Makale

İslam Dünyasında Şiddeti Mücadele Yöntemi Olarak Kullanan Hareketler

GÜNDEM

İslam Dünyasında Şiddeti Mücadele Yöntemi Olarak Kullanan Hareketler

Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN

Kurtuluşa ermek, boyun eğmek, teslim olmak; teslim etmek, vermek; barış yapmak” anlamına gelen “silm” kökünden türetilen İslam kelimesi, “boyun eğmek, itaat etmek” gibi anlamlara gelmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.), yaşadığı dönemde son ilahî vahyi bireysel ve toplumsal alanda hayata geçirmiştir.
Allah Rasulü’nün (s.a.s.) ahlakıyla yetişen arkadaşlarının temel hedefi vahyi hayatlarına hâkim kılmak ve Allah’ın rızasını kazanmaktı. Bu sebeple Hz. Peygamber’in ağzından vahiy olarak dökülen mesajlara dikkat kesiliyorlar, onun vahyi nasıl anladığını ve nasıl yaşadığını öğrenmeye çalışıyorlardı. Bu dönemde insanların birbirlerine karşı haksızlık yapmama hususunda hassas davrandıkları, kardeşlik hukukuna riayete özel önem verdiklerini müşahede ediyoruz. Aynı inanca sahip bu insanların birbirlerine karşı saldırgan bir tutum içinde bulunmaları ve şiddete yönelmeleri mazur ya da meşru görülen bir durum değildi. Meydana gelen olumsuzluklar ise Allah elçisinin müdahalesiyle bertaraf ediliyordu.
Aslında şiddet, her dönemde ve her toplumda farklı düzeylerde de olsa karşılaşılan bir sorundur. Ancak Allah Rasulü’nün dar-ı bekaya irtihalinden yaklaşık çeyrek asır sonra başlayan ve sonraki süreçte değişim geçirerek devam eden, din kardeşlerine karşı saldırgan bir tutum içinde olan gruplar ortaya çıkmaya başladı. Bu gruplar, davranışlarını ve taşkınlıklarını dinin temel referanslarına dayandırdıklarını savunsalar da onların tutumu ile ashabın Hz. Peygamber dönemindeki tutumu arasında ciddi farklılıklar vardı.
Tarihte karşılaştığımız şiddet eğilimli hareketlerden, biri Hz. Peygamber’in vefatından sonra ortaya çıkan, diğeri ise günümüzde karşılaştığımız iki hareket üzerinde durarak yaklaşımları hakkında bilgi vermeye çalışacağız. Bu iki hareket de şiddeti dinî referanslarla temellendirmeye özel önem verir. Hatta dinlerinin kendilerine şiddeti kullanma izni verdiğini ve bunun bir görev olduğunu savunan hareketlerdir.
İslam dininin mensupları arasında şiddetten beslenen bu insanlar bir yana din ile şiddet arasında doğrudan bir bağ olduğunu savunan ve bu yolla dinler üzerinde olumsuz bir algı operasyonu düzenleyen kişi ya da gruplarla da karşı karşıyayız. Bu tutumun sahiplerini ve bunların bağlı oldukları mahfilleri de göz ardı etmemek gerekir. Biz burada, şiddeti dinle ilişkilendiren ve kendilerini “İslam” ile özdeşleştiren dinî gruplar hakkında genel bir değerlendirme yapmaya çalışacağız. Bu anlayışla İslam Tarihi’nin erken döneminde karşılaşmamız bizi şaşırtmamaktadır. Zira bunun sosyal ve siyasi nedenleri mevcuttur.
Medine döneminin son yıllarında Hz. Peygamber’in getirdiği mesajı yeterince özümseyemeyen bazı kabileler arasında İslam’ın hızlı bir yayılma sürecine girdiği bilinmektedir. İlerleyen yıllarda şiddet eğilimi yüksek olan bazı grupların özellikle bu kabilelerden Kuzeyli olan bazıları arasında taraftar bulduğu bilinmektedir. Bununla birlikte şiddetin bir yöntem olarak benimsenmesini sadece buna bağlamamız uygun olmaz. Şiddeti besleyen başka etkenler de mevcuttur. Mesela kişisel eğilimler, bunlardan biridir.
