Makale

Müslümanları ateş çukuruna yuvarlanmaktan koruyan en güçlü bağ

Müslümanları
ateş çukuruna yuvarlanmaktan koruyan en güçlü bağ

Dr. Ekrem Keleş
Din İşleri Yüksek Kurulu
Başkan Vekili

“Ancak müminler kardeştirler. Bunun bir gereği olarak kardeşlerinizin arasını ıslah edin. Rahmete nail olmak için Allah’a karşı takva sahibi olun.” (Hucurat, 10)
"Sizden biri, kendisi için istediğini (mümin) kardeşi (yahut da komşusu) için de istemedikçe iman etmiş olmayacaktır." (Müslim, İman, 171-72, hadis no: 45)

Asabiyete dayalı ırkçı anlayışların egemen olduğu bir toplumda köle azatlısı simsiyah bir zenciyi/Bilal-i Habeşi’yi, Kureyş’in başında lider olarak kabul ettiği Ebu Süfyan’ın önüne geçiren büyük bir kardeşlik devrimi,
Irkları, coğrafyaları, dilleri, renkleri ve kültürleri farklı milyonlarca insanı kaynaştırıp aynı yüce değerler etrafında birleştirebilen evrensel bir nizam,
Mevaliden/kölelerden-köle azatlılarından büyük ilim adamları, komutanlar ve sanatkârlar yetiştirecek kadar insana değer veren bir sistem,
Devlet başkanıyla hizmetliyi Allah’ın huzurunda aynı safa dizen bir eşitlik tablosu,
En basit bir bireyin canını, malını, neslini, inancını ve düşünce özgürlüğünü, toplumun en üst düzeyindekilerinki kadar saygın ve dokunulmaz sayan bir hukuk düzeni,
Halife ile gayrimüslim bir vatandaşını hâkimin karşısında yan yana ayakta tutan bir adalet sistemi,
Yalanla imanı bir araya gelmez kabul eden, samimiyeti dinin özü sayan, ‘Kendisi için istediğini başkaları için de isteyebilme, kendisi için istemediğini başkaları için de istememe’ ilkesini mensuplarının temel anlayışı haline getirmeyi hedefleyen bir ahlak felsefesi,

Başkalarının derdini dert edinmeyeni Müslümanlardan saymayan bir toplumsal şuur...
Bütün bunlar, Kur’an ve sünnetin temel ilkeleri ışığında ortaya konmuş İslam kardeşliğinin olmazsa olmazı niteliğinde bazı temel yaklaşım ve anlayışlardır.

İnsanları Arap ve Arap olmayan/Arap-Acem diye ikiye ayıran ve Arap olmayanların hiçbir şekilde Arap olanlara eşit olamayacağı anlayışına sahip bulunan bir toplumda Allah Rasulü, ‘Arap’ın Arap olmayana hiçbir üstünlüğü yoktur. Arap olmayanın da Arab’a hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir’ şiarını öylesine gür bir sada ile seslendirmiştir ki bu sada, insanların ve toplumların yaşadığı pek çok sorunun temelinde yatan tahakküm anlayışını yerle bir etmiştir. Böylece insanın insana, insanın topluma, toplumun insana, bir ırkın bir başka ırka, bir toplumun bir başka topluma, bir sınıfın bir başka sınıfa tahakkümü anlayışı ortadan kaldırılmış ve İslam kardeşliği bu sağlam temel üzerine kurulmuştur. Böylece müminler cihanşümul bir medeniyetin üzerine kurulabileceği çok büyük bir nimete nail olmuşlardır.

Hz. Peygamber İslam dinini tebliğ ederken renk, ırk, cinsiyet ve sosyal statü ayrımı gözetmedi. İslam kardeşliğinin önündeki her türlü engeli ortadan kaldırdı. Bütün müminleri kardeş ilan etti. Medine-i Münevvere’ye gelince ensar ile muhacirler arasında akdettiği kardeşlik/muahat, İslam kardeşliğinin simgesi haline geldi.

Bu kardeşlik öyle bir devrim meydana getirdi ki bu devrim öncesinde kılıçlarıyla birbirlerinin boynunu vuracak durumda olan insanlar, birbirleri için canlarını feda edebilecek bir kardeşlik şuuru kazandılar.

