Makale

The İmam

İlhami Ayrancı
DİB Eğitim Uzmanı

The İmam

İsmail Güneş’in sanat hayatına verdiği altı yıllık aradan sonra çektiği ilk film olan "The imam", 14 Ekim’de 110 salonda aynı anda vizyona girdi. Film, imam Hatip Lisesi mezunu bir bilgisayar mühendisinin, ait olduğu kimliği saklama çabası içindeyken, kendi kimliğiyle yüzleşmesi üzerine kurulu. Filmde olayların anlatımı, ideolojik bakış açısı özellikle arka plana atılarak ve ironik bir üslup kullanılarak yapılmakta, böylece meselenin psikolojik yanı öne çıkarılmaktadır. Film, köye gelen gelenekselin dışında bir imamla, köylü arasında gelişen karşılıklı değişimlerin yaşandığı bir hikayeyi anlatmaktadır.
işe, Emrullah Hacıoğlu olan adını Emre Baykara olarak değiştirerek başlayan genç adam, uzun saçları ve tutkun olduğu Harley Davidson’uyla etrafına bambaşka bir kimlik sunmaktadır. Onun kimliğinden koparak bu dönüşümü yaşaması, ilk gençlik yıllarında çevresinin kınayıcı yaklaşımlarından kaynaklanmaktadır. Lise yıllarında "ölü yıkayıcısı" diye alay edilmesi onun zihninin en derin yerinde hep saklı kalacaktır.
Emre, uzun saçlı, motosiklet kullanan farklı bir imam tipidir. Laptop’la çocuklara Kur’an okumayı ve bilgisayar kullanmayı öğretmekte, oyunlar oynatmaktadır. Onları motosikletine bindirerek gezdirmekte ve onlarla içtenlikle ilgilenmektedir. Üniversiteyi bitirdikten sonra İngiltere’de Master yapmış, İstanbul’da iş kurmuştur. Günün bi
rinde, liseden arkadaşı olan ve imam olarak görev yapan 101 Mehmet’in gelmesiyle hayatı altüst olur. Mide Kanseri olan Mehmet hoca, yataklı tedavi görmesi gerektiğinden köyünün imamsız kalmasına üzülmekte, Emre’den Ramazan ayında kendisinin yerine imamlık yapacak birisini bulmasını istemektedir. Arkadaşının bu dileğini bizzat yerine getirmeye karar veren Emre, motoruyla yola çıkar. Alışılmışın dışındaki bu köy imamını köyde yeni maceralar beklemektedir. Emre burada yaşadığı bir aylık süre içerisinde kendisiyle, geçmişiyle ve yaşadığı toplumla yüzleşir.
Çekimleri Malatya ve İstanbul’da yapılan filmin yönetmeni İsmail Güneş. Senaryosu ise Güneş’in "Gülün Bittiği Yer", "Çizme" ve "Küçük ve Sonsuz Yürek" filmlerinde de birlikte çalıştığı Ömer Lütfü Mete’ye ait. Başrollerini, Eşref Ziya (Emre Baykara), Ahmet Yenilmez (Hacı Feyzullah), Burak Yenilmez (Tarık), Sinan Akyol (Haşan), Emin Gürsoy (Mehmet), Turgay Tanülkü (Şükrü) ve Aslıhan Cüner (Zehra) paylaşıyor. Filmin dikkat çeken noktalarından birisi, yapı- cımsının da, başrol oyuncusunun da İmam-Hatip mezunu olması.
