Makale

İnsan Hayatındaki Aşırılıklar ve İtidal Çizgisi

Doç. Dr. Fikret Karaman
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

İnsan Hayatındaki
Aşırılıklar ve itidal çizgisi

İnsan; diğer canlılara göre daha özellikli bir biçimde yaratılmıştır. Onun bedensel yapısı, huyu, tabiatı, göre- _ vi, sorumluluğu, daha da önemlisi var oluş sebebi ve hikmeti diğer varlıklardan çok daha farklıdır. Bu yüzden Yüce Allah onu, bütün varlıklar arasından seçerek sorumlu ve muhatap kabul etmiştir. Diğer bir ifade ile insan, biyolojik yaratılışının yanında, psikolojik ve sosyolojik yönden de çok yüklü ve komplike bir varlık olarak donatılmıştır. Galip Dede, onun bu hassas yapısını şu beytiyle özetlemiştir:
"Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen,
Merdüm-i dide-i ekvan olan Âdem’sin sen."
Hatırlanacağı üzere ilk insanın yaratılışı, meleklerin bile itirazına sebep olmuştur. Onun davranışlarında aşırı gideceği, fesat çıkaracağı hatta kan dökebileceği (Bakara, 30) dile getirilmiştir. Oysa ki Allah, onu olgun, en güzel bir biçimde ve mutedil bir çizgi üzerinde yaratacağını bildirmiştir. Nitekim kamu vicdanı ve akl-ı selim de bunu desteklemektedir. Ancak hayat; insan için iyi veya kötü faaliyetlerin sergilendiği bir imtihan alanıdır. Bu nedenle insana; bazı ayetlerde işaret edildiği gibi doğru yol gösterilmiş olsa bile, onlardan bir kısmının şükrettiği bir kısmının da nankörlük ettiği (İnsan, 3) belirtilmektedir. İşte onlar, bu tutum ve davranışlarındaki sapmalara ve aşırılıklara göre, iyiliğin veya kötülüğün sembolü olmaktadırlar. Biz bu yazımızda, insan hayatının bir parçası haline gelen davranış ve aşırılıkların kişiliğin gelişmesine olan etkisi ile yine kişiliğin olgunlaşmasını sağlayan itidal çizgisi üzerinde durmaya çalışacağız. Allah’ın rızası; kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğu doğru yol "sırat-ı müstakim" üzerinde olanlardan yanadır. (Fatiha, 6-7) Nitekim insanlığa peygamber gönderilmesi ve onların akıl, iman, düşünce, göz, kulak, el, ayak, yüz ve ağız gibi nimetlerle donatılması da bunun diğer bir belirtisidir. O halde itidal çizgisinin; insanın kişiliği, sosyal hayatı, aşırılıkları ve davranışları açısından çok önemli bir yeri vardır. Şimdi sırası gelmişken itidal kavramını tanımlayarak konuya başlamanın daha yararlı olacağını düşünüyoruz.
İtidal; sözlükte, "iki aşırı tutum ve davranış arasındaki orta hâl" şeklinde ifade edilmiştir. Ancak genel bir çerçeve olarak ele alındığında itidal;
orta hâlde bulunma, ölçülü ve ılımlı olma, soğukkanlılık, denge, düzgünlük ve doğruluk gibi anlamlara gelmektedir. Felsefe kültürünün İslâm dünyasında gelişmesiyle birlikte itidal kelimesi, "mizaç, karakter ve ahlâkta aşırılıklardan uzaklık, ılımlılık ve denge" manasında kullanılmış olup, böylece ahlâk ve psikoloji bilim alanında da sıkça tekrarlanmıştır. Ayrıca itidal kavramı, eski tıpta insan vücudunda varlığı kabul edilen dört unsur sayesinde organizmanın düzenli ve sağlıklı işlemesiyle; insanın kişiliğine olan etkisini de ifade eder. Edebiyatta ise; "şiirin vezin kurallarına uygunluğu" anlamına gelir.
