlık ve destek örnekleri olduğu gibi, maalesef bazı kötü örnekler de yaşanmaktadır. Özellikle sosyal medya üzerinden, savaş mağduru Suriyeli mültecilere yönelik aşağılayıcı veya hedef gösterici nefret söylemlerine karşı dikkatli olunması gerekir.
2 milyona yakın Suriyeli mülteciden önemli bir kısmı zor şartlar altında ülkemizde hayat mücadelesi vermektedir. Şüphesiz, bu zorlu süreç bir zaman sonra geride kalacaktır. Bu süreçte, bu insanlara gösterdiğimiz olumlu veya olumsuz yaklaşım, Türkiye ve Suriye halklarının geleceğini önemli ölçüde etkileyecektir.
Mültecilerden çok az bir kısmının dilencilik yapması veya başka olumsuz örnekler üzerinden kötülenmesine, siyasi yorumlarla genelleme yapılmasına karşı adil bir duruş sergilemeli ve din, mezhep, etnik köken veya siyasi görüşüne bakılmaksızın tüm mültecilere sahip çıkmalıyız. Zor durumdaki insanlara sahip çıkmak hem insani hem de İslami bir vazifedir.