Makale

Türkiye'de Değişen Dindarlığın Geleceği

Türkiye’de Değişen Dindarlığın Geleceği

Prof. Dr. Recep Şentürk
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniv.

Türkiye’de dindarlık hakkında üç yıl süreyle geniş bir ekiple yürüttüğümüz sosyolojik bir araştırmayı kitaplaştırıp geçen sene yayımladık. (bkz. Bahattin Akşit, Recep Şentürk, Önder Küçükural ve Cengiz Kurtuluş, Türkiye’de Dindarlık: Sosyal Gerilimler Ekseninde İnanç ve Yaşam Biçimleri, İstanbul: İletişim Yayınları 2012.) Bu kitap TÜBİTAK tarafından 3 yıl boyunca desteklenen ve 2008-2011 yılları arasında birçok kent ve köyde gerçekleştirilen bir alan araştırmasının ürünüdür. Kamuoyunda ilgi ile karşılanan ve kısa zamanda ikinci baskısı yapılan bu araştırma, Türkiye’de dindarlığın toplumsal hayatın siyaset, iktisat, bilim, aile, kadın ve eğitim gibi bütün alanlarını etkilediğini ve bütün toplum tabakalarını ve kesimlerini kapsadığını gösterdi. Bununla birlikte araştırma, Türkiye’de dindarlığın tezahürlerinin tek tip olmayıp—siyasi görüş, coğrafi bölge, eğitim ve sosyal tabaka gibi sebeplere bağlı olarak çok çeşitli ve değişken olduğunu da ortaya koydu. Bu yazımda, söz konusu araştırmada değinmediğimiz bir konuyu tartışmak istiyorum: Türkiye’de dindarlığın geleceği.
Çarşaflı yaşlı bir bayan, yanında, orta yaşlı başörtülü ve pardösülü bir hanım ve yanlarında başı açık veya dolama başörtülü ama pardösüsüz genç bir kız... Ya da sakallı takkeli veya sarıklı bir ihtiyar, yanında başı açık sakallı veya sadece bıyıklı orta yaşlı bir bey ve yanlarında ise sakalsız ve bıyıksız bir genç... Bu manzaralar hemen hemen her gün Türkiye’nin şehir ve kasabalarında karşılaştığımız olağan görüntüler. Bu resmi yakından tahlil ettiğimizde, nesiller arasında dindarlığın nasıl kökten bir değişime uğradığını görebiliriz. Bunun zıddı örnekler de bulmak mümkün, önceki neslin dinden uzak olduğu hâlde yeni neslin dindarlaştığı aileler de yok değil. Ama bu yeni dindarlaşan gençlerin dindarlık anlayışı da eskisi gibi değil.
Dindarlığın iki yönü vardır, öz ve şekil. Dolayısıyla Türkiye’de dindarlık hem öz hem şekil olarak sabit durmuyor. Zaten hiçbir çağda ve toplumda da sabit durmamıştır. Türkiye’de sosyal ve kültürel değişimler sürecinde hem öz hem de şekil olarak dindarlık, bundan bir asır öncesine göre çok farklı bir durum arz etmektedir. Eğer günümüzün dindarlığı yüz sene öncesine göre çok değişmişse, geleceğin dindarlığı nasıl olacaktır? Başka bir ifadeyle torunlarımızın dindarlık anlayışı ve uygulaması nasıl olacaktır? Aşağıda, önce günümüzün dindarlığının Cumhuriyet tarihi boyunca neden ve nasıl bir değişime uğradığını ele alacağım. Daha sonra ise, dindarlığın geleceğini tartışacağım.
