Makale

Ayrımcılığa karşı gönül bağlarıyla birleşmek


BAŞYAZI

Ayrımcılığa karşı gönül bağlarıyla birleşmek
Yüce dinimiz İslam, insanın kendisi, çevresi ve Yüce Yaratan ile ilişkilerini sağlıklı şekilde kurabilecek bir bilinç, iç barış ve özgüvene kavuşmasını gaye edinmiş; dünya ve ahiret, madde ve mana dengesi ile iman, akıl, bilgi, düşünce ve duygunun ahenkli birlikteliğine büyük önem vermiştir. Toplumsal hayatta ahenk, huzur, bütünlük ve dayanışmayı gaye edinen İslam, insanlar arasında ırk, dil, renk, cinsiyet, inanç ve kültür başta olmak üzere farklılıkları ve eğilimleri tabii bir olgu olarak kabul etmiş, fakat bu farklılıkların toplumsal ayrılıklara ve ayrımcılığa dönüşmesine hiçbir zaman onay vermemiştir.

Yüce Allah Kur’an’da: “Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için ibretler vardır.” (Rum, 22) buyurmak suretiyle, dillerin ve renklerin farklı olmasının Allah’ın varlığının delillerinden biri ve ilahî hikmetin gereği olduğunu belirtmiştir. Hucurât suresinin 13. ayeti de bize bu konuda çok önemli bir ölçüt getirmektedir: “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.” (Hucurât, 13) Bu ayet, farklı yaratılmanın ‘kimlik edinme ve bu kimlikle tanınma, tanışma’ fonksiyon ve hikmetini onaylarken; insanın şeref ve değerini, kendi iradesi dışında sahip olduğu aidiyetlere değil, kendi irade ve çabasıyla elde ettiği değerlere bağlamıştır.

Rahmet peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) da; “Ey insanlar, şunu çok iyi biliniz ki, Rabbiniz birdir, atanız da birdir. İyi biliniz ki, Arab’ın Arap olmayana üstünlüğü yoktur. Arap olmayanın da Arab’a üstünlüğü yoktur. Beyaz tenlinin siyah tenliye, siyah tenlinin beyaz tenliye üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva (yani Allaha karşı duyulan derin saygı ve çekinme duygusu) iledir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V/411) ifadeleriyle bu hususu açıkça vurgulamaktadır.

Tarih boyunca kardeşlik, sevgi ve saygıya dayalı olarak sürdürülecek bir hayat karşısındaki en büyük engel, ilahî hikmet gereği, varoluşunu muhtelif ırk, din, dil, kültür ve farklı düşüncelere mensubiyetle gerçekleştiren insanların, bu durumu bir zenginlik olarak görmek yerine, çatışma, güvensizlik ve ayrımcılık zeminine dönüştürme girişim ve eğilimleri olagelmiştir. Bugün de yaşadığımız her türlü olumsuzluğun ardında söz konusu çatışma, güvensizlik ve ayrımcılık girişim ve eğilimlerinin olduğu muhakkaktır. Bunda ise gönül iklimindeki duyarsızlaşma ve yozlaşmanın büyük bir payı vardır.

İnsanoğlunun huzurlu ve çevresiyle barış içinde mutlu bir hayat yaşaması, gönül dünyası ile dış dünyası arasında bir denge kurmasıyla yakından ilgilidir. Bunun için de öncelikle bireylerin bu barışıklığı kendi iç dünyalarında kurması gerekir. Bu noktada inancın ve güzel duyguların merkezi olan gönlün, manevi ve ahlaki güzelliklerle bezenmesi oldukça önemlidir. Böylece bizler aynı insanlık ailesinin üyeleri olarak kardeşliğimizi, birbirimizi sevmeye olan ihtiyacımızı, faniliğimizi ve alçak gönüllü olmamız gerektiğini fark eder, kardeşlik, sevgi, hoşgörü, dürüstlük, güven gibi erdemlere önem verir ve bu değerleri hayatımızın merkezine alıp yaşayan değerler olarak canlı tutarız. “Sevginin vatanı bireyin gönül yurdu; gönül yurdunun sahibi ise Yüce Yaratıcımızdır” anlayışı içinde, yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmeyi gönlümüzün derinliğine nakşederiz.

Yüce Rabbimizden duamız, huzur ve barışı önce kendi iç dünyamızda yakalamak, adım adım onu çevremize ve dış dünyamıza taşımak, şiddet ve terörün, her türlü ayrımcılığın ve haksızlığın yok olmaya yüz tuttuğu ve insanlığın birbirine sevgi ve kardeşlik elini uzattığı, gücün ve hırsın değil; ahlakın ve yüksek insani değerlerin egemen olduğu bir dünyada, bütün insanların hoşnut olduğu ve Allah’ın rızasına uygun bir hayat sürmektir.


Prof. Dr. Ali BARDAKOĞLU
Diyanet İşleri Başkanı