Din görevlilerinin bir filme konu olması yeni bir durum değildir. Yaklaşık yüzyıllık bir geçmişe sahip olan Türk sinemasında, din ve onun görevlileri olan imamlar birçok filmde az veya çok işlenmiş ve yer almıştır. Bizim konumuz olan "The imam" benzeri filmlerin geçmişi ise henüz 50 yılı bile bulmaz. Çünkü ülkemizde bu türden filmler 1960’lı yıllardan sonra tek tük sinema yazılarında bir endişe olarak beliren ve 1970’te Yücel Çakmaklı tarafından Şule Yüksel Şenlerin "Huzur Sokağı" adlı romanından sinemaya uyarlanan "Birleşen Yollar"la ilk bilinçli örneğini veren bir sinema akımıdır. "Birleşen Yollar"ın başrol oyuncusu, modern bir ailenin kızı olan Feyza (Türkan Şoray) ile fakir, dinine bağlı bir üniversite öğrencisi olan Bilal’in (izzet Günay) önceleri sevgi şeklinde başlayan yakınlaşmalarının giderek manevi bir etki biçimine dönüşmesi, sonuçta ise ailevi sebeplerle bir araya gelemeyip başka kişilerle evlenmeleri, mutsuz olan Feyza’nın, babaannesinin ve okuduğu kitapların etkisi ile yeni bir hayat biçimi seçmesi, kocası ölüp dul kaldıktan sonra kızını da yeni dünya görüşüne göre yetiştirmesi "Birleşen Yollar" filminin temel konusunu teşkil eder. Yücel Çakmaklı’nın bu filmden sonra çektiği, Necip Fazıl’ın "Deprem" adlı eserinden sinemaya uyarlanan, ölümcül bir hasta ile hemşiresinin aşk öyküsü olan "Çile" (1971), büyük kentteki zengin ve sahte yaşantıdan kaçıp köyüne giden bir genç kızın öyküsü "Zehra" (1972), çocukluğunda dini terbiye almasına rağmen Avrupa’ya gittikten sonra yozlaşan bir Türk gencinin hikayesi olan "Oğlum Osman" (1974), kızını üniversite eğitimi için büyük umutlarla İstanbul’a getiren cefakar bir Anadolu kadınının kızını ve insani değerlerini korumak için giriştiği mücadelenin öyküsünün anlatıldığı "Kızım Ayşe" (1974), kumar ve uyuşturucu müptelası olan kocasını bu alışkanlıktan vazgeçirmek için mücadele eden bir kadının açmazlarını anlatan "Diriliş" (1974) adlı filmler de bu türden sinema örnekleridir. (Ömer Menekşe, Türk Sinemasında Din ve Din Adamı İmajı, II. Uluslar Arası Dini Yayınlar Kongre- si-Tebliğ ve Müzakereleri- Diyanet işleri Başkanlığı Yay., Ankara, 2005, sh., 48.)
Türk sinemasında bazı filmlerde din adamları genel olarak; jurnalci, çıkarcı, kendi çıkarı için başkasının gözünü oymaya hazır tipler olarak sunulmuştur. Dine, din adamına veya dindar insana ve dini değerlere saldırma, onları aşağılayıp kötüleme ortak bir tutum olarak karşımıza çıkmaktadır. (Menekşe, a.g.e., sh., 49) Çünkü bu filmlerde din adamları, düşmanla işbirliği yapan tipler olarak çizilmişlerdir. Bir tarafta vatanı kurtarmak isteyenler, öbür tarafta vatanın kurtarılmasını istemeyen vatan hainleri vardır. Dindar görünümlü, çıkarcı ve yobaz Hacı Fettah Efendi tipi öyle çizilmiştir ki, filmi seyreden kimse, ondan daha aşağılık, daha çıkarcı ve daha din simsarı bir insan olamayacağı yargısına varır. (Cevat Rifat Atil- han, Vurun Kahpeye, Sebilürreşad, II, (41) İstanbul, 1941, sh., 250) İşin daha vahim olanı ve bizi daha çok ilgilendiren tarafı, burada çizilen entrikacı, hain, çıkarcı ama aynı zamanda halkın yanında görünen sahte dindar tipinin, kendisinden sonra gelen olumsuz din adamı tiplemelerinde de etkili olmasıdır. (Alemdar Yalçın, Cumhuriyet Dönemi Türk Romanı, Günce Yayınları, Ankara 1992, sh., 128.) Yakup Kadri Ka- raosmanoğlu’nun aynı adlı romanından senaryolaştırılan "Yaban" (1996) filminde de dini vasıf taşıyan Şeyh İsmail, aynı Hacı Fettah Efendi gibi bağnaz, kafası hurafelerle dolu, bu hurafelerle çevresindekilerin elinde avucunda ne varsa alan birisidir. Yani din kisvesi altında bir sahtekardır. (Ömer Menekşe, age., sh., 51.)