Osmanlı dindarlığı
Osmanlı tarihi boyunca dindarlığı şekillendiren iki önemli kurum vardı, medrese ve tekke. Bunlardan birincisi örgün eğitim yoluyla, ikincisi de yaygın eğitim yoluyla dindarlığı şekillendiriyordu. Başka bir ifadeyle, medrese havas diye isimlendirilen ulemanın, tekke ise genel olarak her eğitim seviyesinden ve gelir grubundan halkın dindarlık anlayışını ve pratiklerini yönetme işlevini üstlenmişti. Ulemanın çoğunun bir ayağı medresede bir ayağı ise tekkedeydi. Bunlar zahir ve batını birleştiren âlimlerdi. Örnek vermek gerekirse İstanbul’da medfun bulunan, Aziz Mahmut Hüdai, Yahya Efendi, Merkez Efendi ve Sümbül Efendi bunlar arasındadır. Anadolu şehirlerinde de bu tür alimlerin sayısız misalleri vardır. İlim ve irfan sahibi bu âlimler her tabakadan insanla irtibat hâlindeydiler ve genel olarak bütün toplumu irşat ediyorlardı. İlmin beslendiği kurum medrese, irfanın beslendiği kurum ise tekke idi. Örnek dindar insan, ilim ve irfan sahibi olan kişiydi; sadece ilim veya sadece irfan tek başına yeterli görülmezdi. Osmanlı dindarlığı, kendini sosyal ilişkilerde “edep” olarak dışa vuruyordu. Âdeta dindarlık ve edep, müteradif gibiydi ve edep toplumsal hayatta var olmanın ön şartıydı.
Şehirlerdeki medrese ve tekke yanında, köylerde dindarlık eğitimi veren başka bir yaygın eğitim kurumu daha vardı, köy odaları. Köy odaları, köylerde bir önceki neslin dindarlık anlayış ve pratiklerini bir sonraki nesle aktardıkları mekânlar olarak hizmet veriyordu. Köy odalarında genellikle yaşlılar, gençleri sözlü olarak eğitiyorlardı. Genel olarak halkın eğitimini kolaylaştırmak için öğrenilmesi zorunlu bilgiler, 32 farz ve 54 farz şeklinde liste hâline getirilerek çocuk ve gençlere ezberletiliyordu. 32 farz ibadetleri, 54 farz ise sosyal ilişkileri konu ediniyordu. Kur’an ve sünnetten derlenerek bu şekilde listelenip bütün çocuklara ezberletilen ve uygulatılan bu ilkeler, toplumun ortak normatif temelini ve müşterek referans noktasını teşkil ediyordu.
Bütün bunların yanında en önemli yaygın din eğitim kurumu ve dindarlığın öğrenilip yaşandığı alan olarak geniş aileyi zikretmek gerekir. Geleneksel aile yapısında sonradan ortaya çıkan zorunlu eğitimin çocukları ailelerinden uzaklaştırmadığı da hatırda tutulursa çocuklar ilk eğitimleri aileden öğreniyorlardı. Özellikle nesilden nesile, mesela deden toruna, dindarlık anlayış ve pratiklerinin aktarımı bu sayede gerçekleşiyordu.
Dindarlığın habitusu (yaşam alanı) mahalleydi. Mahallede farklı gelir ve eğitim gruplarından insanlar sınıfsız bir toplum oluşturarak birlikte yaşarlar; mahallenin camii ve tekkesindeki birliktelik mahallelinin dindarlığını pekiştirirdi. Mahalleliler, yaşadıkları ortak sosyal mekân olan mahalledeki dinî ve ahlaki hayatı canlı tutmaya özen gösterirlerdi. Özellikle dinî bayramların birlikte kutlanılması, sevinç ve hüznün dinî bir ortamda paylaşılması mahalleli için son derece önemliydi. Böylece mahallede dindarlık konusunda kolektif bir bilinç ve ortak bir edep oluşurdu.
Cumhuriyet dindarlığı
Asırlardır devam eden bu düzen, geçen yüzyılın başında yaşadığımız kültür devrimiyle kesintiye uğramıştır. Özellikle şehir dindarlığı yok denecek kadar çok zayıflatılmıştır. Bununla birlikte merkezi, otoritenin kontrolünün nispeten zayıf olduğu taşrada dindarlık nispeten daha canlı bir şekilde devam etmiştir. Mesela, medrese ve tekke geleneği Karadeniz ve Doğu bölgelerinde hayatiyetini zor şartlar içinde ve kısıntılı imkânlar dâhilinde devam ettirmiştir.
1950’lerden itibaren başlayan demokratikleşme ile birlikte, taşradan merkeze yani büyük şehirlere dindarlık taşınmaya başlamıştır. Ancak günümüzde yeniden merkezden taşraya dindarlık taşınmaktadır, çünkü günümüzde dindarlığın merkezi artık taşra değil şehirlerdir.
