Makale

Tecrübe Paylaşımı Bağlamında Diyanet İşleri Başkanlığı Heyetinin Suudi Arabistan Ziyareti

DİN DÜŞÜNCE YORUM

Tecrübe Paylaşımı Bağlamında Diyanet İşleri Başkanlığı Heyetinin Suudi Arabistan Ziyareti

Prof. Dr. Ali ERBAŞ
DİB Eğitim Hizmetleri Genel Müdürü

HZ. PEYGAMBER’İN hak ve adalet ilkelerine dayalı yaşanabilir bir dünya kurmak için yardımlaşmak amaçlı başlattığı toplumlar arası ilişkiler İslam medeniyetinin insanlığa hediye ettiği en önemli kazanımlar arasında yerini almıştır. Müslümanlar arası yıllık genel kongre olarak değerlendireceğimiz hac ibadetinin farz kılınmasının en belirgin hikmetlerinden birisi de bu ilkenin daha güçlü bir şekilde yaşatılabilmesini sağlayacak olmasıdır. Peygamberimizden sonra sahabe de bu ilke üzerinden giderek çok kısa zamanda İslam medeniyetinin hem sınırlarını genişletmiş ve hem de pek çok toplum ve devletle anlaşmalar yapmıştır. Medine’de temelleri atılan toplumlar arası ilişkiler daha sonra devletler arası ilişkiler boyutuna yükselmiş, bu medeniyetin çocukları asırlarca ilkelerinden taviz vermeden ilişkileri sürdürmeye çalışmışlardır. 16. asrın başlarına gelindiğinde Mısır’ın fethi dönüşü Mekke ve Medine’nin hizmetini üstlenerek “hadimü’l-harameyn” (Mescid-i Haram’ın ve Mescid-i Nebi’nin hizmetkârı) unvanını alan Yavuz Sultan Selim ile birbirleriyle ilişki içerisinde yaşayan toplumların sayısı bir hayli artmıştır. Müslüman toplumların bu güçlü birlikteliği asırlar boyunca Müslüman olmayan toplumlara da faydalı olmuş, nerede aç ve açıkta kalan, zulme uğrayan mazlum ve mağdur toplum varsa Müslüman olup olmadığına bakılmaksızın oralara kadar yardım eli uzanmış, açlar doyurulmaya, mazlumlar zulümden kurtarılmaya çalışılmıştır.
19. asrın sonlarına gelindiğinde özellikle Batı’dan ithal edilen ve onların da fırsatı değerlendirerek bize ihracını hızlandırdığı “ırkçılık” hastalığının tohumları İslam dünyasının mensuplarının zihinlerine ekilmeye başlanmıştır. Dışarıdan ve içeriden binlerce casus ve fitnecinin çalışmaları sonucu yine Batı patentli “ulusalcılık” zehiri de Müslüman toplumların damarlarına enjekte edilmeye çalışılmıştır. Bu saldırının önündeki en büyük engel cennet mekân Sultan Abdülhamit Han 33 sene dayanabilmiş, ancak Yahudi-Mason ve içerideki işbirlikçilerin ihanetleriyle 1909’da tahttan indirilmiştir. İttihat ve Terakki Fırkası’nın eline geçen devlet 10 senede vatan topraklarının onda dokuzunu kaybetmiş, bir devletten kırkı aşkın devletçik (aşiret de denilebilir) çıkarılmıştır. Casuslar ve casusların kandırdığı bazı Müslümanlar “ırkçılık ve ulusalcılık” zehrini öyle hızlı yayıyorlardı ki tüm Arap dünyasını dolaşıp “el-etrak küllühüm nasrani” (Türkler toptan Hristiyan oldu) sözünü herkese öğretiyor, Türk dünyasını dolaşarak da, “Ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın yüzü” vb. Arapları aşağılayıcı sözleri öğreterek ya da köpekleri “Arap, Arap” diye çağırtarak emellerine ulaşmaya çalışıyorlardı. Muvaffak da oldular. İstanbul Beyazıt Camii eski imamlarından Reisü’l-kurra Abdurrahman Gürses hocamızdan dinlemiştim. Cumhuriyetin başından itibaren 20 küsur yıl Türkiye’den hacca gitmek yasaklanır, 1947 yılında ilk defa Türkiye’den sadece bir kafile hacca gönderilir. Bu kafilenin görevli hocalarından birisi de kendisidir. Mekke’de kafilesini toplar ve onlara Kur’an-ı Kerim okur. Hoca efendinin okuduğu Kur’an’ı dinleyen diğer ülkelerden insanlar hangi Arap ülkesinden olabileceğini kendi aralarında tartışırlarken Türkiye’den olduğunu öğrendiklerinde oldukça şaşırırlar ve “Türkler toptan Hristiyan olmadı mı?” diye sormaya başlarlar. Yakın zamana kadar Arap dünyasının hafızasında bu kanaat hep devam etmiştir. Biz hep silmeye çalıştık, belli bir mesafe kat ettik elhamdülillah, ancak yeterli değil, Müslümanların birbirlerini daha iyi tanımaları ve büyük bir işbirliği içerisinde hareket etmeleri gerekmektedir.