Hz. Peygamber’in vefatının üzerinden yaklaşık çeyrek asır geçmişken Müslümanların halifesi Hz. Osman, kendisine muhalif olan ve Basra, Kûfe ve Mısır eyaletlerinden gelen bir grup tarafından evinde bir süre kuşatıldıktan sonra öldürüldü. Şiddet eğilimi, Müslümanların halife olarak biat ettiği, görevi başındaki Hz. Osman’ın katledilmesiyle fiiliyata dökülmüştü. Bu olay, bundan sonra beş yılı aşkın bir süre devam eden iç savaşın tetikleyicisi oldu. Hz. Osman’ı öldürenler, takip eden yıllarda bu cinayetin meşru olduğuna dair delilleri oluşturmak için epey gayret gösterdiler.
Hz. Osman’ın katlinden sonra Hz. Ali’nin hilafet yıllarında şiddet eğiliminin -özellikle muhalifleri tarafından- Hariciler olarak isimlendirilen grup tarafından bir mücadele yöntemi olarak kullanıldı. Hariciler, önceleri Hz. Ali’nin ordusundayken Hz. Ali ile Muaviye arasında savaşa neden olan sorunun tahkim yoluyla çözülmesine karar verilmesi üzerine Hz. Ali’ye tepki gösteren bir grup olarak ortaya çıktı. Hz. Ali’yi ve muhaliflerini tekfir eden bu grup, bazı ayetleri sloganlaştırarak muhaliflerine saldırabiliyor; kendilerinde, onlar gibi düşünmeyen insanların canlarına ve mallarına saldırı hakkı buluyorlardı. Hz. Ali ile Nehrevan’da savaştıktan birkaç yıl sonra Hz. Ali’yi suikast sonucu katleden bu grubun içinden bazıları şiddeti ileri boyutlara götürerek kendilerinden olmayan bütün Müslümanları müşriklerle bir kabul ederek saldırıda beis görmemişlerdir.
Haricilerin isyan ve saldırıları bazı dönemler azalsa da Abbasi döneminin ortalarına kadar devam etti. Ancak bazı Hariciler, daha mutedil bir çizgiyi tercih ettiler. Onlar, eylem yerine itikadi ve dinî konuları tartışarak görüşlerini oluşturdular.
Son asırlarda şiddeti bir mücadele aracı olarak kullanan ve bunu dinî referanslarla temellendirmeye çalışan modern bazı gruplar ortaya çıktı. Selefi denen bu gruplar, kendilerinin tarihsel temellerini Haricilere dayandırmamaktadırlar. Bilakis kendilerini Ahmed b. Hanbel ve İbn Teymiyye gibi ehlihadis âlimlerinin çağdaş mümessilleri olarak görmektedirler.
Son dönemlerde, ABD’de 11 Eylül 2001 yılında başta Dünya Ticaret Merkezi’nin ikiz kulelerine olmak üzere yapılan saldırılar ve buna karşı Batı’nın insan hak ve özgürlüklerini zorlayan, hatta yer yer hiçe sayan tutumları, şiddet eğilimli hareketleri besleyen etkenler arasında zikredilmelidir. Zira şiddet, şiddetten beslenen bir olgudur.
Harici gruplardaki fikri bölünme, Selefilik için de söz konusu olmuştur. Günümüzde kendilerini Selefi olarak tanımlayanlar arasında birbirlerini tekfir edenler dahi vardır. Bu dönüşüm, farklılaşma ve bölünme, bütün hareketler için mukadder olduğu gibi Selefilik için de kaçınılmaz olmuştur.
Haricilikle Selefiliğin ortaya çıktıkları koşullar ve beslendikleri kaynaklar farklı olmakla birlikte nassa yaklaşımları birbirine benzemektedir. İki grup da nassı bağlamı çerçevesinde anlamaya çalışmak yerine zahirî bir okumayla görüşlerini temellendirmeye çalışmaktadırlar.
Haricilerle günümüz şiddet eğilimli hareketlerinin kullandıkları ayetler hemen hemen aynıdır. Kur’an-ı Kerim’i bütüncül bir gözle okumak yerine birkaç ayeti sloganlaştırarak onun üzerinden bir meydan okuma söylemi geliştirmektedirler. Ancak Selefiliğin Haricilerden önemli bir farkı, İslam medeniyetinin tarihsel tecrübesiyle âlimlerin çeşitli çalışmaları sonucu günümüze ulaşmış olan hadisler hakkında güvendikleri âlimlerin değerlendirmelerini dikkate alıp referans olarak kullanmaktadırlar. Ayrıca görüşlerini temellendirmek amacıyla saygı duydukları âlimlerin kitaplarından da nakiller yapmaktadırlar.
