Makale

Dünyayı imar etmek

BAŞYAZI

Dünyayı imar etmek


Kerim Kitabımızda insanoğlunun yaratılış gayesini, hayatın nihai anlamını açıkça ifade eden pek çok ayet vardır. Bunlardan birisi bütün insanlığı birlikte ilgilendirir: “O sizi yeryüzünden (topraktan) yarattı ve sizden yeryüzünü imar etmenizi istedi.” (Hud, 61.) Bu ayet başta Ragıp el-İsfahani olmak üzere pek çok İslam bilgini tarafından müstakil eserlerde ele alınmış, bilhassa Farabi ve İbn-i Haldun gibi filozoflara ilham kaynağı olmuştur.
İnsanoğluna dünya hayatında bahşedilen zaman dilimine “ömür” denilmiştir. Ömür, imar ile aynı kökten gelir. İmar ile geçmeyen ömür, ömür değildir. İmar ile geçmeyen ömür mamur olamaz. Resul-i Ekrem’in buyurduğuna göre, kıyamet gününde insanın sorguya çekilmeden yerinden kımıldamayacağı hususların başında, gençliğini nerede çürüttün, gelir. Kişiye “ömrünü nerede/ne yaparak geçirdin” diye sorulacaktır. Farabi’nin “Erdemliler Şehri”/el-Medinetü’l-Fadıla’daki ifadesine göre her fert mimardır. Dolayısıyla her ferdin imar etmek, mimar olmak, mamur etmek gibi bir sorumluluğu vardır. Ancak gönüller imar edilmeden, yürekler tamir edilmeden, beldeler, şehirler, şehirler imar edilmeden de yeryüzü imar edilemez. İbn Haldun’un “Umran” adını verdiği medeniyet tasavvuru, insanın ve kâinatın birlikte imar edilmesini öngörür. Ona göre insanlığın yeryüzünde bir umranı gerçekleştirmek gibi bir sorumluluğu vardır. İnsanlar yeryüzünü talan etmeye değil, imar etmeye gelmiştir.
Bugün yeryüzünü imar etmek için varlığa karşı mütevazı olmak ve yaratılan her şeyin bize bir emanet olduğunu unutmamak, hulkumuzun yani ahlakımızın, halkımıza yani yaratılışımıza uygun olması gerekir. Yüce Rabbimizin, doymak bilmeyen tutku ve ihtiraslarımız için değil, insani ihtiyaçlarımızı karşılamak için bize nimet bahşettiğini göz önünde bulundurmamız gerekir.
Oysa bugün yeryüzü aşırı gösterişçi, çılgınca bir tüketimin körüklediği bir talan ile karşı karşıyadır. Yeryüzünü hoyratça tüketiyoruz. Sadece suları, gölleri, nehirleri, bağları bahçeleri değil, sevgiyi, dostluğu, güveni, komşuluğu kısaca bizi biz yapan değerleri de tüketiyoruz. Sınırsız arzu ve ihtiraslarla sadece zamanımızı, enerjimizi, bilgimizi, birikimimizi değil, kendimizi, ömrümüzü de tüketiyoruz. Sadece kendi yaşadığımız dünyayı değil, bizden sonra gelecek olan nesillerin dünyalarını, umutlarını da tüketiyoruz. Üstelik tükenişimizi hızlandıran bu tüketimi, sektörel örgütlerle, reklam ve propagandanın bütün çeşitleriyle teşvik ediyoruz.
Unuttuğumuz bir gerçek var ki, Yüce Rabbimiz doymak bilmeyen tutku ve ihtiraslarımıza yetecek kadar değil, insani ihtiyaçlarımıza kafi gelecek kadar nimet bahşetmiştir. Tüketmek için tüketmekten, bizi tüketen tüketimden vazgeçmeli, yeryüzünü bize musahhar edene musahhar olmalıyız. Üzerinde yaşadığımız tabiatın hukukunu da savunmalıyız.
Hepimizin ciddi bir tüketim ahlakına ihtiyacı var. Ancak bunun da yeterli olmayacağı bir gerçektir. Zira aşırı tüketim ile ahlak yan yana gelmeyecek kadar birbirinden uzak kavramlardır. Tüketimin Arapçadaki karşılığı istihlaktir. İstihlak, helak etmeyi, yok etmeyi talep etmektir. Tüketim gerçekten helak etmek, talan etmek demektir. Helak etmenin ahlakı, talan etmenin terbiyesi olmaz.
Tüketirken tükenmemek için yapılacak ilk iş, ahlaki bir karşı duruş sergilemektir. Zira Yüce Kitabımızda şöyle buyrulmaktadır: “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya haklarını ver, fakat saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankörlük etmiştir.” (İsra, 26, 27.)
Bizler, bir nehir kıyısından bile olsa abdest alırken suyu ölçülü ve tutarlı kullanıp israf etmemek konusunda derin bir duyarlılığa sahip olan ve çevresini de bu doğrultuda tutumlu davranmaya davet eden bir Peygamberin (s.a.s) ümmetiyiz. Bir defasında Rasulullah (s.a.s) Sa’d’a uğradı. Sa’d (r.a) abdest alıyordu. Rasulullah (s.a.s) onun suyu aşırı kullandığını görünce: “Bu israf niye” diye sordu. Sa’d (r.a) da; “Abdestte de israf olur mu?” dediğinde, Rasulullah Efendimiz; “hatta akmakta olan bir nehirden abdest alsan bile” buyurdu. (İbn Mace, Taharat, 48; İbn Hanbel, Müsned, II, 221.) Bu nebevi uyarıda aynı zamanda insana, tabiata ve Allah’a karşı duyulan bir sorumluluk bilinci vardır.
Gönüllerde yankı uyandırması beklenen bu nebevi duruş, din gönüllülerinde çok daha derinden makes bulmalıdır. Dolayısıyla din görevlilerinin, her konuda olduğu gibi tüketim ahlakı konusunda da örnek davranışlarıyla toplumu bilinçlendirmeleri gerekir. Hizmet erleri olarak bizlerin, vaktimizi, bilincimizi, zihin dünyamızı, kültürümüzü hasılı bütün değerlerimizi israf etmemek gibi bir sorumluluğumuz var.
Prof. Dr. Mehmet Görmez
Diyanet İşleri Başkanı