Son yıllarda bu konudaki çabalar büyük bir umuda dönüşmüşken Osmanlıyı dağıtan şer güçler yeniden harekete geçmiş ve İslam dünyasının yeni haritasını Müslümanların kanıyla çizmeye başlamışlardır. Akdeniz ve Ege Denizi mülteci mezarlığı, Türkiye ve birkaç ülke göçmen yurdu hâline gelmiştir. Irak, Libya, Mısır, Suriye, Yemen başta olmak üzere Müslümanlar kendi topraklarında birbirlerini öldürmeye başlamışlardır. Bu defaki fitne ve taktik çok daha büyük ve çok daha acımasızdır: Kardeş kardeşi öldürüyor. Ölen de Allahü Ekber diyor, öldüren de… Ne olduğu belirsiz bir yığın örgüt eliyle bu işi gerçekleştiriyorlar. Müslüman ülkeler ise kendi dertleriyle uğraşıyor. Bu kan ve gözyaşının durması için tüm Müslümanların umut bağladığı belki de tek İslam ülkesi Türkiye’dir. Bu yüzden Türkiye bütün kurumlarıyla bu ateşi söndürmek için ne yapabilirim diye âdeta çırpınıyor. Biz de Diyanet İşleri Başkanlığı olarak dünyada nerede Müslüman yaşıyorsa oraya ulaşmaya gayret ediyoruz. Bunun için sekseni aşkın ülkede ataşe, müşavir, koordinatör, imam-hatip gibi unvanlarla görev yapan 3000’e yakın temsilcimiz bulunmaktadır. Dünyadaki Müslüman toplulukların dinî liderlerini İstanbul’da toplayarak karşılıklı fikir alışverişinde bulunduğumuz geniş çaplı büyük toplantılar gerçekleştirdik ve buna devam ediyoruz. Avrasya Din Şurası her beş yılda bir olmak üzere altı kez yapıldı. Türkiye Diyanet Vakfı’nın desteğiyle yurt dışında açtığımız onlarca okulda yüze yakın ülkeden getirerek ülkemiz Kur’an kurslarında, İHL’lerde ve ilahiyat fakültelerinde din eğitimi almalarını sağladığımız binlerce öğrenci hep bu gayeye katkı sağlamak içindir. Diyanet İşleri Başkanımızın yurtdışında pek çok ülkeyi ziyaret ederek gerçekleştirdiği üst düzey görüşmelerde Müslümanların sorunlarını çözüme kavuşturmak için gösterdiği çabalar yine aynı amaca matuf hizmetlerdendir. Burada son iki ziyareti örnek olarak ele almakta fayda vardır. Diyanet İşleri Başkanımız geçen hafta geleneksel “Vahdet Toplantısı” için İran’a gitmiş ve orada “gerçek vahdet” için neler yapılması gerektiğini en üst düzeyde gerçekleştirdiği temaslar ve özellikle tüm katılımcıların huzurunda yaptığı yarım saatlik konuşma ile “Keşke gitmeseydin.” diyenlerin bile sözlerini geri almalarına ve “İyi ki gittin ve o konuşmayı yaptın.” demelerine vesile olmuştur.
