Makale

Şiirlerle Hz. MUHAMMED

Şiirlerle
Hz. MUHAMMED

Doç. Dr. Kadri Yıldırım
Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Medîhlerle Hazret-i Muhammed
Edebî bir terim olarak "medîh, yaşayan bir insanın menkıbelerini saymak, iyi yönlerini ortaya koymak ve hem doğuştan sahip olduğu hem de sonradan kazandığı yetenek ve meziyetleri etrafa duyurmak için nazmedilen bir şiir türüdür." (Tuieyhat, Gazi, ei-Ede- bu’i-câhiiî, Dimaşk, 1992, s. 160) Türk edebiyatında daha çok "methiye" olarak geçmektedir. Şairi başkasını övmeye sevk eden bazı faktörler vardır ki, bu faktörler hem medîhin ortaya çıkmasına hem de bazı bölümlere ayrılmasına kaynaklık etmişlerdir. Birinci faktör, şairin o kimseye duyduğu takdir ve hayranlık duygusu, İkincisi; methettiği kişinin kendisine veya toplumuna yaptığı iyiliğe karşı ifa edilen teşekkür borcu, üçüncüsü de; sadece bahşiş ve çıkar beklentisidir. (Ibn Reşîk, Ebu Alî Hasarı, el-Umde fî mehâsini’ş-şi’r ve adâbihi ve nakdih, Beyrut, 1982,1, 80; Tuleyhat, a. g. e., s. 60) Medîhlerde kişinin övülen hasletlerinin başında cesaret, cömertlik, yardımseverlik, misafirperverlik, muhtaçları koruma, sözünde durma, sabırlı olma, iffetli olma ve hakka riayet etme gelir. (Krş. Hilâl, Muhammed Canimî, en-Nakdu’l-edebiyyu’l-hadîs, baskı yeri ve tarihi yok, s. 171-172; Çetin, Nihad Mazlum, Eski Arap Şiiri, İstanbul, 1973, s. 87; Tuleyhat, a. g. e., s. 164) Hz. Peygamber hakkında söylenmiş medîhlerde bunlara bir de onun risalet yönüyle ilgili özellikler eklenmiştir.
Hz. Peygamber hakkında söylenmiş ilk methiye şair A’şâ’ya aittir. Asıl adı Meymûn b. Kays olan, gözündeki görme zayıflığından dolayı aynı anlamda A’şâ lâkabıyla tanınan ve adı A’şâ olan öteki şairlerden ayırt edilmesi için A’şâ el-Ekber (Büyük A’şâ) olarak meşhur olan bu şair, Hz. Peygamber’i görmek ve nazmettiği methiyeyi kendisine sunarak Müslüman olmak için Hudeybiye Antlaşması’nın yapıldığı tarihte (6/628) Yemen’den Hicaz’a gelmiştir. (Bkz. Ibn Kuteybe, eş-Şi’r ve’ş-şuarâ, nşr. Haşan Temîm ve ark., Beyrut, 1994, s. 159; Zeydan, Corcî, Tarî- hu adâbi’l-luğati’l-Arabiyye, nşr. Şevkî Dayf, Kahire, tarihsiz, ı, 104) Kureyşliler, şairin Müslüman olmasından ve şiir gücünü İslâm’ın yolunda kullanmasından endişe ettikleri için onu Hz. Peygamber’e ulaşmaktan alıkoyma yollarını aramışlardır. Şarap, kumar ve kadın düşkünü olan A’şâ’yı bu zayıf noktalarından yakalayan Kureyşliler, İslâm’ın içki, zina ve kumarı yasakladığını vurgulayarak onu Müslüman olmaktan vazgeçirmiş ve kendisine 100 deve de vererek Yemen’e geri göndermişlerdir. Ancak memleketine varmadan yolda devesinden düşen bu şair orada ölmüştür. (Bkz. Dayf, Şevkî, Tarîhu’l-edebi’l-Arabî: el-Asru’l-câhilî, Kahire, 1960, s. 337; Tülücü, Süleyman, "A’şâ Meymûn b. Kays", Diyanet Islâm Ansiklopedisi, III, 545) “Dal" kafiyesiyle yazıldığı için "Daliyye" olarak meşhur olan yaklaşık 24 beyitlik bu methiyeyi çeşitli kaynaklarda görmek mümkündür. (Methiye’nin tamamı için bk. en-Nuveyrî, Şihâbuddîn Ahmed, Nihayetu’l-ereb fî funû- ni’l-Arab, Mısır, 1975, xvill, 69-71) Bazı beyitlerini örnek olarak sunuyoruz:
Devemin ne ayaklarının şişmesinden dolayı ne de yorgun düşmüştür diye,
Yemin ettim mola vermeyeceğim, kavuşuncaya kadar Muhammed Nebi’ye.
