Makale

Kâmil Mümin ve İnsan-ı Kâmil

Kâmil Mümin ve İnsan-ı Kâmil

Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

İnsan yaratılışı itibarıyla Allah’ın yeryüzünde halifesi (Bakara, 2/30.) ve ahsen-i takvim sırrına mazhardır. (Tin, 95/4.) İnsanın Allah’ın halifesi olması, Allah’ın sıfatlarından bazı tecelliler taşımasındandır. Nitekim: “Ben Âdem’in yaratılışını tamamladığımda ona ruhumdan üfürdüm.” (Hicr, 15/29; Sad, 38/72.) ayeti ile “Allah Teala Âdem’i kendi suretinde yarattı.” (Buhari, İstizan, 1; Müslim, Birr, 115.) hadisi, insandaki ilahî ve rabbani tarafa işaret etmektedir. “Ruh Rabbimin emrindendir.” (İsra, 17/85.) ayeti de ruhtaki imaret, idare ve otorite özelliğini ifade ettiğinden, insanın “hilafet” sıfatının bu emir ve dolayısıyla ruhla alakalı olduğunu göstermektedir.
İnsanın “ahsen-i takvim” üzere yaratılmış olması, maddi ve manevi olarak en güzel kıvamda olması demektir. Maddi ve manevi güzellik, gerek fiziki ve cismani bakımdan, gerek ahlak ve maneviyat itibarıyla ruhani bakımdan, insanın güzel bir kıvama erebilecek bir biçimde yaratılmasıdır.
İnsan, âlemlerin suretlerini şahsında toplayarak zıtları birleştirmekle evrenin (makrokosmoz) muhtasar bir numunesi (mikrokosmoz) olarak ortaya çıkmıştır. Arifler insanı “nüsha-i kübra” ve “zübde-i âlem” olarak görmüşlerdir.
İnsanın güzelliği ve ahsen-i takvim sırrına mazhar bulunuşu bu âlemin özü mesabesinde oluşundandır. “Ahsen-i takvim” suret ve maddede değil, “hüsün” denilen manayı kavramadadır. Hüsün duygusundan hareketle, güzeller güzeli “ahsenü’l-halikin”i anlamada, O’nun hüsn-i mutlakla sıfat-ı kemalini tanıyıp O’nun ahlakıyla ahlaklanmadadır. İnsan doğuştan bu kıvam ve kabiliyettedir. Yoksa insan dış organları açısından mükemmel değildir. Nitekim güç ve kuvvette fil, aslan ve kaplan gibi hayvanlar, insandan çok ileridedir. İşitmede gece kelebeği denilen yarasa son derece mükemmeldir. Keza koku almada kene bütün hayvanlardan ve dolayısıyla insandan öndedir. Aslında her varlığın en mükemmeli temsil ettiği bir alan vardır. O hâlde insan en mükemmel bir hayvan değildir. Fakat o en mükerrem yaratıktır. Çünkü: “Biz insanoğlunu en mükerrem surette yarattık.” (İsra, 17/70.) buyrulur.
Mükerremlik sıfatı, cismani ve ruhani olmak üzere iki kısımdır. Cismani olanı mümine de, kâfire de şamildir. Ruhani olanı ise Cenab-ı Hakk’ın ikram ettiği nübüvvete ve risalete, İslam ve hidayete mazhar olan peygamberlere ve mümin kullara hastır.
Kâmil mümin denilince bütün kusur ve hatalardan arınmış bir insan hatıra gelmemelidir. İslam’da layuhtilik (günahsızlık) ilkesi yoktur. Doğuştan gelen bir günah ve suçluluk da yoktur. İnsan elbette hata ve günahtan salim olamaz.
Kur’an’daki: “Sizi boş yere mi yarattığımızı sanıyorsunuz?” (Müminun, 23/115.) “İnsanoğlu başıboş salıverileceğini mi zannediyor?” (Kıyame, 75/36.) ayetlerinde istifham-ı inkâri ile ifade edilen insanın yaratılış sırrının cevabı: “Ben insanları ve cinleri bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 51/56.) ayetinde bulunmaktadır.