İslam’ın ilk yıllarında Cahiliyye döneminin alışkanlıklarıyla nüksetme emareleri gösteren kendini başkalarından üstün görmeye yönelik ırkçı ve kabileci eğilimlere karşı Kur’an-ı Kerim müminleri şöyle uyarmıştır:

“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Al-i İmran, 103)

Kur’an-ı Kerim’in bu çarpıcı ifadesinden anlaşılacağı üzere ateş çukuruna yuvarlanacak noktaya gelmişken müminleri bu korkunç uçuruma yuvarlanmaktan kurtaran ve Müslüman toplumları ayakta tutan çok güçlü bir bağdır İslam kardeşliği... Müminler için büyük bir nimettir.

Dünyaları versek elde edemeyeceğimiz “Eğer seni aldatmak isterlerse bilmiş ol ki sana yetecek Allah’tır. O, seni bizzat kendi yardımıyla ve müminlerle destekleyen ve onların kalplerini uzlaştırandır. Şayet yeryüzündeki şeyleri tümüyle harcasaydın, sen onların kalplerini uzlaştıramazdın. Fakat Allah onların arasını uzlaştırdı. Şüphesiz O mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Enfal, 62, 63) Bu büyük nimete bizler, İslam sayesinde nail olduk. Asırların birikimi ile bu nimet, Müslüman toplumlarda köklü bir değer haline geldi. İslam milletinin bünyesinde iyice yerleşti ve kökleşti.

Allah Rasulü’nün dizinin dibinde yetişmiş bulunan sahabe-i kiram, bu nimetin değerini çok iyi kavramıştı. Bu sebeple onu büyük bir aşkla özümseyerek benimsedi ve hayata geçirdi. Asrısaadette tanık olunan İslam kardeşliğinin efsanevi örnekleri bu aşk ve özümsemenin sonucu idi.

Bu öyle bir bağdı ki bu bağ ile birbirlerine bağlanan kardeşler, birbirlerini sevdiler. Bu lafta kalan bir sevgi değildi. Bu sevgi ile müminler, kendilerinden önce kardeşlerini düşünür hale geldiler. Kur’an-ı Kerim onların bu güzel davranışlarını kıyamete kadar gelecek insanlara örnek olmak üzere dile getirdi:

“Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Haşr, 9)

İslam kardeşliğini kuran bağlar, menfaatten, çıkardan, beklentilerden veya uluslar arası yahut toplumlar/topluluklar arası ilişkilerden vesaire kaynaklanan bağlar değildi. Çünkü menfaatlere dayalı bir bağ, menfaatlerin sona ermesiyle biter. Çeşitli ilişkilere dayalı bağlar, bu ilişkilerin sona ermesiyle sona erer. Beklentilere dayalı bağlar da bu beklentilerin gerçekleşmesi veya gerçekleşmemesiyle nihayet bulur. Ama Allah için kurulan ve tesis edilen bağlar, bunların hiçbiri ile sona ermez. İslam kardeşlik bağı, ‘Allah için sevme’ ilkesi etrafında kurulmuş bir bağdır. Samimiyet ve ihlasa dayanır. İşte bundan dolayı İslam kardeşlik bağı, Müslümanlar arasında en sağlam ve en güçlü bağdır ve ebedidir. Bu bağ güçlü olduğu zaman müminler, ırkına, rengine, kültürüne, kökenine ve kimliğine bakmaksızın kendilerinden önce mümin kardeşlerini düşünmeye başlar.

İslam kardeşliği, takva üzerine kurulan bir kardeşliktir. Bundan dolayı tüm bencillikleri dışarıda bırakacak bir potansiyele sahiptir. Bu potansiyelin harekete geçirilmesiyle, kardeşlikle asla bağdaşmayan ve toplum huzurunun en yıkıcı unsuru olan tahakküm anlayışı ortadan kaldırılmış olmaktadır. Sahabe-i kiram, Hz. Peygamber’in rehberliğinde bu potansiyeli harekete geçirdi ve İslam’ın getirdiği kardeşlik bağı, müminlerin arasını asabiyet ve akrabalık bağlarından daha güçlü bir şekilde tuttu. Böylece İslam kardeşliği, Müslümanlar arasında en güçlü rabıta haline geldi. İman bağının, akrabalık bağlarından daha güçlü olduğu da fiili olarak kendini gösterdi.