Ardı arkası kesilmeyen iyilikler yapıyor, sürekli cömertliklerde bulunuyor;
Bugün yaptığı cömertlik kendisini yarın aynısını yapmaktan alıkoymuyor.
Ne zaman o Haşimoğlu’nun kapısına dayanıp bir şeyler için orada beklesen,
ihsanlarından umduğunu elde eder öylece kapısından rahat ayrılırsın sen.
Nebevî medîhler arasında kendisinden en çok söz ettiren şüphesiz Ka’b b. Zuheyr’in "Banet Suadu" kasidesidir. Rivayete göre kardeşi Bu- ceyr’in Müslüman olmasını hazmedemeyen Ka’b, yazdığı manzûm bir mektupta hem kardeşini eleştirmiş, hem de Hz. Peygamber’e hakaretlerde bulunmuştur. Bununla da yetinmeyerek Hz. Peygamber’in hanımları hakkında aşk şiirleri söylemekten bile çekinmemiştir. Bunun üzerine bulunduğu yerde öldürülmesi emredilen bu şair büyük bir korkuya kapılarak 60 beyitlik bir methiye hazırlamış, bir sabah namazı vaktinde mescide gidip Hz. Peygamber’in önünde diz çöküp kelime-i şehadet getirmiş ve Suad’ın adını anarak methiyesine başlamıştır. (Bkz. Mübarek, Zekî, el- Medaihu’n-Nebeviyye, Kahire, 1935, s. 20-24; et-Tabba’, Ömer Farûk, Dîvanu Ka’b b. Zuheyr, Beyrut, 1994, s. 8 ve devamı) Hz. Peygamber, Suad adındaki bu kadının kim olduğunu sormuş, o da "amcamın kızı ve eşim" diye cevap vermiştir. (Topaloğlu, Bekir, Islâm Tarihinden Yapraklar, İstanbul, 1981, s. 148) Hz. Peygamber özellikle şu beyitleri beğenmiştir: Duydum ki Resulüllah hakkımda emir verip tehdit etmiştir,
Hâlbuki bağışlamak sürekli kendisinden beklenen bir iştir.
Koğucuların söylediklerine bakarak tutma beni sorumlu,
Bunca itham ve dedikodulara rağmen, suçsuzum ey ulu!
Kuşkusuz Resul-i Kibriya kendisiyle aydınlanılan bir ışıktır,
Allah’ın Hint yapımı keskin kılıçlarından çekilmiş bir kılıçtır.