İran ziyaretinin hemen ardından bendenizin de içinde bulunduğu heyetle yaptığımız Suudi Arabistan ziyaretimiz de oldukça verimli geçmiştir. İslam İşleri, Evkaf, Tebliğ ve İrşat Bakanı Dr. Salih b. Abdülaziz’in son derece sıcak bir ilgi ile iki gün boyunca heyetimizle bu ateşin söndürülmesi konusunda özellikle Türkiye ve Suudi Arabistan’ın yapması gerekenleri samimi bir üslupla ele alma ortamını oluşturması iki ülke arasındaki ilişkilerin oldukça iyi olduğunu ortaya koymuştur. Bakan konuşmasında, İslam dünyasını kana bulayan terör örgütleri ve ehlisünnet karşıtı faaliyetlere karşı mücadele etmek için büyük bir işbirliğine ihtiyaç olduğunu belirtmiş, sözlerini sık sık Müslümanları birlik ve beraberliğe çağıran ayet ve hadislerle desteklemeye çalışmıştır. Bir gün öncesi infaz ettikleri 47 kişinin idamıyla ilgili açıkça bir hususu dile getirmemiş ancak terör olaylarına karşı toplumun korunması için devletin lazım gelen her türlü tedbiri alması gerektiğini ifade ederek verilen kararla ilgili zımnen de olsa ikna etmeye yönelik cümleler kurmaya çalışmıştır. Diyanet İşleri Başkanımız ise tarihte nice medeniyetler kaybettiğimizi, sekiz asır boyunca Batı’yı aydınlatan Endülüs medeniyetinden sadece birkaç ticari marka isminden başka bir şey kalmadığını, Maveraünnehir’de on asır boyunca ve Afrika’nın pek çok yerinde muhteşem bir medeniyet kuran Müslümanların bıraktıkları tarihî zenginliklerinden hiçbir izin kalmadığını, bugün de başta Bağdat, Şam, San’a ve Trablus gibi Müslüman başkentlerden ve ümmetin ocaklarından ateşler yükseldiğini ifade ederek dünyanın acilen bu ateşleri söndürmek zorunda olduğunu belirtmiştir. Ayrıca bugün yaşadığımız sorunlardan en büyük zararı İslam’ın ve Müslümanların gördüğünü, dolayısıyla terör, şiddet ve tekfirin İslam’ın ana yolunu işgal etmemesi için daha fazla ilmi çalışmalara ihtiyaç olduğunu dile getirmiştir.
Bakanlıkta yapılan bir başka toplantı ise Riyad camilerinde imamlık, vaizlik vb. din hizmetlerini de yürüten ve aynı zamanda ilim ehli olan din görevlilerine yönelik Diyanet İşleri Başkanımızın yapmış olduğu derstir. Başkanımız bu derste ağırlıklı olarak ilim tarihinden bahsetmiş, Medine’de doğan ilim ışığının Endülüs’te, Bağdat’ta, Buhara’da, Tirmiz’de, Özkent’te, Maveraünnehir’de, hasılı pek çok İslam şehrinde nasıl insanları aydınlattığını tarihte iz bırakmış büyük alimlerimizden örnekler vererek ele almıştır. Sorulan sorulara verdiği cevaplar ve ulemanın yaptığı katkılarla verimli ve bereketli bir ders olmuştur.
Suudi Arabistan’da İslam İşleri, Evkaf, Tebliğ ve İrşat Bakanlığının yanında bir de Başmüftülük makamı bulunmaktadır. Ülkenin üst düzey ulema grubundan oluşan ve şeri tüm işler, mahkemeler ve fetva gibi çok mühim görevleri uhdesinde bulunduran bu makamın Devlet’in işleyişinde büyük bir ağırlığı vardır. Heyetimizle birlikte ziyaret ettiğimiz “müfti’l-memleke” unvanıyla görev yapan Başmüftü Abdülaziz Âlu Şeyh tüm heyet üyeleriyle birlikte bizlere oldukça sıcak bir karşılamada bulunmuş ve ziyaretimizden son derece memnun kaldığını ifade etmiştir. Yapmış olduğu konuşmada Müslümanlar arasında “tek ümmet” bilincinin geliştirilmesinde iki ülke yetkililerin işbirliği içerisinde ortak çalışmalar yapması gerektiğini dile getirmiştir. Diyanet İşleri Başkanımız ise, konuşmasında ana tema olarak özellikle ülkelerindeki iç savaş sebebiyle evini barkını terk eden Suriyeli muhacirlere ensar olmaya çalıştığımızı, bunun için sayıları 400 bin civarında olan göçmen çocuklarının eğitiminde müşterek çalışmalar yaparak çözüm üretilmesi gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca Müslümanlara yönelik Batı’da ortaya çıkan İslamofobyaya da dikkat çekerek tüm Müslümanların buna karşı gerekli tedbirleri alması icap ettiğini vurgulamıştır.
