Makale

Modern Zamanlarda İnsan

Modern Zamanlarda İnsan

Doç. Dr. Aliye Çınar Köysüren
Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi

Günümüzde teknoloji, bir yandan insan varlığının yaşamını kolaylaştırırken öte yandan bazı bakımlardan tehdit etmektedir. Dolayısıyla teknoloji, iki ucu keskin bir bıçak görünümü vermektedir.
Alman düşünür Heidegger, Batı düşüncesinde teknikteki gelişmenin düşünceyi durdurduğunu söylemişti. O, düşüncenin düşmanı akıl derken de bunu ifade etmişti ve nihayetinde bu vurgu, bizim dünyamızdaki ifadesiyle, Yaratıcı’nın unutulmasını haber veriyordu. İnsanoğlu akılla gelişirken tefekkürü iptal etti; dahası varlıkla veya varoluşuyla bağını kopardı. “Teknik düşünmez.” diyen alman filozof, salt matematiksel aklın da düşünmeyeceğini, onun ürünleri arasında sıkışıp kalan insanın da düşünce tutulması yaşayacağını işaret ediyordu. Varoluşun nihai kaynağıyla sadece tefekkür irtibata geçebilir. Bu nedenle akıl, Varlık’la (Vücut) irtibata geçemez; sadece var olanları (mevcudatı), tıpkı kendisi gibi türeyenleri akledebilir.
İnsanoğlu tefekkür boyutunu yitirdikçe, varlıktan uzaklaşmakta, böylece kendinden de ırak düşmektedir. Çünkü varoluşunu fikredemeyen kişi, varoluşsal olarak varlıkla temasa geçemeyecektir. Teknik aklın ürettiği konfor ve tüketim çılgınlığı konformizmi besleyecektir. Nitekim konformizm, 19. yüzyıla kadar İngiliz kilisesinin emir ve din yorumuna uygun yaşayan -ancak tefekkürünü paranteze alan insanlar- için kullanılagelen bir tanımdı. Kilisenin anlaşılmaz inanç akideleri ve dogmalar da, düşünceyi kilitlediğinden, onlarda bir tür yabancılaşma getirmişti. Kendinden uzaklaşma, varlığı unutmayı getirir ve tefekkür kanallarının kilitlenmesi de tam bir varoluş tutulmasıdır. Günümüzde ise konformizm, standartlara uygun düşünce ve davranışlar sergileyen insanlar için kullanılır.
Varlıktan uzaklaşma, kilisenin biçimcilik ve kuralcılığı yüzünden zuhur ederken; günümüzdeyse tekniğin ve teknolojinin tahakkümünden kaynaklanmaktadır. Dindeki ilgi, korku ve bağlanmanın yerini, benzer şekilde toplumsal ikiyüzlülük (hipokrasi) almaya başlarsa, tam da kendimizden uzaklaşma başlayacaktır. Aynı şekilde gösterişçi bir toplum ve rekabet kültürü de ikiyüzlülüğü beslediği için, âdeta kişi zamanla oynadığı role kendisi de inanacaktır. Bir tür bellek kaybı veya yanılsama anaforundan geçen insanlar başlangıçta hayal, maske ve gerçekliği ayırt edebilirken, süreç içinde maske gerçek yüzmüş gibi algılanacaktır. Dahası gün geçtikçe gerçek olan yanlış gibi görülecektir.
Tam olarak otomatiğe bağlanmış, robotlaşmış bir yaşam içinde görev bilinciyle gündelik yaşamın rutinini yerine getirme bir tür ritüele dönüşecektir. Oyun oynamayı anımsatan ritüeller, mekanizmin ve belirlenimciliğin sonuçlarına yaklaşacaktır. Oyun oynarken hesap edilemeyen geçmiş imgeler ve geleceğe dönük hayaller vardır. Oysa konformizm hayale yer bırakmayacak kadar belirli bir dünyada sabit ve belirlenmiş bir gösterimde olmayı yeğler. Oyun oynarken hazlar, sevinçler, hayaller ve bilinç dışı durumlar gibi hesaba katılamayan boyutlar vardır ve onlar oynarken etkin olur. Oysa konformizm aşırı akılcılığa rapt olduğundan, bunları zaman kaybı ve israf olarak görecektir. Salt akılcılık, insanın duygu irade ve eylem boyutunu önemsemez.
