Makale

Geleneksel Dindarlığın Değişimi

Geleneksel Dindarlığın Değişimi

Doç. Dr. Hüseyin Yılmaz
Dinler ve Kültürler Arası İlişkiler Daire Başkanı

Dindarlık, kişinin kendi öznel dünyasında mensubu olduğu dinin inanç esaslarına bağlı olarak ibadet ve ahlaki ilkelerine uyumlu yaşaması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla her dinin, kendi inanç ve ahlak anlayışına bağlı olarak farklı ibadet şekilleri ortaya koyduğunu söylemek mümkündür. Yine o dinin yaygınlığı doğrultusunda, farklı coğrafyalarda bu ibadet şekilleri yerel uyarlamalara bağlı olarak bazı değişiklikler gösterebilmektedir.
İslam söz konusu olduğunda en genel anlamıyla ibadet, Allah’ın rızası doğrultusunda yapılan bütün işleri kapsayacak şekilde tanımlanabilir. Ancak dindarlık aynı zamanda dine bağlılık düzeyini ifade eden bir kavram olduğu için, burada ihlas ve takva kavramları da öne çıkmakta ve sonuçta bütün bunlar birer dindarlık ölçütü olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla bunlar öznel dünyamızda yaşadığımız tecrübeler olduğu için dindarlığı gündelik hayatımıza yansıdığı şekilleriyle değerlendirmek daha doğru olacaktır. Ülkemizde de genel olarak İslam’ın emrettiği ibadetleri düzenli yapma alışkanlığına bağlı olarak, insanların dindarlığıyla ilgili kanaatler belirtilmektedir. Yapılan ibadetlerin ve işlerin, temiz bir niyetle, “Allah rızası için” yapılması gerçek bir dindarlığın ölçüsü kabul edilmektedir. Öte yandan niyete bağlı olarak yapılan bütün işlerin ibadet kapsamında değerlendirilmesi, bir bakıma dünyada dindarlığın sınırları dışında hiçbir alan tanınmaması anlamına da gelmektedir. Hâliyle bu noktada herhangi bir şey bu dindarlığın kapsamı dışında değerlendiriliyorsa, din dışı bir alan oluşturuluyor demektir ki biz bunu günümüz dünyası açısından dünyevileşme durumu olarak kabul edebiliriz.
Özellikle din eğitiminin ihmal edildiği uzun bir dönem de dikkate alındığında, Türkiye’de dindarlığın, gelenek olarak yaşayan şifahi dindarlık kalıplarıyla aktarıldığını söyleyebiliriz. Dindarlığın varlığını sürdürmesinde, geleneksel ulemanın devamı diyebileceğimiz şahsiyetlerin yanı sıra halk arasında varlığını sürdüren çeşitli dinî grup ve cemaatlerin de önemli etkisi olmuştur. Geleneksel ulema, bilgisinin yanı sıra belki de daha çok ihlas ve takvası ile halk arasında her bakımdan güvenilir bir otorite olarak benimsenmiştir. Dinî eğitimin yapılmadığı ve dinin toplumda görünürlüğünün asgari düzeye çekilmeye çalışıldığı uzun bir dönemin geçmesine karşın, toplumda dinamik bir dindarlığın yaşamaya ve aktarılmaya devam etmesi geleneksel dindarlığın çok güçlü olduğunu göstermektedir. Ancak şehirleşmeyle birlikte ortaya çıkan yeni dindarlık formları, Müslümanları modernliğin bütün etkilerine açık hâle getirmiştir. Bu durumda seküler teori, dindarlığın zayıflayacağını öngörmüş ancak ülkemizde bunun tersine şehir ortamına kendini uyarlayan yeni dindarlık biçimleri ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda modernliğin etkisi, bu biçimlerin daha bir görünür olması şeklinde tezahür etmiştir.