Bu bağ ile Müslümanlar cahiliye anlayışının dar kabilecilik anlayışını terk ettikleri gibi, toplumu kısır kalıplara hapseden ırkçı anlayışların prangalarını da kırdılar. Bunun yerine bütün bir insanlığı kıyamete kadar huzura kavuşturacak evrensel değerleri benimsediler. Böylece insanlar arasında ayırım yapmayan, Allah’ın kulları olarak onları eşit tutan ve kardeşliğin, Hakkın, hukukun ve adaletin üstünlüğünü esas alan büyük bir medeniyetin temellerini attılar. Artık müminler arasındaki temel öncelik, aralarındaki en güçlü bağ olan İslam kardeşliği oldu. Birinci kıymet ölçüsü takva idi. Hz. Muhammed (s.a.s.)’in ümmeti olmak ve onun getirdiği değerlere sahip bulunmaktı.
Şu ayet-i kerime bunu anlatmaktadır:
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yahut soy-sopları olsalar bile, Allah’a ve peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan ve içlerinde ebedi kalacakları cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah’ın tarafında olanlardır. İyi bilin ki, Allahın tarafında olanlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Mücadele, 22)

Böylesine köklü bir şuurla kurulan İslam kardeşliği, ırkçı düşüncelerin kısırlaştırıcı, daraltıcı ve bunaltıcı bağlarını kırdı. Bu bağın kazandırdığı İslami bilinç ile Arap ırkından beyaz ve şerefli kabul edilen soya mensup birisi/Ebu Zer (r.a.) bir kızgınlıkla ‘Kara karının oğlu!’ sözleriyle hakaret ettiği köle azatlısı siyah Müslüman kardeşinin ayağının altına yüzünü koyabilecek bir şuur düzeyine yükseldi. (Buhari, İman, 22) Hâlbuki yüzünü ayaklarının altına koyduğu kişi, cahiliye döneminde başkaları tarafından insan olarak bile görülmeyecek derecede aşağılanıyordu.

İslam kardeşliğinin insanları nereden alıp nereye getirdiğinin buna benzer pek çok örneğini asrısaadetin altın sayfalarında görmek mümkündür.

Nihayet Allah Rasulü Veda Hutbesi’nde yüz bini aşkın sahabiye şöyle seslendi:
“Müminler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Sonuçta bütün Müslümanlar kardeştir. Bir Müslüman’a kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.

Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; siyahın beyaza, beyazın da siyaha bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır. Allah yanında en kıymetli olanınız en müttaki olanınız/O’nun koyduğu ölçüleri en fazla gözeteninizdir...”

İslam dininin kardeşlikte hedeflediği ufuk, ‘Fena fi’l-ihvan’ mertebesidir. Kişinin mümin kardeşlerini şerefte, makamda, mevkide, ilgide, dünyevi ve hatta uhrevi menfaatlerde öncelemesi, onların elinde gerçekleşen hayırlı ve iyi işlerden sevinç duyması, onların ilerlemesine sevinmesi, dünya ve ahiret açısından birtakım itibarlı işleri ‘Onlar yapmasın, ben yapayım’ anlayışı taşımaması, tam tersine onların yapmasından onur duyması, onların üstünlüklerinin ve güzel kazanımlarının kendi kazanımı anlamına da geleceği şuuruna varması şeklinde özetlenebilecek bu kardeşlik anlayışı, bir Müslüman’ın ihlas sahibi olduğunu ve samimi İslam kardeşlik ruhu taşıdığını ortaya koyan en önemli göstergelerdendir.

Müminin müminlere karşı kalbinin salim olması/hiçbir önyargı taşımaması, mümin kardeşinin ırkı, kimliği, kökeni ne olursa olsun onu bağrına basabilecek bir gönül zenginliğine sahip olması ve asla müminlere karşı içinde bir kin ve nefret taşımaması lazımdır. Selametüs-sadr budur. “Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: ‘Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.” (Haşr, 10)

Müslüman bir toplumu oluşturan bireyler, sıradan bir topluluğun üyeleri değildir. Birisinin acısı hepsini etkileyen bir vücudun uzuvları gibidir müminler. (Buhari, Edep, 27) Bu toplumu oluşturan bütün bireyler kardeştir. (Hucurat, 10) Peygamberimizin ifadesiyle, İslam toplumunda müminin mümine bağlılığı, taşları birbirine kenetli bir bina gibidir. (Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, 12/134)

“Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez onu yalnız bırakmaz, bir kimse Müslüman kardeşinin ihtiyacını karşılarsa, Allah da ona yardım eder. Bir kimse bir Müslüman’ın sıkıntısını giderirse, Allah da kıyamet günü onun sıkıntılarından birini giderir. Bir kimse din kardeşinin ayıbını örterse, Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter.” (Tecrid-i Sarih, 7/360; Riyazü’s-Salihin, 1/284)

Ayrıcalık aramak, İslam kardeşliğiyle bağdaşmaz. İslam dini imtiyaz arayışlarını asla hoş görmez. Buna göre falan aileye mensup olduğu, filanın çocuğu bulunduğu veya şu veya bu ırktan olduğu için kimse herhangi bir imtiyaza sahip olamaz.