Rivayete, Ka’b bu mısraları söyleyince Hz. Peygamber mescitte bulunan sahabilere dönerek kasideyi beğendiğini ifade etmiş ve sırtındaki hırkayı çıkararak hediye olarak ona giydirmiştir. Emevi halifesi Muaviye bir gün Ka’b’a 10.000 dirhem göndererek Hz. Peygamber’in bu hırkasını satın almak istemişse de Ka’b bu teklifi kabul etmemiştir. Fakat ölümünden sonra halife bu hırkayı varislerinden 20.000 dirhem karşılığında satın almıştır. Bir süre önemli merasimlerde halifeler tarafından bu hırkanın giyildiği rivayet edilmektedir. (Bkz. Et-Tabba’, Dîvanu Ka’b b. Zuheyr, s. 8; Topaloğlu, a. g. e., s. 149)
İslâmî dönemin ilk "i’tizarî medîh" örneği olan Abdullah b. Ziba’ra (ö. 15 / 636)’nın methiyesi de ediplerin dikkatini çekmiştir. Müslüman olmadan önce Hz. Peygamber’in en büyük muhalifleri içerisinde yer alan Abdullah, Mekke’nin fethinden sonra Müslüman olmuş ve daha önce Hz. Peygamber’e yaptıklarından dolayı pişmanlık duyarak özür dilemiştir. Bu pişmanlık ve özürlerini içeren methiyeleri edebiyat literatürüne "i’tizarî medîh" (Özür dileme methiyesi) olarak geçmiştir. Abdullah bunlardan birinde şunları söylemektedir: (Tamamı için bk. Nuveyrî, Nihayetu’l- Ereb, XVII, 312)
Uykumu kaçırdı üzüntüler ve vesveseler, Başından beri o kesafetli ve zifiri geceler.
Özür diliyorum senden, sana yaptıklarımdan, Ben dalaletteyken benden maruz kaldıklarından.
Sebepleri biten düşmanlık artık çok gerilerde kaldı,
Aramızda hoşgörülü ve akılcıl antlaşmalar başladı.
Annem babam sana feda olsun, beni affet; Rahmet eden ve edilen sensin, merhamet et. Hz. Peygamber’i metheden şairlerin başında Hassân b. Sâbit gelir. Bir methiyesinde Hassan duygularını şöyle dile getirmektedir: (Bkz. Nebeha- nî, Yusuf, el-Mecmûatu’n-Nebehaniyye fi’l-medaihi’n-Ne- beviyye, Beyrut, 1974, I, 60-61)
Peygamberlerin gönderilmediği, putlara tapılan ümitsiz bir süreç idi,
İşte bu sürecin ve bu ümitsizliğin ardından bize bir peygamber geldi.
Işık saçan bir kandil oldu, insanlara doğru yolu gösteren bir rehber,
Keskin Hint kılıcı gibi gözleri kamaştırırcasına parlayan peygamber.
Cehennem ateşine karşı bizi uyardı, cennetin müjdesini verdi,
Allah’a hamd ediyoruz, zira bize İslâm’ın ne olduğunu öğretti.
Eklemiştir Yüce Allah onun adını kendi adının yanına,
Zira müezzin günde beş kez "eşhedü" diye başlar ezana.
Hz. Peygamber’in hicretiyle ilgili bir methiyesinde de Hassan şöyle söylemektedir: (Nebahanî, a. g. e., I, 62)
Nebilerinin içlerinden çıkıp gittiği kimseler kesinlikle zarar ettiler,
Nebi’nin kendilerine doğru yol alıp yürüdüğü kimselerdir Kutsîler.
Peygamber, aklını yitirmiş bir kavmin içinden çıkıp göç etti,
Yeni bir nurun aydınlığına kavuşan başka bir kavme gitti.
Öyle bir nebidir ki o, insanların göremediklerini görüyor,
Bulunduğu her meclis ve toplantıda Allah’ın kitabını okuyor.
Medhiyelerle ilgili son örneğimizi yine Has- san’dan aktarıyoruz: (Nebahanî, a. g. e., I, 63) Gözüm senden daha iyisini asla görmemiştir, Kadınlar senden daha güzelini doğurmamıştır. Sen her kusurdan uzak bir şekilde yaratılmışsın,
Sanki sen nasıl istiyorsan tam öyle yaratılmışsın.