Anlamanın/anlamın yerini bilme/nedensellik alacağından geçmiş ve geleceği birbirine bağlayacak hikâye ve öyküler de yıkılacaktır. Anlamı taşıyan semboller buharlaşacak; onların yerini sadece işaretler almış olacaktır. Toplum içinde kabul görmek için gerekli bütün kuralları yerine getiren kişi yaşama sanatını bilmiş sayılacaktır. Ancak burada sanat kelimesini oldukça cömert kullanmış olabiliriz. Zira sanat bundan böyle doğayı taklit etme olmayıp; eskiden var olan sanat eserlerinin imajinasyonlarının üzerinden yeni bir taklit yapmaktan ibarettir. Zira sanat, varoluşu tefekkür ettikçe açığa çıkar.
İnsanların çok çalışmasının nedeni de bir anlamda kendi unutulmuşluğunun acısını hissetmeme stratejisidir. Çok çalışma, kendinden kaçış için oldukça iyi bir paravandır. İş yükü, varoluşun ağırlığını perdeledikçe, varoluşun kapıları demir parmaklıklarla örülecektir. O, âdeta gözleri perdeli, elleri kelepçeli ve kulakları tıkalı bir mahkûmdur. Kendinden uzak ancak rutine ve mekâna tutukluluk durumunda tam da eşya ve maddenin hükümranlığı altında ezilmektedir. Böylece imaj ve etiket, paravan ve maske işlevi görecektir.
Modern zamanda insan varlığının kaçtığı bir diğer kuytu köşe ise sanal dünyadır. Bugün duygularımızı ve isteklerimizi dahası teşhir arzumuzu eksiksiz-gediksiz sanal paylaşım sitelerinde gerçek kılıyoruz. Böylece ruhsal yapımızda mevcut olan hayal ve gerçek arasındaki mesafe de sorun olmaktan çıkmaktadır. Zaten hayali veya sanal olanı gerçeğin yerine ikame etmiş durumdayız.
Sosyal paylaşım siteleri başka pek çok sorunu da gölgeleyerek -çözülmeden- ertelemiştir. Bundan böyle, sosyalleşme veya sosyalleşememe gibi bir sorun da tarihin karanlık dehlizlerine gömülmeye adaydır. Çünkü herkes oldukça faal bir şekilde bu sitelerde vardır. Dolayısıyla, sosyal olamama sorunu da buharlaşmaktadır.
Hatta sosyalleşme göstergesi olarak, tebrik ve taziye konusunda dünden daha çok istekli ve dakik olduğumuz görülecektir. Hatta hiç tanımadıklarımız bile acılarımızı paylaşmakta, bizi içten içe duygulandırmaktadır! Elbette garip şeyler de olmuyor değil bu esnada. Mesela bir arkadaşınız, annesinin vefat haberini paylaşıyor ve pek çok kişi bunu beğeniyor! Şimdi bu, ne anlama geliyor? Acaba ölene sevindiğimizi mi? Düşünmeden beğen butonuna basma âdetini yerine getirme ameliyemizi mi göstermektedir?
Daha nelerimizi ifşa etmiyor ki sanal dünya… Teşhirciliğe tutkunluğumuzu da fazlasıyla ele vermekte bu yeni dünya. Pişirilen yemeklerden tutalım da, kıyafetlere ve düğün derneklerimize kadar her şey sanal ortamda. Böylece başkalarını merak eden yapımız da tatmin oluyor. Farklı yaşantılara bir tuşla ulaşıp hatta dedikodudan daha sahici bilgilere ulaşabiliyor.
Eskiden el âlem kaygısı ve korkusu vardı. Şimdilerde herkes arkadaş, herkes tanıdık konumundadır. Sanki şimdilerde gizli saklımız da pek kalmadı. “Kimin, nerede, ne yapıyor” olduğuna, ilişkilerin başladığına hemencecik şahit oluveriyoruz. Elbette bunun olumsuz yönleri bir tarafa, ikiyüzlülükten zoraki de olsa özgürleştiriyor bizi. Çünkü eskiden, “el” görmediği sürece, nahoş tabloları işlemek neredeyse cesaret göstergesi gibi algılanmıştır. Oysa şimdi, kameralardan tutalım da, internetin görü ve kayıt gücünden saklanmak pek kolay gözükmüyor.
Bütün bu sorunlarla nasıl yüzleşileceği konusunda, oturup konuşulabilir; ancak asıl tehlike şu: Gençlere eğer ibnü’l-vakt olmasını öğretmeyi düşünüyorsak, artık çok geç kalmışız demektir. Çünkü bu sanal dünya zaman tüketen bir canavardan başka bir şey değil. Zamanı kaptırdıysak, düşünme melekesini rafa kaldırırız. Çünkü tefekkür ve tezekkür için zamandan da önce, “an” oldukça önemli bir mefhumdur. An kaçırılınca, gafletin karabasanları çöreklenir durur üstümüze. Hükümran olan akıl da, bir protez uzuv gibi taşıyamaz olur bunca yükü, bunca bedeni.