Makale

Kur'an Penceresinden Dünya ve Dünyevi Hayata Bakış

Yrd. Doç. Dr. Mustafa Öztürk
Çukurova Univ. ilahiyat fakültesi

Kur’an Penceresinden
Dünya ve Dünyevi
Hayata Bakış

Dünya (ed-dünyâ) Kur’an’da ahire- tin (ed-dâru’l-âhire) mukabili olarak sıkça zikredilen ahlâkî içerikli bir terimdir. Fakat tarihsel süreçteki yaygın kullanımında, insanoğlunun filhâl tecrübe ettiği fânî hayatın coğrafî mahalline karşılık gelen bir manâya hasredilmiştir. Diğer bir deyişle, dünya kelimesi muhtemelen yeryüzü ile şu anki hayat arasındaki organik bağdan dolayı • zaman içinde muayyen (seküler) bir hayat tarzının sıfatı olma özelliğini kaybederek, ay feleğinin altındaki varlık alanının özel ismi hâline gelmiştir.
Kelimenin anlam hayatındaki bu değişim/dönüşüm kayda değer bir semantik daralmaya işaret etmektedir. Çünkü dünya, bilhassa "hayat" kelimesiyle birlikte zikredildiği ayetlerin hiçbirinde, insanların şu an yaşadıkları hayatın coğrafî mahalli anlamında kullanılmamıştır. Kur’an’da bu manâyı karşılayan kelime, "yeryüzü/yerküre" anlamındaki "arz" kelimesidir. Dünya, Arap dil bilimcilerine göre, "yakınlık ve yakın olmak" anlamındaki dünüv kökünden; yahut "alçaklık, bayağılık, değersizlik" anlamına gelen denâet kökünden türetilmiş olan ednâ kelimesinin ism-i tafdilidir. Buna göre dünya, "en yakın" ve/veya "en bayağı" anlamına gelir.
Dünya kelimesinin Kur’an’da zaman ve mekân itibariyle yakınlık mı yoksa alçaklık/süflîlik ve bayağılık anlamında mı kullanıldığı meselesi, dil bilimsel tahlillerle halledilebilecek nitelikte değildir. Bu yüzden kelimenin iştikâkından kaynaklanan iki farklı anlamdan birini aslî-zâtî, diğerini izâfî-itibârî addetmek için hâricî karineleri dikkate almak gerekir. Dünya hayatını (el- hayâtü’d-dünyâ) niteleyen ayetler buradaki anlam tercihiyle ilgili en güçlü karine mesabesindedir. Nitekim ilgili ayetlerdeki "oyun" (la’ib) ve "eğlence" (lehv) gibi olumsuz nitelemeler açımlandığında, dünyanın gerçekte değersiz anlamına geldiği fikrine itiraz etmenin pek mümkün olmadığı görülecektir.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki, dünya kelimesi Kur’an terminolojisinde tasvir edici (descriptive) değil, anlam ve değer katicı (significative) bir delalete sahiptir. Daha açıkçası dünya coğrâfî değil, ahlâkî bir içerik taşır. Aynı içerik yaklaşık yetmiş ayette dünyanın mevsu- fu olarak zikredilen "hayat" sözcüğünde de mevcuttur. Ancak hemen belirtelim ki, el-haya- tü’d-dünyâ terkibindeki pejoratif içerik bizatihi kozmik varlığa değil, Yûnus suresi 7. ayette de işaret edildiği veçhile nihâî saadeti bu geçici varlık meskeninde aramakla eşdeğer bir seküler hayat tarzına mütealliktir. Kaldı ki Kur’an’ın sarih beyanlarına göre evrendeki mevcudat salt nesneler kümesi değil, Allah’ın ulûhiyet ve rubûbiyetini tanıtlayan birer kutsal simgedir (ayet). Dolayısıyla her biriminde bir kutsallık imgesi bulunan varlık âlemindeki değerlilik ve değersizlik, kendisine kullukla sınanma (belâ-ibtilâ) misyonu yüklenen insanın yapıp etmeleriyle ilgili niteliklerdir.
Muhtelif ayetlerde dünya hayatının bir oyun, eğlence, meta, süs (ziynet) ve aldanış (ğurûr) vesilesi olduğu belirtilmiştir. Mesela Hadîd suresi, 20. ayette insanoğluna şöyle hitap edilmiştir: "Bilin ki (ey insanlar), bu dünya hayatı sadece bir oyundan (la’ib), geçici bir eğlence ve güzellikten, birbirinizle büyüklük yarışına girmenizden ve daha fazla servet ve daha fazla çocuk sahibi olma hırsınızdan ibarettir. Bu (dünyanın) durumu tıpkı şuna benzer: Yağmurun yeşerttiği bitki çiftçilere (küffâr) sevinç verir; ama sonra gözlerinin önünde sararır ve nihayet (çürüyüp) toprağa karışır."