Mersiyelerle Hz. Muhammed
Arapça’da "resa" fiilinin mimli mastarı olan "mersiye", sözlükte "ölünün ardından onu överek ağlamaktır". (Bkz. Ibn Manzûr, Lisânu’l-Arab, Beyrut, H. 1300, "resa", XIV, 309; Zebîdî, Muhammed, Tâ- cu’l-Arûs Min cevahiri’l-Kamûs, baskı yeri ve tarihi yok, X, 144) Edebî bir terim olarak mersiye değişik kaynaklarda birbirine yakın şu şekillerde tanımlanmaktadır: (Bkz. Karaalioğlu, Seyit Kemal, Ansiklopedik Edebiyat Sözlüğü, baskı yeri yok, 1969, "ağıt", s. 16, "mersiye", s. 447; Uludağ, Süleyman, "Ağıt", Diyanet Islâm Ansiklopedisi, I, 470; Provençal, "mersiye", Islâm Ansiklopedisi, VII, 772)
-Ölenin iyiliklerini saymak ve onun ölümünden duyulan acıları dile getirmek için okunup ağlanılan şiirler.
-Ölen kişinin ardından nağme ile terennüm edilen sözler, şarkı ve şiirler.
-Bir ölünün hatırasına yazılıp söylenen manzû- meler.
Mersiyelerde genellikle kaybedilen kişinin hayattayken methedildiği cömertlik, cesaret, asalet, komşuyu koruma, fakir ve muhtaçlara yardım etme, misafir ağırlama gibi meziyetleri dile getirilir. (Tuleyhat, el-Edebu’l-câhilî, s. 195) Hz. Peygamber hakkında söylenen mersiyelerde bu meziyetlere "risalet"le ilgili hususlar da eklenmiştir. Methiye ve mersiyenin ikisinin de övülen kişinin meziyetlerini içerdiğini söyleyen Zekî Mübarek, aralarındaki tek farkın övülen kişinin hayatta olup olmaması olduğunu belirtmekte, buna göre övülen kişi hayattaysa onun hakkında söylenen methedici şiirlere "mehdiye", ölmüşse "mersiye" adı verilir. (Mübarek, el-Medaihu’n-Nebeviyye, s. 17)
Mersiyeden amaçlanan şey; kişinin ölümünden duyulan acı ve üzüntüyü açığa vurmaktır. Durum böyle olunca, İslâm âleminin en büyük kaybı olan Hz. Peygamber hakkında mersiye söyleyen kişilerin bu mersiyelerinde de derin bir üzüntünün izlerini görmek mümkündür.
Hz. Peygamber hakkında mersiye söyleyenleri iki gruba ayırmak mümkündür. Birinci grup, asıl itibariyle şair olmamalarına rağmen Hz. Peygamber’in vefatı üzerine duydukları üzüntüden dolayı dilleri şiire açılan şahsiyetlerdir. Bunlardan biri olan Hz. Ebubekir, Peygamber efendimizin vefatı üzerine kıtalar hâlinde üç mersiye söylemiştir. Bunlardan birer beyit vermek istiyoruz: (Kıtaların tamamı için bkz. Ibn Sa’d, Ebu Abdillah Muhammed, et- Tabakatu’l-Kubra, nşr.: Ihsan Abbas, Beyrut, tarihsiz, II, 319320)
Meclislerdeki toplulukların süsü olan habîbin,
Nasıl imkânı olacak onsuz bir hayat geçirmenin!
Keşke onun ölümünden sonra kıyamet kopsaydı,
Görmeseydik ondan sonra ne malı ne de evlâdı.
Keşke arkadaşımın ölümünden önce ben ölseydim,
Üzerimde sert kayalar, bir harabede gömülseydim.