İnsanın yaratılış gayesi kulluk olduğu için arifler ubudiyet ile hürriyet arasında bir irtibat görürler. İnsanın yabancılaşma sonucu kulluktan uzaklaşmasıyla hürriyetten de kopacağını; köleliğe, nefse ve hevaya kulluğa yöneleceğini ifade ederler. Çünkü Allah Teala: “Nefsini tanrı edineni gördün mü?” (Furkan, 25/43.) buyurarak buna işaret etmektedir. İnsan Allah’a kul olduğu sürece hürdür, nefsinin esaretinden kurtulmuştur. Allah’a kulluktan uzaklaştığı sürece esirdir, nefsinin kölesidir. Kâmil bir mümin ancak Allah, peygamber, insanlar ve dünya ile ilişkilerinde temayüz eden özellikleriyle tanınır.
1- Allah ile ilişkilerindeki özellikleri
Kâmil bir müminin Allah ile ilişkilerindeki en önemli özelliği iman, ikan, ihsan, teslimiyet ve tevekküldür. İmanın iki boyutu vardır: Marifet ve muhabbet; yani Allah’ı önce esma ve sıfatlarıyla tanımak, ardından O’nun sayısız nimet ve ihsanlarını görüp sevmektir. Bu sevgi sebebiyle O’na ikan ve ihsan duygusuyla bağlanıp görüyormuş gibi kulluk etmek, O’na güvenmek ve teslim olmaktır. O’ndan gelecek her şeye rıza göstermektir. Emirlerine boyun eğmek ve gereği gibi kul olmaktır.
2- Peygamber ile ilişkilerindeki özellikleri
Kâmil müminin Allah ile ilişkisinin bir boyutunu da üsve-i hasene olan Hz. Peygamber ile ilişkileri teşkil etmektedir. Çünkü Allah Teala, sevgisine mazhar olmayı peygamberini ittiba şartına bağlamıştır. (Âl-i İmran, 3/31.) Peygamberin emrettiği şeyi alıp uygulamayı; sakındırdığı şeyden uzaklaşmayı emretmiş, (Haşr, 59/7.) Peygambere itaati kendine itaate denk saymıştır. (Nisa, 4/80.) Bu itibarla peygamberine iman ve ona gönülden bağlılık olmadan, Allah’a imanda kemal gerçekleşmez. Peygambersiz bir din, rehbersiz bir dinî hayat düşünülemez.
3- İnsanlarla ilişkilerindeki özellikleri
Kâmil bir müminin insanlarla ilişkilerinde en önemli özelliği merhamet, adl ve ihsandır. Merhamet, Rahman mazharı bir gönle sahip olmaktır. Adalet hakkı gözeterek denge ile hareket etmek, ihsan ise ziyadesini yapmaktır. İnsanın çevresindeki insanlara karşı iyilik yapması, her türlü hayâsızlık ve kötülükten uzaklaşması sosyal hayatın gereğidir. (Nahl, 16/90.)
Üsve-i hasene olan Hz. Peygamber’in gösterdiği biçimde İslam’ın güzelliklerini edeple yaşamak gerekir. Edep, bütün hayır ve meziyetlerin toplamıdır. Utanılacak tavır ve davranışlardan uzak durmak demektir.
Edep, güzel ahlaktır, isardır, başkalarını kendine tercihtir. Feragat ve fedakârlıktır. En azından kendisi için istediğini başkaları için de istemek, kendisi için istemediğini başkaları için de istememektir. Bu, insanda sevgi doğuracak bir paylaşımdır.
Toplum içinde insanı ahlaki açıdan yaralayacak ve başkaları nezdinde küçültecek, dedikodu, gıybet, suizan, nemime, iftira, istihza gibi negatif vasıflardan; ahlaki marazlardan uzak durmaktır. Kardeşlik duygularını zedeleyecek, birlik ve beraberliği bozacak tavırlardan kaçınmaktır.
4- Dünya ile ilişkilerindeki özellikleri
Mümin-i kâmil için dünya bir araçtır. Nitekim Kur’an’daki: “Allah’ın size kıyam ve kıvam vesilesi kıldığı mallarınız.” (Nisa, 4/5.) ifadesi bunu göstermektedir. Dünya malının insanı aldatmaya yönelik tuzakları eksik olmaz. Nitekim Kur’an’da bununla ilgili pek çok ayet vardır: “De ki: Dünya metaı azdır. Takva sahipleri için ahiret daha hayırlıdır.” (Nisa, 4/77.)