Türk sinemasında din adamı ile ilgili bu olumsuz örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu türden filmleri seyreden milyonlar, onlar hakkında hep olumsuz bir intibaya sahip olmakta, toplumda din adamı imajı, olumsuz şahsiyetler, itici ve çirkin tipler gibi algılanmaktadır. Bu filmlerde iyi kahramanlar fizik olarak da iyidirler. Kötülerin ise ruh dünyaları sanki suratlarına ve fizik yapılarına da aksetmiştir. Adeta kriminal tipler olan bu kimselerin daha ilk görüşte fena işler yapacakları bellidir. (Yalçın, a.g.e.,126) Bu filmlerdeki din adamı; din ve dine ait terimleri ağzından düşürmeyen ve bunu yerli yersiz kullanan, başında yeşil bir örme takke bulunan, belinde bir ucu yerlerde sürünen kuşağı bulunan, kirli şalvarını savurarak yürüyen ve satın almak için bir benzerini kolay kolay bulamayacağınız türde pabuçları olan, bakımsız sakallı, kan çanağına dönmüş fıldır fıldır dönen gözleriyle, tükürükler saçarak ve avazı çıktığı kadar bağırarak konuşan, elinde kocaman bir tespih bulunan entrikacı, menfaatperest bir tiptir.
Ömer Menekşe’nin çok yerinde tespitinde olduğu gibi, (Menekşe, a.g.e., sh., 54.) Türk sinemasında görülen bir özellik de, doğunun geri kalmışlığı, kadının ezilmişliği, törelerden kaynaklanan kimi trajik durumlar, ilgisi olsun olmasın İslam’a maledilmeye çalışılmıştır. Hiçbir Müslüman’ın kabullenemeyeceği, safça bir kadercilik anlayışı, kimi saçma gelenekler, sanki İslam’ın özüymüş gibi yansıtılarak fatura İslam’a çıkarılmış, böyle- ce İslam, mücadele ettiği şeylerle itham olunmak gibi çok çarpıcı bir durumla karşı karşıya gelmiştir. Çünkü, kaçırılan kızın baba evine döndüğünde kendisini öldürmesini İslam emretmez! (Bedrana). Kanamalı hastanın tezek üstüne oturunca iyileşeceği (Fıratın Cinleri) inanışı öncelikle İslam’a terstir. Ne var ki, bu tür filmlerde hep İslam mahkum edilmek istenmiş, sinemamızdaki din ve din adamı anlayışı bir türlü gereken konuma oturtulamamıştır. Çünkü, Türk sinemasındaki din adamı, ya nikah ve yağmur duasıyla hatırlanan bir tiptir, yada muska yazan, nefesi kuvvetli üfürükçülük yapan, insanlardan din adına para toplayıp kendi menfaatine kullanan gerici bir tiptir. Yine bu tür filmlerde dikkat çeken bir husus da, adeta din adına yapılan her şeyin aksaması, doğru dürüst yapılamamasıdır. Örneğin namaz kılan başrol oyuncusunun bile namazın erkanını layıkıyla yerine getirememesi ve sonuçta traji-komik durumların ortaya çıkmasıdır.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, sinemanın kültürel değerler sistemine ilişkin etkileri çevresinde ortaya koyduğu din adamı imajı oldukça tahrip edicidir. Toplumda var olan din adamı saygınlığıyla örtüşmeyen bir sunumla karşı karşıya kaldığı açıktır. Sunulan din adamı imajı, toplumda belli bir saygınlığı olan ve en önde kabul edilen, bilimsel bilgiye dayalı eğitim görmüş din adamları ayırt edilmeden büyücü, hokkabaz bir hoca tiplemesi ile birlikte verilmekte, din adamı sosyal hayattan koparılarak camiye hapsedilmekte, sonuçta sloganlaşan bu eylem, "Hoca camide" gençlerin dilinde pelesenk hale gelmektedir. (Menekşe, a.g.e., sh., 62)
Bireysel ve toplumsal düzeyde kültür oluşturan, en önemli iletişim araçlarından birisi olan sinemamızda çizilen kaba, gerici, yobaz, hurafelerle örülmüş din adamı tipi, toplumun etik ve estetik değerlerini hiçe sayan bir kitle kültürüne dönüşerek zihinlere bunun kazılmasına sebep olmakta ve toplumda saygı duyulan din adamı imajı aşındırmaktadır.