Hz. Peygamber’in vefatı üzerine en çok sarsılanlardan biri olan ve eiine kıiıç aiıp onun öldüğünü söyleyenleri kafalarını uçurmakla tehdit eden ve ancak Hz. Ebubekir Kur’an’dan bazı ayetler okuyunca sakinleşebilen Hz. Ömer de bunlardan biridir. Hz. Peygamber hakkındaki bir mersiyesinde Hz. Ömer şöyle söylemektedir: (Bkz. Haşan, Abdulga- nî, "Merasi’ş-şuarâ li Resulillah", Dirâsat fi’l-edebi’l-Arabî, Kahire, ts., s. 164)
Muhammed’i yatağa koyduklarından beri sürekli korkuyordum,
Hasta yatağında vefat eder diye korkular içinde acı çekiyordum.
Canım sana feda olsun, kime gideceğiz işlerimiz aksadığında!
Gidip kimlerle istişarelerde bulunacağız başımız ağrıdığında!
Hz. Ali de kendisine Hz. Peygamber’in vefat haberini getiren haberciye önce inanmak istemediğini, fakat korktuğunun başına geldiğini şu mısralarla dile getirmektedir: (Bkz. Haşan, a. g. makale, a. g. e., s. 165)
Gelen haberciyi gördüğüm zaman kendisine şunu söyledim:
Ölümünü bildirdiğin kişi Resulullah’tan başkası mı? Dedim.
Fakat korktuğum olmuştu, Resulullah hastalıktan iyileşmemişti,
Ölen kişi izzet ve cemal sahibi olan benim dostum ve sevdiğimdi.
Hz. Peygamber’in kızı Fatıma da hüznün dillerini şiire açtığı kimselerdendir. Babasının mezarı başında söylediği bir kıtada geçen şu beyit onun acısını açıkça göstermektedir: (Mersiye için bkz. En- Nebehanî, el-Mecmûatu’n-Nebehaniyye, 1, 49)
Dört bir yanımı belalar sardı, başıma musibetler geldi,
Bunlar gündüzlerin başına gelseydi gece oluve- receklerdi.
ikinci grup ise baştan beri şair olanlardır. Has- sân b. Sabit (ö. 44 / 673), Ka’b b. Malik (50 / 670) ve Ebu Sufyân b. Haris (54 / 674) gibi erkek şairler ile Hz. Peygamber’in halaları Safiyye (ö. 20 / 641) ve Erva bint Abdullah (ö. 15 / 636) gibi kadın şairler bu gruptan olmak üzere Hz. Peygamber’in vefatı üzerine mersiyeler söylemişlerdir. Hz. Peygamber hakkında en çok mersiye söyleyen kadın şair Safiyye’dir. İbn Sa’d ona ait yedi mersiye kaydetmiştir. Safiyye bunlardan birinde duygularını şöyle dile getirmektedir: (Bu mersiyeler için bkz. Ibn Sa’d, Tabakat, II, 327-330)
Ey Allah’ın Resulü, sen bizim ümidimizdin;
Bize hep iyilik ettin, eziyet edici değildin. Şendin öğretmen, rehber ve esirgeyen;
Ağlasın sana bugün, ağlamak isteyen.
Fedâ olsun Allah’ın Resulüne hem amcam hem dayım;
Annem, teyzem, sonra can ve malımla kendim sıradayım.
Bıraksaydı insanların Rabbi bizim Peygamberi; Mutlu olacaktık, ancak işledi onun ezeldeki emri.
Allah’ın salât ve selâmı olsun üzerine;
Hoşnut olarak, konulasın Adn cennetlerine.
Erva da Hz. Peygamber hakkında iki mersiye söylemiştir. Birer beyit alıyoruz: (Birer beyit aldığımız bu iki mersiye için bkz. Ibn Sa’d, a.g.e., II, 325-326; Kehha- le, Ömer Rıza, A’lâmu’n-nisa, Beyrut, 1988, l, 34)
Yazıklar sana ey göz, ne olur bana yardım et, Yaşadıkça yaş dökeceksin, bu emrimi kabul et. Ömrüne yemin ederim ki Nebi’nin ölümü için ağlamıyorum,
Ey Nebi, senden sonra gelecek fitne ve anarşiye ağlıyorum.