Makale

Hat Sanatımız ve Peygamber Sevgisi

Kuddusi Doğan

Hat sanatımız ve
Peygamber sevgisi

Bu gün dünyanın çeşitli bölgelerinde, değişik milletler tarafından kullanılan ve birbirlerinden oldukça farklılıklar arz eden birçok alfabe vardır. Latin Alfabesi, Japon Alfabesi, Kiril Alfabesi gibi. Bir de tarihin çeşitli devirlerinde kullanılıp da terkedilen ama imla ve ses sistemleri büyük ölçüde çözümlenmiş alfabeler (Nebati, Mısır, Grek, Uygur ve Göktürk Alfabeleri gibi) vardır. (Daha geniş bilgi için bk. M. Bedrettin Yazır, Kalem Güzeli, s. 33-52)
Şüphesiz ki, itina ile yazıldığı takdirde hangi alfabenin harfleri olursa olsun, yazı güzeldir ve değerlidir, hatta bizim kültürümüzde mübarektir. Fakat bildiğimiz ve gördüğümüz kadarıyla hiçbir alfabenin yazısı Arap alfabesinden doğan hat sanatında olduğu gibi bizatihi bir sanat objesi olarak görülmemiş ve görülmemektedir. Diğer alfabelerin kullanıldığı gerek eski yazmalardaki itinalı satırları, gerekse en modern imkanlarla yazılmış tabela, logo veya devletler arası yazışmalardaki belgeleri düşünelim. Bunların hiçbirini insanlar alıp bir sanat eseri olarak salon veya mabedlerine asıp seyretmiyorlar. Bir tek hüsn-i hat kurallarına göre yazılmış yazılardır ki, sadece güzel bulundukları için alınır ve seyredilirler bir ömür boyu. Hatta bazen bu yazılar okunamazlar, anlaşılamazlar ama hayranlık hisleriyle temaşa edilirler. Bu bazen tek bir harf dahi olabilir. Çünkü hat sanatında her harfin, hatta her nokta veya harekenin güzel görünmesini temin eden estetik ölçüler var, her harfin satır nizamında bir oturuşu vardır ki, buna harfin kürsüsü tabir edilir- ve her harfin adeta bir kişiliği vardır. Ancak bu ölçülere riayet edilerek yazıldıkları takdirde güzel olurlar ve erbabı daha ilk bakışta bunu farkeder.
Hat sanatında harflerin takriben on beş değişik tarzda yazıldığını da göz önüne alacak olursak, meselâ, yerine göre "Elif’in nazlı duruşunu, "Ayn"ın ihtişamını veya "Vav"ın mahzûn, düşünceli ve teslimiyet ifade eden halini ve daha nicelerini görebiliriz.
İşte harfi ve yazıyı bu seviyede ele alıp onu adeta görsel sanatların efendisi yapan, yazıya hiçbir zaman ve mekânda görmediği itibarı, ihtiramı ve saltanatı sağlayan şey, Müslümanların Kur’an ayetlerini ve hadis-i şerifleri en güzel bir formda yazma aşkı ve gayretinden başka birşey değildir. Hz. Ali Efendimiz ile başlayan bu serüven uzun asırlar boyunca ağır ağır tekamül etmiş ve ceddimiz Osmanlı Türklerinin yetiştirdiği titiz hattatlar eliyle erişebileceği en mümtaz yere ulaşmıştır.
Hattatlarımızın gönlünde Hz. Peygamber ve onun sözlerinin yeri, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar yücedir. Çünkü o, bütün müslümanlarca Allah’tan sonra en çok sevilen varlıktır ve onun sözleri Kur’an’dan sonra İslam’ın ikinci derecede bilgi kaynağıdır. Ayrıca dertli sinelere şifadır ve bereket vesilesidir.
Hat sanatında Hz. Peygamber teması o kadar çok işlenmiştir ki, değil böyle bir yazı, ciltler dolusu kitaplar yazılsa tam olarak anlatılamaz. Onu öven ayet-i kerimeler, hilye-i şerifeler, hadis-i şeriflerden oluşan murakka’ ve kıt’alar, onun ve Ehl-i Beyt’inin isimleri, mucizelerini anlatan yazılar, salevât-ı şerifeler, kasideler, beytler... Ve daha onunla ilgili ne emekler verilmiş yazılar. Ben burada bunlardan sadece bir yazıya temas etmek istiyorum.
Bir ayet-i kerimede Hz. İsa’nın İsrailoğulları’na hitabederek, kendisinin Tevrat’ı tasdik eden bir peygamber olduğu ve kendisinden sonra da "Ahmed" isimli bir peygamberin geleceğini müjdelediği ifade edilir. (Saf, 6) Konunun nübüvvet ve dinler tarihi bakımından değerlendirilmesi ve bu meyandaki uzun tartışmaları sahanın uzmanlarına bırakalım.
Söz konusu ayet-i kerimenin Peygamberimizle ilgili ibarelerinin hattat Sami Efendi (1838-1912) tarafından Celî Sülüs tarzında bir istifi (kompozisyonu) yapılmıştır ki, kana-atimce hüsn-i hat tarihinin en muhteşem istiflerinden biri sayılmalıdır. bu (Sami Efendi hakkında bk M. Uğur Derman, Türk Hat Sanatının Şaheserleri, s. 36) "Ve mübeşşiran..." ibaresiyle başlayan istifin kelimeleri adet olduğu üzere aşağıdan yukarıya doğru yerleştirilmiş; alt dallan yerlere doğru eğilmiş bir ulu çınar gibi yükselirken en tepe noktaya Hz. Peygamberimizin "Ahmed" ism-i şerifi oturtulmuştur. Harfler ve kelimeler öylesine isabetli terkib edilmiştir ki, ne okuyuş kaideleri ihlal edilmiş ihlâl edilmiş, ne istifin homojen görüntüsünü yaralayan bir kesafet verilmiş, ne de harflerin kürsüsü (istif gereği de olsa) zayıf bırakılmıştır. Eserin ortasına denk getirilen küplü "ayn" harfi ve istifin biraz yukarı kısmında bir kuşak gibi uzatılmış keşideli "ye" harfi, istiflerde en çok arzu edilen unsurlardandır ki, burada son derece başarılı bir şekilde yer almışlardır. Eserin en üst noktasına Ahmed isminin yerleştirilmesine bakılırsa, sanatkâr, nübüvvet müessesesinin onunla son bulduğunu ve onun fazilet bakımından peygamberler arasındaki konumunu gösterir gibidir.
Böylece hat sanatından anlayan hiçbir kişinin bir kusur isnad edemeyeceği mükemmel bir istif, muhteşem bir siluet vücuda getirilmiştir. Ve tabii ki, Hz. Muhammed’in peygamberliğini bir türlü kabullenemeyenlerin vicdanlarına Hz. İsa’nın diliyle seslenen ayet-i kerime, sanatkâr tarafından son derece ağırbaşlı bir hâlet-i ruhiye ile adeta sanat tarihinin manşetine çıkarılmıştır.
Öyle zannediyorum ki, bir Süleymaniye’nin veya bir Sultan Ahmed Camii’nin Türk mimarisi bakımından yeri neyse, bu yazının da hat sanatımızdaki yeri öyle olmalıdır. Orijinali Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan yazı 1320 (1903) tarihini ve tabii ki, Sami Efendi’nin zarif imzasını taşımaktadır.