OK DOĞRU GİTMEZDİ DOĞRU OLMASA
Gülşen ÜNÜVAR
Dinle Gözüm!
Dinle, gözümde tüten, en az gençliğim kadar ırak diyarlarda benden haber bekleyen zatı muhterem. Dinlemek, konuşmaktan yeğdir elbet amma velakin salt kulakla olmaz bu dediğim. Gözünle, yüzünle, gönlünle ve dahi ruhunla dinleyebiliyorsan beni, ki böyle olduğunu biliyor ve hissediyorum, işte o vakit sözlerim adresine ulaşır, amacına nail olur.
İsterim ki bu kez gözünle dinleyesin beni. Gözünle hissedesin, gözünle göresin bendeki hevesi, heyecanı, telaşı ve merakı.
Ayın ilk dördünü ferini de alıp gökyüzünden usulca çekildiğinde gün yavaşça süzülüp arzıendam eyledi penceremde. Bu değiş tokuşu, görev devir teslimini mümkün mertebe kaçırmamaya çalışırım; ayın vedası, güneşin merhabası. Bir tüy hafifliğinde gelip baş ucuna konan ışığa hürmet etmez de ne yapar insan? Alelacele kalkıp kaleme kâğıda sarıldım, nicedir zihnimde derleyip topladığım havadisleri sana yazmam gerektiğini fark ettim. Gerçi çok düşünür, çok yazar, çok konuşur oldum son zamanlarda. Yaş kemale erince söyleyecekleri artıyor muydu insanın? Kendinden sonra geleceklere bir yol çizme çabasını, kılavuz hazırlama telaşını, denenmiş sınanmış ve en tatlı kıvamını almış aşların tarifini bırakma ihtiyacını koyan kim içimize? Körpe dalın vereceği sürgün yerini hesaplayıp dalı ona göre budayan elin, ardından gelecek ellere bir im bir iz bir güzergâh bırakması neyle açıklanabilir? Dizlerinde derman kalmayacak kadar ihtiyarlayan mübarek insanımız neden hâlâ tohumdan fidan, fidandan ağaç, ağaçtan orman oluşturmaya gayret etmekte, üstelik kendisinin hiçbir zaman göremeyeceği bir orman!
Vefa, insandan insana, insandan dünyaya kalabilecek en yüce duygulardan sadece biridir gözüm. Yarınlara bir şeyler bırakabilen insan, insanlığıyla anılmayı hak etmiş demektir. Bu bir orman da olabilir, ormanın içindeki en küçük ağacın dalında yaşayan serçenin rızkını düşünüp sofradaki kırıntıları bir kenara ayırarak merhamet duygusunu miras bırakmak da olabilir. Ve bıraktığın yerden bir başkası alır, yoluna devam eder. Hayır bırakırsan hayır olarak devam eder icraatın, şerse şayet senin istikametin şer ile yan yana gelir ismin, cismin, mirasın.
Bir bak evlat etrafına! Kimi körpe dalların budak yerlerini ezbere bilirken kimi de ağaçları kökünden kesmenin derdindedir; gölge etmesin diye. Kimi kaleme kâğıda sarılır, ölçer biçer kelimelerini, doluya koyar taşırmaz, boşa koyar ayırmaz, mürekkebinin son damlasına kadar iyiliğin güzelliğin methini yapar da mektup yazar. Mektubu okuyan el alır yazandan, dil alır, göz alır, öz alır, söz alır. Kaleminden hazel alır, kelimelerinden letafet, virgülünden hidayet, noktasından nihayet…
Eskilerin eskisi, onların da eskisi bak ne demiş gözüm; “Ok doğru gitmezdi doğru olmasa”* Gitmezdi elbet! Bir şeyin özü eğriyse kendisi nasıl doğru olacaktı, mümkün mü bu? Eğriye eğri, doğruya doğru!
Kişioğlunun oku menziline varır varmasına ama ok düzgün olursa adresini bulur. Okunu düzgününden seç evlat! Göz var izan var der büyükler, büyüğün ettiği laftan şaşılmaz, kılavuzun olmadan dağın yücesi aşılmaz. Karıncanın yuvasını gözeterek yol alan insan ile insana zulmedeni birbirinden ayırt et gözüm. Sadağında daima doğru, düzgün, muntazamca hazırlanmış okları bulundur. Başın dara düştüğünde elini atıp okunu alırsın sadağından, işini şansa bırakmadığın için eline hep düzgünü, en düzgünü gelecektir. Varsın bu da böyle oluversin diye yediemine aldığın çer çöp, yarın ya diken olur ayağına batar ya da gün gelir hedefinden şaşar. Bu böyledir; eğri ok eğri gider.
Diyeceğim o ki insan da ok gibidir evlat! Varacağı menzile ulaşabilmesi için kendini doğrultmasında fayda vardır. Kişi kendini nasıl doğrultur peki?
Zamanın behrinde, uzakların en uzağında bir okbaz yaşar idi. Yiğit mi yiğit, usta mı usta, cesur mu cesur bir insan kişisiydi bu okbaz. Yayını öyle bir gerer, okunu öyle bir atardı ki bir daha ne o oku bulan, ne de gören olurdu. Rivayet odur ki bu ok, üç günlük yol gider, arşa kadar çıkıp bulutlardan su içer, üç dağın arkasındaki dolunayla yârenlik eder de öyle iner yere. Bu yiğit kişinin attığı oklar dünyanın dört bir tarafını gezer görürler böylece. Hangi ok istemez ki böyle özgürlüğü?
Oklar gününü gün ede, yiğitse namını sürdüre… Günlerden bir gün yay dile gelir. Der ki; ömrümce hep elde tutuldum, ya eğildim ya iki büklüm oldum, hizmetimi kutsal saydım ve sayarım ancak ben de ömrümde bir kez ok gibi uzaklara gitmek, dünyayı gezmek, keyfimce bir yere düşmek isterim. Okbaz şaşar bu işe ama emektarını kırmak da istemez. Tamam der, bir ok gibi seni de göklere atayım, sen de gez gör tabiatı. Ama önce kendini doğrult da gel.
Yedi gün yedi gece düşünür yay. Sağ yanına yatar, soluna bükülür; sol yanına yatar, sağına bükülür. Ayak başına değer, baş ayağına. Amma velakin iki ucun birbirinden uzaklaşmasının mümkünatı olmaz. İşin içinden çıkamayan yay, ihtiyar huş ağacına varır ve derdini açar. Der ki aynı özden geliriz amma ok dosdoğrudur bense iki büklüm. Nedir bunun izahı? Ağaç dalgalanır ve der ki; okun fıtratında katılık, yayın fıtratında esneklik vardır. Ok katılaştıkça doğrulur, yaysa esnedikçe. Dağ katılaştıkça doğrulur, su çağladıkça. Velhasıl, doğruluk dışta değil özdedir. Özündür seni üç dağın ardına götürüp üç cihanda gezdiren.
Mektubuma son verir, gözlerinden öperim evlat. Selametle…
*Kutadgu Bilig