Arapça’da la’b-la’ib kelimesiyle ifade edilen "oyun", Kur’an sözlüklerinde, "sahih bir maksada matuf olmayan her türlü fiil" şeklinde tanımlanmıştır. Çeşitli müştakları "dolap çevirmek, bir işte hile ve sahtekârlık yapmak" gibi anlamlar da içeren laib kelimesinin Kur’an’daki bu kullanımı dünya hayatının aldanış vesilesi olmasına bağlanmıştır. Kur’an’da dünya hayatını zemmetmek için kullanılan bir diğer kelime de, "insanı aslî amaç ve işinden alıkoyucu uğraş" şeklinde tanımlanan "lehv"dir.
Kur’an’da dünya hayatının oyun ve eğlenceden ibaret olduğuna vurgu yapılması, esas itibariyle vahiy dönemindeki Arap toplumunda dünyanın yegâne hayat ve hakikat alanı olarak görülmesi ve buna bağlı olarak kolektif bilinçte bu hayattan maksimum haz alma ya da dünyevî imkânlardan azami çıkar sağlama isteğinin hüküm sürmesiyle irtibatlıdır. Nitekim anılan toplumun kültüründe müzik, raks, fuhuş, içki ve kumarın çok yaygın olduğu bilinmektedir.
Dünyevi olan her şeyin hem değersiz hem de gelip geçici olduğu, birçok ayette "metâ" kelimesiyle belirtilmiştir. Tefsirlerde metâ, "kendisinden geçici olarak faydalanılan her şey" diye tarif edilmiş; ayrıca kelimenin eğlence, eğlenme ve hoş vakit geçirme anlamına geldiği de söylenmiştir. Dünyevi metâ ve/veya imkânların gelip geçiciliği bazı ayetlerde de "araz" diye nitelendirilmiştir. (Bkz. Nisâ, 94; Nur, 33) Müslümanların birkaç kuruşluk dünya menfaati için faziletten ödün vermemeleri ve Allah katındaki ödülü gözden çıkarmamaları gerektiğine dikkat çeken bu ayetlerdeki "araz" kelimesi, "sebat ve sürekliliği bulunmayan şey" anlamına gelir.
Bu dünyanın metâı Nisâ, 77. ayette "az" (metâu’d-dünyâ ka- lîl) diye nitelendirilmiş ve dünyevî keyfin çok kısa ömürlü olduğuna ilişkin bu nitelemenin ardından, Allah’a saygıda kusur etmeyen kullar (müttakîler) için en iyi yurdun ahiret olduğu bildirilmiştir. Tevbe, 38. ayette ise dünyevî hayattaki metâın ahi- rettekine göre çok az olduğu belirtilmiştir. Dünya hayatının çok az ve çok kısa ömürlü metâ- ları, Âl-i Imrân, 14. ayette kadınlar, erkek çocuklar, altın, gümüş, soylu ve salma atlar, sağmal hayvanlar ve ekinler şeklinde sıralanmıştır. Bu ayette anılanlardan bir kısmının Ortaçağ tarım toplumu insanının arzu ve isteklerine hitap ettiği müsellemdir. Ancak burada birer örnek kabilinden zikredilen metâ- ların kısmen yerel ve tarihsel nitelik arz etmesi gayet tabii olup, bunların yerine modern metâla- rı ikame etmek de pekâla mümkündür. Zira karşı cinse duyulan ilgi (kadın), soyunun devam etmesi arzusu (erkek evlat), sermaye sahibi olma isteği (altın ve gümüş) gibi hususlar, zamana ve mekâna göre değişkenlik arz etmeyen en temel beşerî vasıflardır. Fakat sonuçta hepsi birer gelip geçici ve aldatıcı menfaatten ibarettir. Çünkü Kur’an’a göre bizatihi dünya hayatı aldatıcı bir metâdır.