Heyetimizin önemli ziyaretlerinden birisi de Riyad’da bulunan Uluslarası Türk Okulu’na olmuştur. Bu vesileyle Suudi Arabistan’da, başka hiçbir ülkede olmayan bir uygulamayı da okuyucularımızla paylaşmak isterim. Şu anda tüm ülke genelinde 62 bin civarında Türkiye vatandaşı yaşamaktadır. Suudi Arabistan ülkede yaşayan yabancılara kendi ülkelerinin eğitim sistemine ve müfredatına uygun okullar açma fırsatı tanımaktadır. Dolayısıyla bizim Suudi Arabistan genelinde 8 okulumuz bulunmaktadır. Riyad’da 1720 öğrencinin devam ettiği uluslar arası Türk okulu uzun yıllardan beri eğitim eğretime devam etmektedir. İlk, orta, lise, imam hatip orta okulu ve imam hatip lisesi öğretiminin verildiği okulda 70 kadar Türk öğretmen görev yapmaktadır. Bu sistemin olumlu yanı, bu ülkede çalışan vatandaşlarımızın eşlerini ve çocuklarını da beraberlerinde bulundurabilmeleri ve aile bölünmelerinin önlenmiş olması, bir de YÖK’ün Yabancı Öğrenci Sınavı (YÖS) kontenjanıyla buradan mezun olanları Türkiye üniversitelerine yerleştirmesi hususlarıdır. Olumsuz yanı ise izole bir hayat yaşayarak her iki ülkenin kültüründen de yeterince istifade edememeleridir. Mesela yıllarca Riyad’da yaşamalarına rağmen Arapça öğrenmeden Türkiye’ye dönmeleri önemli bir eksikliktir. Bu yüzden gerek okul idarecilerinin ve gerekse büyükelçilikteki eğitim yetkililerinin ilave programlar ve etkinliklerle bu okullarda eğitim gören öğrencilerin eksik kalan yanlarını telafi etmeleri gerekmektedir. Okulu ziyaretimizde Sayın Diyanet İşleri Başkanımız hem sınıfları dolaşarak yaptığı nasihatlerinde ve hem de konferans salonunda yaptığı konuşmasında her şeyden önce “iyi insan” olmayı hedeflemeleri, meslek seçimini ondan sonra düşünmeleri gerektiği, setçikleri meslek ne olursa olsun onu iyi insan olarak tüm insanlara faydalı olmak için yapmaları gerektiği hususları ele alarak öğrencilere oldukça yararlı tavsiyelerde bulunmuştur. Bu şekilde, “Diyanet İşleri Başkanı bizim okulumuzu ziyaret etmişti.” cümlesi 1720 kadar öğrencinin her birinin hayatında hiçbir zaman unutamayacakları bir hatıra olarak yerini almıştır.
Özetleyecek olursak 2-4 Ocak 2016 tarihinde Diyanet İşleri Başkanımız Prof. Dr. Mehmet Görmez başkanlığında Riyad’a gerçekleştirmiş olduğumuz ziyaretimizde yukarıda dile getirmeye çalıştığımız temaslar yanında karşılıklı olarak her iki ülkenin din hizmetleri ve eğitim hizmetleri bağlamında camiler, mescitler, Kur’an kursları, yaz Kur’an kursları, hizmet içi eğitim, ihtisas eğitimi ve ayrıca ülkemizdeki din eğitimi bağlamında imam hatip liseleri, ilahiyat fakülteleri konularında bilgi alış verişi ve tecrübe paylaşımı gerçekleştirilmiştir. Ziyaretimizin başta hac ve umre hizmetleri ve dil eğitimi olmak üzere her iki ülkenin birbirinden yararlanmalarına ve daha da yakınlaşmasına vesile olduğu, ayrıca İslam dünyasında yaşanmakta olan sorunların çözümüne katkı sağlayacak nitelikte ve verimlilikte geçtiği kanaatindeyiz. Her iki ülke ve tüm İslam âlemi için hayırlara vesile olur inşallah.