Bu dönemde medrese ve tekkeler açılmamıştır ama ortaya yeni din eğitimi kurumları çıkmıştır: Kur’an kursları, İmam Hatip okulları ve liseleri, Yüksek İslam Enstitüleri ve nihayet İlahiyat Fakülteleri. Anayasaya göre hâlâ din eğitimi sadece devlet tarafından verilebilir. Vakıf üniversitelerinin İslami İlimler fakülteleri kurmalarına son dönemde müsaade edilmiştir ama onların da farklı isimler taşısalar bile devlet üniversitelerindeki ilahiyat programını uygulamaları mecburiyeti vardır.
Medrese ilahiyat fakültesinin değil, üniversitenin mukabiliydi; çünkü medresede bütün ilimler, İslam ilmi olarak kabul ediliyor ve İslami bir dünya görüşünden tedris ediliyordu. Türk üniversitesi din eğitimine yer vermeyen bir yaklaşımla kuruldu ancak daha sonra bir şekilde ilahiyat fakültesi açıldı.
Geleneksel eğitim kurumlarından modern eğitim kurumlarına din eğitiminin taşınması veya daha somut bir ifadeyle medreseden ilahiyat fakültelerine geçiş, toplumsal dindarlık açısından bakıldığında, sadece kurumsal bir değişim değil, dinin mahiyeti, yeri ve işlevi ile alakalı hem öz hem de şekil açısından çok önemli bir değişikliktir. Artık dindarlık, bütün bilimlere rengini veren külli bir unsur değil sadece ilahiyat alanına has cüzi bir ögeye dönüşmüştür. İcazet yerine diploma gelmiştir. Din bu sayede, artık akademik bir araştırma alanı hâline dönüşmüştür.
Geleceğin dindarlığı
Günümüzde Türk insanı hızla değişen kültürel, ekonomik ve sosyal şartlarla karşı karşıyadır. Hızlı ve plansız şehirlileşme, kadınların artan bir şekilde modern eğitim ve iş hayatına katılmaları, değişen siyasi iktidarların farklı din eğitimi politikaları yanında din özgürlüğü ve laikliğe farklı yaklaşımları, medyanın ve internetin artan gücü bu değişimler arasındandır.
Elbette sözü edilen eski kurumları ve sosyal şartları geri getirmek mümkün olmadığı gibi, böyle bir çaba doğru da değildir. Ancak, medresenin, tekkenin, köy odasının, mahallenin işlevini görecek kurumlara acil ihtiyaç vardır.
Bütün bunlardan daha önemli olan ise, kaybolan geniş aile kültürüdür. Parçalanan ve kaybolan geniş ailenin kültür aktarımıyla alakalı işlevlerini, giderek artan bir şekilde ticari kurumlar üstlenmektedir. Dede ve büyük annelerle zayıflayan bağların bir sonucu olarak, artık yeni yetişen nesiller aile içinde değil, özellikle anne de çalışıyorsa, ücretle hizmet veren kurumlarda eğitim görmektedir.
Günümüzde dindarlık, tabii bir ortamda aile üyelerinden öğrenilen ve mahallede ortaklaşa tatbik edilen bir hayat tarzı olmak yerine, kreş, anaokulu ve kurslar gibi hususi kurumlarda ücretiyle öğrenilen ve özel hayatta uygulanan bir davranış tarzı hâline dönüşmektedir.
Sosyal değişim bu istikamette devam ederse, geleceğin dindarlığı herhâlde böyle olacaktır; bireysel ve özel alana hapsolmuş. Hâlbuki İslam toplumsal bir dindir; bu nedenle bireyselleşme ve özelleşme hem öz hem de şekil bakımından bu güne kadarkinden çok farklı bir dindarlık ortaya çıkaracaktır. Dinin toplumsal hayattan çekildiği bir durumda, toplumsal alana küresel şirketlerin dayattığı tüketim kültürü ve medya hâkim olacaktır. Sonuç olarak, asırlardır dindarların sosyal hayat ve ilişkilerini yönlendiren ve bizim de önceki nesillerden tevarüs ettiğimizden çok farklı yeni bir “edep” ortaya çıkacaktır.