Dünyadan kurtulmanın yolu, faniliğini düşünüp ona kapılmamaktır. Ayet-i kerimede: “Rabbinin adını an ve her şeyi bırakıp O’na yönel!” (Müzzemmil, 73/8.) buyrulmaktadır. Hadis-i şerifte de: “Dünyadan yüz çevirirsen Allah seni sever. İnsanların elinde olandan yüz çevirdiğin takdirde insanlar tarafından sevilirsin.” (İbn Mace, Zühd, 1.)
İrfan geleneğinde insan-ı kâmil düşüncesi
İnsan-ı kâmil kavramının irfan geleneğinde, lügat anlamından farklı ve kapsamlı ontolojik bir manası vardır. İnsan Allah’ın yeryüzünde halifesidir. Bu itibarla Hakk’ın bütün isim ve sıfatlarına mazhar olan, hazarat-ı hams ve meratib-i vücudu kendinde toplayan kişiye insan-ı kâmil denir.
İnsan-ı kâmil fikri, varlık fikrinin devamıdır ve onunla alakalıdır. Nitekim İbn Arabi’ye göre kâinat ilk önce ruhsuzdu. Tıpkı cilası vurulmamış bir ayna gibiydi. Âdem bu cilasız aynanın cilası ve ruhu olmuştur. Ona göre insan, ilahî isim ve sıfatlarının, bütün kemallerini aksettiren cismi, büyük âlem cisminden küçük olsa bile, onun bütün hakikatlerini kendinde toplamaktadır. İnsan-ı kâmil Allah’ın bütün isimlerini bilen tek varlıktır. İnsan-ı kâmil, maddi ve manevi bütün kemal mertebelerini kapsamaktadır.
İnsan-ı kâmil, Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir. Ancak onun tarihî şahsiyeti değil, henüz Âdem balçık hâlindeyken peygamber olan Muhammed (s.a.s.)’dir. (bkz. Keşfü’l-hafa, II, 121 (2015).) Yani hakikat-i Muhammediyye’dir. İnsan-ı kâmil, varlığın ve hilkatin gayesidir. Zira ilahî irade ancak onun vasıtasıyla tahakkuk edebilir. Eğer insan-ı kâmil olmasa Allah bilinemezdi.
İnsan-ı kâmil, ilahî tecellilerin temsilcisi olduğu için onu tanımak Allah’ı tanımak demektir. Bu nedenle irfan muhitlerinde: “Kendini bilen Rabbini bilir.” (Keşfü’l-hafa, II, 234 (2530).) anlayışı yaygınlık kazanmıştır. Hacı Bayram Veli’nin şu kıtası bu anlamdadır.
Bilmek istersen seni / Can içre ara anı
Geç canından bul anı / Sen seni bil, sen seni
İrfani telakkide her insan potansiyel bir insan-ı kâmildir. Çünkü insan, insan-ı kâmil olabilecek kabiliyetler taşır. Bu kabiliyetlerini irfan usullerine göre geliştirenler, o makama erişebilir.
“İnsan-ı kâmil” kavramı genellikle Hz. Peygamber ve ona niyabeten kutup ve gavs mesabesindeki rical için kullanılır. “Mümin-i kâmil” kavramı ise “insan-ı kâmil” kapsamının dışında kalan kemal ehli inananlar için kullanılmaktadır. Böyleleri büyük günahlardan kendilerini koruyan, bilerek küçük günahları yapmayan kimselerdir.
Fâni olanlardan geçip ebedî olana dayanmak ve böylece mümin-i kâmil olmak kolay iş değildir şüphesiz. Bunun yolu sağlam bir iman, ibadet ve ahlak ile Hz. Peygamber sevgisi ve bu sevgiyle dolu olanları sevmektir. Nitekim şu nebevi dua bunu talim etmektedir: “Allah’ım! Bana Seni sevmeyi, Seni sevenleri sevmeyi, Senin sevgine yaklaştıran şeyleri sevenleri sevmeyi nasip et!” (Tirmizi, Daavat, 73.)