Başlangıçta şehirlere göçen insanlar, yeni yerleşimlerinde öncelikli olarak dindarlıklarını sürdürecekleri camiler inşa ederek cemaatler oluşturmuşlardır. Geleneksel dinî anlayışları sürdüren bu cemaatler daha sonra modern alanlarda da aynı birlikteliklerinden güç alan çeşitli etkinliklere yönelmişlerdir. Bu etkinlikler sanayi, ticaret, medya, eğitim, sağlık ve hatta moda sektöründe dahi karşımıza çıkmaktadır. Böylece bu yeni dinî yapılar toplumsal alanda dindarların daha bir görünür olmalarını sağlamıştır. Ancak geldiğimiz noktada dindar cemaat yapılarının, teslimiyetçi ve bağlayıcı yapıda olmadığı, modern topluma uygun bir evrilmeyle daha serbest ve gevşek bağlılıklar şeklinde varlığını sürdürdüğü görülmektedir.
Şehir hayatının hareketliliği, kargaşası ve koşuşturmacası deruni bir dindarlık için pek elverişli imkânlar sunmamaktadır. Modern şehirlerin tabiattan uzak yapay mekânlar üretmesi de yine tabiatın sembolik anlamıyla zenginleştirilmiş tefekküre dayalı bir dindarlığın ortaya çıkması açısından yeni bir engel olarak değerlendirilebilir. Şehir hayatında insani ilişkilerin mekanikleşmesi, insanlar arasındaki manevi yakınlıkların devamını engellemektedir. Şehirlerdeki çalışma biçiminin ibadetlerin yapılmasına uygun bir zamanlama sağlamadığı göz önünde bulundurulduğunda bütün bu şartların insan için dindar bir düşünce ve ibadet evreninde yaşaması açısından birçok güçlükler ortaya çıkaracağı anlaşılmaktadır.
Dünyeviliğin, dindarlığa en önemli etkisi, insanın bütün dikkatini ve entelektüel eğilimlerini sadece maddi nesnelere yöneltmesi noktasında olmuştur. Bu da insanların dindar olsun olmasın bütünüyle dünyevi hevesler, mal biriktirme gibi hedefler peşinde koşuşturması sonucunu doğurmuştur. Geldiğimiz noktada dindarların zenginleşmesiyle birlikte ihlas ve takvayla yoğrulmuş manevi dünyalarının da zenginleştirildiği bir dindarlık oluşturamadıkları eleştiri konusu yapılmaktadır. Gerçekte bu durum modern dönemde her alanda yaşadığımız değerler hiyerarşisinin alt üst olması ile birlikte dünyevi ve maddi değerlerin birincil düzeye çıkması ve dünyeviliğin çoğu kere dindar kesimlerde bile manevi ve dinî olanın önüne geçmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Günümüz dünyasında insanların zamanını, giderek daha çok sanal uğraşlarla tükettikleri dikkat çekmektedir. Öncelikle kitle iletişim araçlarında dinî konuların sürekli tartışmalı bir ortamda sunulması ya da sıradan bir konu gibi tartışılması geleneksel dindarın dünyasını olumsuz etkilemektedir. Dolayısıyla şimdiye kadar kendi inançları ile ilgili eleştirel bir yaklaşımı hiç aklından geçirmeyen geniş dindar çevreler için bu, dinin kutsallığını ve dokunulmazlığını yaralayan bir durumdur. Çünkü onun için din, içtenlikle bağlandığı ve mutlak doğru kabul ettiği ve nihayetinde kendisini varoluşsal olarak güvenlikte hissettiği bir alandır.
Günümüzde, Türkiye’de dindarlığın sağlıklı bir şekilde yaşanması ve aktarılabilmesinin imkânları olarak bireysel düzeyde ailenin, toplumsal düzeyde ise caminin ve dinî eğitimin önemli fonksiyonlar görebileceği düşünülebilir. Aile, dindarlığın en küçük yaşlardan itibaren görerek ve özdeşleştirme yoluyla öğrenildiği ve uygulandığı bir kurumdur. Bu bakımdan aile yapısının sağlamlığı oranında dindarlığın da kendine sürekli sağlıklı bir zemin bulmaya devam edeceğini düşünebiliriz. Ancak modern hayat tarzının aile yapısını olumsuz etkilediği ve bunun dindar çevrelerde de ciddi yankıları olduğu görülmektedir. Camiler ise modern hayatın kargaşasından kurtularak, insanın huzur içinde ibadet edebilecekleri mekânlar olmaya devam etmektedirler.