Kuşkusuz bu hayatta bize verilen her şey bir metâdır (Kasas, 60); fakat bu metâların kendilerine râm olunmayı hak eden bir özsel değeri yoktur. Metâ kelimesiyle aynı kökten türetilen fiilin birkaç ayette inkârcıların dünyevî hayatlarını tasvir ve takbih edici bir bağlamda kullanılmış olması da bu gerçeğe işaret eder. (Bkz. İbrahim, 30; Nahl, 55; Hicr, 3; Rûm, 34; Zümer, 8; Muhammed, 12) Kur’an’a göre dünya hayatı aynı zamanda bir ziynettir (süs). Ancak süs ve süslenmeden elde edilmek istenen şey, çirkin olanı güzelleştirmek, noksanı tamamlamaktır. Oysa ârızî olan bir şeyin zâtî olana mukavemet gösteremeyeceği çok iyi bilinmektedir. Ayrıca dünya fâni ve fasit olduğuna göre, insanın ondaki mefsedetleri izale etmeye takat yetirmesi de muhaldir. Bu sebepledir ki Allah bize, "Sakın ha, dünya denen bu hayat sizi aldatmasın!" (Lokman, 33; Fâtır, 5) diye ikazda bulunmuştur.
Dünya ve dünyevî hayatın çok kısa ömürlü cazibesi kimi zaman da mesellerle anlatılmıştır. Yunus suresi, 24. ayete göre bu dünyadaki hayat, tıpkı şu oluş ve bozuluşa benzer: Gökten yağmur iner ve bu yağmur suyunu insanlar ve hayvanlara besin sağlayan bitkiler emer. Derken, yeryüzü göz alıcı görkemine kavuşup adeta telli duvaklı bir gelin gibi süslenir. Bu sırada insanoğlu, yeryüzünün bu güzelliğine gerçekten sahip-malik olacağını zanneder; fakat bir gece vakti yahut gün ortasında İlâhî hüküm vaki olur ve böylece yeryüzünün daha dünkü muhteşem güzelliği sanki hiç mevcut olmamışçasına yok olup gider.
Evet, bu ayetteki edebî tasvirde de çok güzel ifade edildiği gibi, dünya hayatı ilk bakışta insanı cezbeden bir ziynet görünümündedir. Kur’an’a göre bu dünya hayatının en çarpıcı iki ziyneti, mal-mülk ve evlattır.
Ancak bu iki ziynetin birer fitne, yani çok riskli bir imtihan vesilesi olduğu unutulmamalıdır. Çünkü dünyevî olana karşı aşırı istek ve eğilim, kişinin ailesine yönelik koruma ve kayırma duygusu bazen insanı haddi aşmaya, dolayısıyla İlâhî mesajda açıkça ortaya konan ahlâkî ve manevî değerlere kayıtsız kalmaya sevk eder. İşte bu yüzden Allah, "Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız (sizin için) bir fitnedir" (sınama ve ayartma vesilesidir) demiştir. (Enfal, 28; Teğâbün, 15)
Bize bu hayatta sunulmuş olan her şey birer dünyevî meta ve süs olmakla birlikte, Allah katındaki ödül hem daha hayırlı hem de daha kalıcıdır. (Kasas, 60) Bu nedenle dünya hayatının kısa ömürlü ziynetlerine tamah etmemek ve kimi inkârcılara sınanma vesilesi olarak bahşedilen dünyevî imkân ve güzelliklere göz dikmemek gerekir. (Bkz. Hicr, 88; Kehf, 28; Tâ-hâ, 131) Aksi halde dünyanın cazibesine kapılmak, dolayısıyla hakikatten sapmak işten bile değildir. Çünkü İlâhî beyana göre inkârcılar dünya uğruna ahireti feda etmişler, hayatı oyun ve eğlenceden ibaret gördükleri için dünyanın cazibesine kapılıp aldan- mişlardir. (Bkz. Bakara, 86; En’âm, 70; A’râf, 51)
Kur’an’da "ilk" anlamındaki ûlâ ve "hemen şimdi kazanıp şimdi harcama arzusu"nu kınama bağlamında âcile kelimesiyle de ifade edilen dünya ve dünyevî hayatın (Bkz. isrâ, 18; Kasas, 70; Necm, 25; Kıyâme, 20; insan, 27; Nâzi- ât, 25; Leyi, 1 3; Duhâ, 4) birçok ayette zemmedilmesinin aslî sebebini anlamak için, vahyin nüzûlü- ne tanıklık eden Arapların dünya ve ahiret telakkileri hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Vahiy dönemindeki Arap kültürüyle ilgili bilgilerden öğrendiğimiz kadarıyla, müşrik Arapların insan ve dünyanın fâni oluşuna dair hiçbir şüphesi yoktur. Ancak burada söz konusu olan fânilik, dünyadaki son nefesin ardından beşerî varlığın tamamen