İki dönemde de ortaya çıkan hareketlerin bazı ortak yönleri bulunmaktadırlar. İki hareket de İslam dünyasının kriz yaşadığı dönemlerde ortaya çıkmıştır. Hariciler, bir halifenin katledildiği, onun yerine seçilen bir diğerine karşı isyanların olduğu bir dönemde, dinin temel naslarından uzaklaşıldığı savıyla ortaya çıkmıştır. Son asırlarda ortaya çıkan hareketler de İslam dünyasının yaşadığı derin kriz ortamında gelişmiştir.
İki hareketin de öze dönüş ve Allah’ın emirlerini hakkıyla yaşama ve yaşatma iddiası vardır. Bu hareketlerin, gerek geleneği göz ardı etmeden, gerekse gelenekle hesaplaşarak ve hatta onu reddederek öze dönüşü teklif eden diğer grup ya da kişilerden ayrı olduğu unutulmamalıdır. Söylemleri ve kullandıkları kavramların birbirine benzemesi, bütün bunların toptancı bir bakış açısıyla bir tek hareketin mensupları olarak görülmeleri yanlışına düşülmesine sebep olabilir.
Şiddeti yöntem olarak kullanan Harici ve çağdaş Selefi gruplar, tekfirci bir yaklaşımla kendileri gibi düşünmeyen unsurları İslam dairesinin dışına atmak suretiyle ötekileştirmekte, böylece onlara karşı girişecekleri şiddeti meşrulaştırmaktadırlar. Bu yaklaşıma göre İslam dairesi de, insana bırakılan içtihat alanı da oldukça dardır. Tekfir silahını birbirlerine karşı kullanmaktan çekinmemektedirler.
Dinî söylemlerinde kullandıkları kavramlar arasında da bazı benzerlikler bulmak mümkündür. En çok öne çıkan kavramlar, mürtet, müşrik, kâfir, münafık, Bel’am ve Tağut’tur. Bu kavramların dinî dayanakları Kur’an’dan temellendirilmektedir. Cihat, eylemlerinin meşrulaştırılması için önemlidir.
İki hareketin tarih okuma biçimi birbirine benzemektedir. Hz. Peygamber dönemi İslami yaşantısını ihya etmek, Hz. Peygamber döneminde olduğu gibi Allah’a itaati gerçekleştirmek önemli bir yaklaşımdır. Bununla birlikte Haricilerin tarihe bağlılıkları daha zayıftır. Nazil oldukları dönemin koşulları dikkate alınarak okunması gereken bazı ayetleri, bağlamından tamamen bağımsız bir şekilde okumaya tabi tuttukları gibi, Hz. Peygamber dönemi de dönemin koşulları dikkate alınmadan tekrar yaşatılmaya çalışılmaktadır.
Haricilerin de Selefilerin de ortak özellikleri, gençlerin ilgisini çekebilecek söylemler olmalarıdır. Onların dünyasında siyah ve beyaz çok açıktır. Gri alan ya yoktur, ya da oldukça sınırlıdır. Bu sebeple müsamahakâr olmak yerine katı bir tutum takınmayı tercih ederler.
Son olarak şunu da ifade etmeliyiz ki; günümüzde ortaya çıkan hareketlerin istihbarat örgütlerinin faaliyet alanlarından bağımsız düşünülmesi yanlış olur. Zira bugün dünyada büyük bir rekabet, mücadele ve hatta adı konulmamış bir savaş mevcuttur. Ayrıca dünyanın birçok yerinde sıcak çatışmalar yoğun bir şekilde devam etmektedir.
Dünyada olup bitenin, birçok aktörün müdahale ve mücadele alanı olduğunu, bir kısmı iyi niyetlerle yola çıkılmış olsa bile, büyük resim içinde kullanılmış olmamasının kuvvetle muhtemel olduğu bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu da göz ardı etmemeliyiz.