Kur’an-ı Kerim’de itidal kavramına; aynı kökten gelen "adele" fiili ile insanın itidalli, uyumlu ve düzgün bir yapıda yaratıldığına işaret edilmiştir: "Ey insan! Seni yaratıp seni düzgün ve dengeli kılan, seni istediği bir şekilde birleştiren, ihsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?" (İnfitar, 6-8) Diğer bazı ayetlerde de; insanın hırslı, aceleci ve karşılaştığı nimet ve sıkıntılara tavır alacak biçimde yaratıldığı açıklanmaktadır: "Gerçekten insan, pek hırslı (ve sabırsız) yaratılmıştır. Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder. Ona imkan verildiğinde ise pinti kesilir." (Mearic, 21) Görüldüğü gibi bu ayetlerde, insanın hayatında karşılaşması muhtemel olaylara göre, sergilediği tutum, davranış vegenel karakteri çizilmektedir. Özellikle başına bir hastalık ve fenalık geldiğinde, aceleci, hırslı, dayanıksız, sabırsız ve çabuk usanma gibi haller ön plana çıkmaktadır. Yüz hatları, konuşması, rengi, davranışı hatta nefes alış verişi bile değişmektedir. Fakat bir iyiliğe, servete, sağlığa ve mevkiye erişince de cimrilik eder. Başkalarına yardım etmez. Bu nimetleri, başarısından dolayı kazandığını ima eder. Mesleğine ve çevresine karşı davranışları hemen değişir. Bu belirgin durum bazen onun kişiliğini ve karakterini de etkilemektedir. Fakat söz konusu örnek; insanın mutlak olarak bu şekilde yaratıldığı anlamına gelmez. Çünkü Allah, bu tür huy ve karakter sahiplerini kınamaktadır. Eğer kendisi insanı böyle bir özellikte yaratmış olsaydı onu kınamazdı. Tersine O insanı; iyiliği veya kötülüğü birbirinden ayıracak şekilde yaratmıştır. Böylece iyiyi veya kötüyü tercih yetkisi, insanın kendisine bırakılmıştır. Ancak şu da var ki, onun yetiştiği çevre ile adet hâline getirdiği davranışlar, bu konudaki duruşunu ve tavrını etkilemektedir. Aynı ayetlerin devamında iyi ve hayırlı işler başaran insanın davranış ve karakterinden ise olumlu ve başarılı olarak söz edilmektedir. Buna göre: namazını kılan, mallarından yoksula bir pay veren, kendisinin ve eşinin iffetini koruyan, emanete riayet eden, sözlerini tutan ve gördükleri olaylara karşı doğru tanıklık edenler, sağlam karakterli kimseler olarak değerlendirilmişlerdir. Bunların kişilikleri gelişmiş, kemale ermiş ve kendilerine öz güvenleri vardır.
İtidal kelimesi hadis literatüründe ise; rükudan ve secdeden kalkma, doğrulma, bekleme, dinlenme ve sükuna kavuşma gibi sözlük anlamlarda kullanılmıştır ki, bu da kelimenin kök anlamı olan "aşırılıktan kaçınma" ile ilgilidir. Fakat genel olarak Hz. Muhammed (s.a.s.) bütün iş, söz ve davranışlarında aşırılıklardan kaçınmayı tavsiye etmiştir. Özellikle geçmiş toplumların aşırılıkları nedeniyle helak olup yok olduklarını haber vermişlerdir: "Dinde aşırılıktan sakının. Çünkü sizden öncekiler, dinde aşırı gittiklerinden ötürü helak oldular." (Ibn- i Hanbel, Müsned, 4/127) Bu aşırılık ister dini anlamda olsun ister dünyevileşme anlamında olsun her ikisi de kınanmıştır. Gerçekten Kur’an ve sünnet, dinin amaç ve ruhuna uygun her şeyi bildirmiştir. Hakkında hüküm bulunmayan hususlarda ise serbest bırakılmıştır. Çünkü helal ve haram bellidir. Allah insanlar için güçlük dilemediği gibi, kendisine dua ederek kolaylık istememizi de emretmiştir: "Ya Rabbi! Bizden öncekilere yüklediğin ağır yükleri bize yükleme!" (Bakara, 286) "Allah sizin için kolaylık İster, zorluk İstemez." (Bakara, 185) "Allah sizden yükünüzü hafifletmek ister. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır." (Nisa, 28) Daha önce açıklandığı gibi Hz. Peygamber (s.a.s.) da söz, fiil ve diğer bütün davranışlarında kolaylık ilkesiniön planda tutmuştur. O, dünya işlerinde iki şey arasında serbest bırakıldığında -günah olmadığı müddetçe- kolay olanını tercih ederdi. (Buhari, Edeb, 80) İşleri zorlaştırmaz daima kolaylaştırırdı. Ayrıca ürkütüp nefret ettirmezdi. (Buhari, Edeb, 80) Yine diğer bir hadiste, dinin insan hayatında bir kolaylık ve denge unsuru olduğu şöyle açıklanmıştır: "Şüphesiz ki, bu din kolaylıktır. Hiçbir kimse yoktur ki, bu din hususunda (amellerim eksiksiz olsun diye) kendisini zorlasın da din ona galip gelmiş olmasın (ve erinip büsbütün amelden kesilmesin). Öyle olunca ortalama gidin. (Eğer en mükemmelini yapamazsanız, ona) yaklaşın, (az olsa da devamlı amel ve ibadetten dolayı) sevinin; sabah akşam ve gecenin bir bölümünde (ibadette başarılı kılmasıiçin Allah’tan) yardım isteyin." (Buhari, İman, 28)