yok olması yahut ecel şerbetini içen insanın ademiyet ülkesine uğurlanması anlamına gelir. Ölüm, insanın varlık tecrübesindeki son durak olduğu için dünya biricik gerçektir; dolayısıyla bu hayatın ardına sarkan eskatolojik bir beklentiden söz etmek abestir. Müşrik Araplardaki bu inanış Kur’an’da şöyle ifadelendirilmiştir; "(Ahiretin gerçekliğine inanmayan Araplar) Dediler ki; Hayat bu dünyada yaşadığımızdan ibarettir. [Biz burada] yaşar ve ölürüz. Bizi yokluğa sevk eden güç, zamandan (dehr) başkası değildir." (Câsiye, 24)
Bu ayette özetlenen dehr telakkisi, pesimist ve materyalist olduğu kadar da nihilist bir karaktere sahiptir. Bu nihilizmin Mekkeliler arasındaki tezahürü, dünyada refah içinde yaşama arzusu olarak kendini göstermiştir. Çünkü "dünya hayatından ötesi yoktur" şeklindeki inanç, Arapları ister istemez "dem bu demdir" düşüncesiyle, tıpkı şair Nedim’in, "Gülelim, oynayalım kâm alalım dünyadan" mısraında dile gelen bir hayat tarzına sevk etmiştir. Şehevî arzu ve isteklere son derece cömert dav- ranıldığı, dünyevî imkânların adeta yağmalandığı bu hayat tarzı, en çarpıcı biçimde Mualla- ka-i Seb’a (Yedi Askı) şiirlerinde tasvir edilmiştir.
Benzer şekilde Kur’an’daki pek çok ayette de dünya hayatı tahkir ve tezyif edilmektedir. Ancak Kur’an, müşrik ve materyalist Arapların aksine her şeyin burada başlayıp burada bittiği inancını çok kesin bir dille reddetmenin yanında, temel bir öğreti olarak vazettiği ahiret inancıyla insanın sonsuzluk hasretini dindirmekte ve böylece ölümden sonrasını yok saymaktan kaynaklanan umarsız derdine deva olmaktadır. Çünkü öteki dünyanın mevcudiyetine iman edildiği takdirde, fâni hayatın insanı kahretmesi söz konusu değildir. Oysa mevcut varlık alanından ötesine inanmayan Araplar için sonluluk, çok korkunç ve çözümsüz bir sorundur. Bu yüzden Araplar sorunu dünyevîleşme tercihiyle halletmeye çalışmıştır. İşte Kur’an böyle bir topluma hitaben, dünyevîleşme yönündeki aşırılığı törpüleyip, onları manevî değerlere yöneltmek için ahirete inanmayı temel şart olarak koşmuş ve bu inancı benimsetmek için dünyayı zemmetmiştir.
Dünya, her zaman mukabilini çağrıştıran erkek-dişi, karı-koca gibi ikiz kelimeler grubuna dâhildir. Dünyanın Kur’an’daki ikizi ise ahirettir. Nitekim birçok ayette bu iki kelime bir arada zikredilir; ayrı olarak zikredildik- lerinde ise mukabilini çağrıştıracak bir ifade serdedilir. Diğer taraftan Kur’an’da, dünya ile ahiret arasında daima bir tenazur (simetri) oluşturulduğu dikkat çeker. Ancak bu durum şimdiki hayattan büsbütün vazgeçmek gerektiğine işaret etmez. Bilakis ahiret için gerekli olan salih amelleri aksatmayan bir hayat kesinlikle anlam ve değer yüklüdür. Nitekim Kur’an’da dünyadaki her şeyin insanoğlu için yaratıldığı bildirilmiş; (Bakara, 29) ayrıca Müslümanlara şöyle dua etmeleri önerilmiştir: "Rabbimiz bize dünyada da ahirette de iyilik/güzellik ver." (Bakara, 201)
Özetlersek, yeryüzündeki hayat Allah’ın bize bir armağanıdır. Ancak bu hayat, dinî ve ahlâkî değerlere kayıtsız, ahirete duyarsız bir şekilde harcandığında büsbütün süflîleşir. Kur’an’da hayata sıfat kılınan "dünya", işte böyle bir süflî hayat tarzını ifade eder. Vahyin nüzulüne tanıklık eden Arap toplumunda, ahiret inancının yokluğuyla da çok yakından irtibatlı bir aşırı dünyevîleşme olgusu dikkate alındığında; Kur’an’ın dünyevî hayatı zemmetmesi, vahiy ortamındaki vasata hasredilebilir. Ne var ki böyle bir hasr kesinlikle yanlıştır. Çünkü dünyevîleşme, geçmişte olduğu gibi bugün de varlığını çok güçlü biçimde hissettiren tarih-üstü bir olgudur.