Sağlam ve huzurlu bir toplumsal yapının kurulabilmesi için toplum bireylerinin birbirleriyle kaynaşması, birbirlerine sevgi, saygı ve kardeşlik duygularıyla bağlanması büyük önem taşır. Bunun için İslam dini kardeşliği zedeleyebilecek alay, gıybet, hakaret, küçük görme, dedikodu, kovuculuk, aldatma, kandırma, lakap takma, kötü zan ve tecessüs gibi kardeşlikle bağdaşmayan ve onun bozulmasına neden olabilecek her türlü söz, tutum ve davranışı yasaklamıştır.

Kur’an-ı Kerim’in bu hususlara ilişkin emir, yasak ve ilkelerini teyit eden pek çok hadiste de kardeşliğin gerekleri ortaya konmuş ve müminlerin hassasiyet göstermeleri gereken hususlara vurgu yapılmıştır. Bu çerçevede müminlerin birbirlerine karşı husumet beslemeleri, düşmanlık yapmaları, buğzetmeleri, kin tutmaları, çekememezlikte bulunmaları, birbirlerine sırtlarını dönmeleri, birbirlerini terk etmeleri gibi kardeşliği bozan tutum ve davranışlar yasaklanmıştır. Hatta küstükleri zaman aradaki kızgınlığın yatışması ve dargınlığın son bulması için üç gün süre tanınmıştır. Küslüğün üç günden fazla sürmemesi gerekir. Üç günden fazla sürerse taraflar günah işlemeye başlamış sayılır ve buna son vermedikçe günah ve masiyet alanında bulunuyor kabul edilirler. Bir an önce bu masiyet alanını terk etmeleri gerekir. Öyle ki amelleri Allah’a sunulmaz, askıda tutulur.

İşte bu gibi tedbirlerle İslam kardeşliğini zedeleyecek unsurlar mümkün mertebe ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır. Konuya ilişkin olarak hadis-i şeriflerde geçen bazı emir, yasak ve tavsiyeler şöyledir:

“Su-i zandan sakının/başkaları hakkında kötü düşünmeyin, kötü söylemeyin. Çünkü kötü zan, sözlerin en yalanıdır. Birbirinizin kusurlarını araştırmayın. Haksız yere rekabet etmeyin, birbirinizi çekememezlik etmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları, Allah’ın emrettiği şekilde kardeş olun. Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona ihanet etmez, ona zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu aşağılamaz. Kişiye kötülük olarak Müslüman kardeşini aşağılaması yeterlidir. Müslüman’ın malı, kanı ve ırzı diğer Müslümanlara haramdır. Allah sizin şeklinize ve kalıplarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar. Takva şuradadır (eliyle göğsüne işaret etti). Sakın ha! Birbirinizin satışı üzerine satış yapmayın. Ey Allah’ın kulları kardeş olun. Bir Müslüman’ın diğer kardeşine üç günden fazla küsmesi helal olmaz.” (Bu rivayetler için bakınız: Buhari, Nikah, 45, Edeb, 57, 58, Feraiz, 2; Müslim, Birr, 28-34; Ebu Davud, Edeb, 40,56; Tirmizî, Birr, 18)

İslam kardeşlik bağının korunması, aslında dinin muhafazasıdır. Onun yok edilmesi de bir bakıma dinin o topluma kazandırdıklarının da yavaş yavaş o toplumdan silinmeye başlaması anlamına gelmektedir. Bu sebeple İslam dini, Müslümanlar arasında tesis edilen İslam kardeşliğine dayalı yapının korunmasına büyük önem verir. Bunun için en büyük sevap ve mükâfatı, İslam kardeşliğini güçlendirmek, zayıflayan noktalarını tamir etmek, bozulan alanlarını düzeltmek için çaba sarf edenlere vaat eder.

Güzellikler kolay kazanılmaz. Bu bakımdan sahip olduğumuz güzelliklerin değerini iyi anlamalı ve onlara dört elle sarılmalıyız. Bizimle birlikte gelecek nesillerimizin mutluluğu, huzuru ve selameti de dinimizin bize kazandırdığı bu bilincin korunmasına bağlıdır. Bunun için İslam kardeşliğinin taşıdığı ülfet, ihlas, samimiyet ve sevgi dolu havanın dalga dalga tüm insanlığa taşınması şuuru ve gayretine sahip olmak gerekmektedir.