Günümüzde bir çok insan bilgi yetersizliğinden dolayı; "en faziletli ibadet, en zor yapılan ibadettir." anlayışının etkisinde bulunmaktadır. Bu yüzden kolay olanı ve hoş görüyü bırakıp, kılı kırk yararak daha zor olanı tercih etmektedir. Belki de dinin emrettiğinden daha çok dindar olmanın yollarını aramaktadır. Oysa ki bu tür güç ve zahmete dayalı bir din anlayışıyla sürekli ibadet mümkün olamaz. O mutlaka bir gün yorgun düşer. Aciz ve çaresiz kalır. Neşe ve heyecanını kaybeder. Bir müddet sonra da farkında olmadan hem dinini hem dünyasını ihmal etmeye başlar. Nitekim bir gün ashaptan üç kişi Hz. Peygamber (s.a.s.)’in evde olmadığı bir anda gelerek, eşlerinden Resûlullah’ın ibadeti hakkında bilgi almaya çalışmışlardı. Kendilerine bilgi verilince, aralarında şöyle bir konuşma geçti. "Biz nerede, Peygamber nerede? Üstelik Allah, onun geçmiş ve gelecek hatalarını da bağışlamış, ona olan nimetlerini tamamlamış ve doğru bir yola iletmiştir." (Fetih, 2) Bunun üzerine içlerinden biri; "Ben bundan böyle geceleri daima namaz kılacağım" dedi. Diğeri, "Ben her gün oruç tutacağım" şeklinde bir düşünceye kapılmıştı. Üçüncüsü de; "Aile hayatını bırakarak inzivaya çekileceğim" kararını vermişti. Durumdan haberdar olan Hz. Muhammed (s.a.s.) bir hutbe ile, onların da hazır bulunduğu bir toplantıda şöyle buyurmuşlardı: "Bazı kimselerin kendi aralarında şöyle konuştuklarını duydum. Onlar bu sözleriyle ne yapmak istiyorlar? Dikkat ediniz! Allah’a yemin ederim ki ben, sizin Allah’tan en çok korkanınız ve en çok takva sahibi olanını- zım. Buna rağmenbazen oruç tutarım. Bazı günlerde de tutmam. Vakit namazlarını veya gecenin bir bölümünde nafile namazı kılarım. Diğer bölümünde ise uyur ve istirahat ederim. Kadınlarla da evlenirim. İşte benim sünnetim ve hayat yolum budur. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir." (Buhari, Nikah, 1)
Benzer örnekleri çoğaltmak mümkündür. Fakat yeri gelmişken şu konuya bir kez daha dikkat çekmekte yarar görüyorum. Hiç kimse yaşadığı yerin ve bölgenin etkisinde kalarak; örf, âdet, bid’at, hurafe ve şekilciliği din olarak tanıtmaya kalkmamalıdır. Sübjektif ve duygusal değerlendirmelerle, dinin helal ve haram sınırlarını zorlamamalıdır. Önümüze çıkabilecek kişisel ve toplumsal problemler, vahiy, akıl ve bilimin ışığında değerlendirilmelidir. Bu durumda inanç ve ibadet başta olmak üzere; yeme, içme, giyim ve kuşam dahil hayatın her alanında itidal denilen denge ve ölçüye riayet edilmelidir. Dünya nimetlerine karşı; sabır, kanaat, züht ve tevekkül gibi anlayışlarla tasavvuf ve tarikatların arka planına sığınarak, dünyaya büsbütün sırt çevirmek de doğru değildir.
Bu kavramların gerçek anlamını ve amacını görmezlikten gelerek başka zemine kaydır- mamalıdır. Dünyada ve çevremizde olup biten olaylara ön yargılı yaklaşılmamalıdır. Kişisel inanç, ibadet ve düşünceden dolayı başkasının özgürlük alanı kısıtlanmamalıdır. Sevgide ve nefrette de ölçülü davranılmalıdır. Bugün çok sevilen bir kişi yarın nefret edilenlerin listesine dahil olabilir. Zaman içinde bunun tersi de geçerlidir. Çünkü aşırı tarafgirlik ve sevgiden dolayı gözler hatayı görmüyor. Aslında bu tür aşırılığın bir adım ötesi de fanatikliktir. Bir spor takımını, bir siyasi partiyi, bir kulübü,bir sendikayı veya bunlara benzer bir grubu ve tüzel kişiliği, basireti kapalı bir şekilde ifrat derecesinde savunanların da görüş, düşünce ve kişiliklerinin sağlam, objektif ve hatasız olması beklenemez.
Konuya son verirken tekrar insanın ölçülü, dengeli ve istikrarlı olmasını sağlayan değerleri hatırlatmakta yarar vardır. Bu değerler; iman, ilim, ibadet, ahlâk, adalet, çalışma ve doğruluk olarak özetlenebilir. Bu husus bir ayette şöyle ifade edilmiştir: "Seninle yanında hak yola dönenlerle birlikte, sana buyurulduğu gibi dosdoğru ol! Aşırı gitmeyiniz; çünkü Allah, yaptıklarınızı çok iyi görmektedir." (Hud, 112) Burada geçen "istikamet" kavramı Kur’an’da,"bütüncü, devamlı, tutarlı dindarlık ve dini hayat" gibi anlamları da ifade etmektedir. Böylece İslâm dininin temelini teşkil eden iki önemli ilkeye işaret edilmiştir: Emrolunduğu gibi dosdoğru yaşamak ve haddi aşmamak, diğer bir ifade ile Allah’ın belirlediği sınırların dışına çıkmamaktır. Çünkü bunlar; mümini aşırılıklardan koruyan, davranışlarını düzenleyenve onu itidal çizgisi üzerinde tutan iki önemli haslettir.