Şunu da ifade etmeliyiz: Her ne kadar Türk sinemasında din ve din adamı genel olarak olumsuz bir tiplemeyle sunulmuşsa da, zaman zaman olumlu örnekler de görülmüştür. Bunlar nadir olduğu için toplum, zihinlerine yerleşmiş olumsuz din adamı imajından farklı olarak kendisine sunulan din adamı portrelerini şaşkınlık ve hayranlıkla izlemiştir. Sağlıklı din adamı tipine sahip olmak için sinemada olumsuz din adamı imajı çizmekten vazgeçmek, din adamına gereken saygınlığı kazandırmak, ona gereken değeri vermek, onu toplum için bir garnitür olarak görme alışkanlığından vazgeçmek gerekir. Bu sebeple, ortaya konan kötü imajları birer eleştiri olarak kabul etmeli ve bu imajın düzeltilmesi için herkes üzerine düşeni yapmalıdır. Bunu sağlamak sadece Diyanet İşleri Başkanlığının değil, bu toplumda yaşayan herkesin görevi olmadır.
Öte yandan, din görevlileri ile ilgili ortaya çıkan olumsuz imajların nedenlerini sadece dışarıda aramamalıyız. Dışarıdaki problemlerin yanında, kendi eksikliklerimizi de ciddi şekilde öz eleştiri süzgecinden geçirmemiz gerekmektedir. Diyanet işleri Başkanlığı da bu eksiklikleri gidermek için gerçekleştireceği projelerinde diğer kurumlarla yardımlaşmalı, özellikle dil, estetik, iletişim vb. alanlarda personelin eksikleri giderilmelidir.
Sonuç
"The" kelimesi İngilizce’de; başına geldiği isme belirlilik anlamı verir. Ama bu filmin adında bu kelimenin kullanılması çok daha başka sebeplerden kaynaklanıyor. Konuya ilgi ve dikkat çekmek de bunlardan birisi. Yapımcı Güneş, hem Doğulu hem Batılı yanımıza vurgu yaptıklarını, ayrıca bu kelimenin filmde rol alan Tarık (Burak Yenilmez), Haşan (Sinan Akyol) ve Emre (Eşref Ziya)’nin isimlerinin baş harflerinden oluştuğunu söylüyor. (Star TV 14.10.2005, 01.40 Gece Haberleri) Yapımcı Mustafa Cihat’da filmin ismindeki "the"yla ilgili olarak; "aslında bir kompleksi anlatması açısından böyle bir şey yaptık. Çünkü filmde, adamın komplekslerini, aşamadığı problemlerini anlatıyoruz. İngilizce’yle hem ilgili hem değil, ironi var aslında" diyor. (Çiğdem Kömürcü- oğlu, Tempo, 11 Ekim 2005, sy, 931, sh, 21.)
Burada filmin her karesini mercek altına alarak derinlemesine tahliller yapabilmemiz mümkün değil. Bu sebeple, biz filmle ilgili söylenecek her şeyi söylediğimiz iddiasında değiliz. Benim filmde gördüğüm en aykırı durum, imamın minbere ve kürsüye sarıksız çıkmasıydı. Her şeye rağmen, hem İmam Hatip Lisesi mezunu, hem bu okullarda beş yıl öğretmen olarak görev yapmış, hem de imamlarla ilgili bir kurumda görev yapan birisi olarak, İslam’ın insana huzur sunan mesajını insanımıza aktarmakla görevli din görevlileri konusunu, estetik bir zevk ve sinemasal bir akış içerisinde ve yukardan beri örneklerini vermeye çalıştığımız olumsuz imajın aksine, konuya olumlu katkılar saylayacak tarzda ele alması sebebiyle "The imam" adlı film beni mutlu etti.