Makale

AN’I VAKTE ÇEVİRMEK: BİR “ZAMAN YOLCUSU” OLARAK İNSAN

AN’I VAKTE ÇEVİRMEK:
BİR “ZAMAN YOLCUSU” OLARAK İNSAN
Prof. Dr. Osman DEMİR
Hacı Bayram Veli Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi

Zamanda yolculuk konusunu ele alan kaç film vardır diye basit bir arama yapılsa onlarca yapım ile karşılaşmak hiç de zor değil. Şüphesiz bunların en başında ve de en eski tarihlisi olarak Zaman Makinesi (The Time Machine, 1960) gelir. Burada filmin başrol oyuncusu (George), icat ettiği bir makine sayesinde zamanda dilediği gibi gezinir. Mesela birden 1899 yılından 802.701 yılına gider ve iki düşman ırkın acımasızca savaşına şahit olur. Zaman Zaman İçinde (Time After Time, 1979) filminde, aynı makine tekrar sahneye çıkar ve bu sefer onun kötü ellerde istismar edilmesi sürecine tanıklık ederiz. Philadelphia Deneyi (The Philadelphia Experiment, 1984) gibi güçlü bilimsel imaları olan, Einstein’in rölativite kuramını ve zamanda hızlı intikali, yani ışınlanmayı konu edinen uyarlamalar da vardır. Burada da donanmaya ait gemi, birkaç dakika içinde 600 kilometreden fazla bir uzaklığa gider ve gelir. Bu deneyin gerçekte var olduğu iddia edilse de yetkililerce defalarca yalanlanmış, ancak konu, bugün dahi merak edilen hususların başında yer almıştır. Bu alandaki en etkili yapımlardan biri olan Alınyazısı (Predestination, 2014) adlı filmde ise zaman ajanımız, uluslararası bir teröristi etkisiz hâle getirmek için geçmişe gider ancak bu sırada bu yolculuğun getirdiği ve kronolojiyi bozan pek çok paradoks ile yüzleşmek durumunda kalacaktır.

Bu türden pek çok yapımda karakterler, içinde bulundukları andan duydukları rahatsızlık ya da başka sebeplerle geçmişe giderler ve onu, bugünü değiştirecek biçimde organize etmeye çalışırlar ya da geleceğe giderler ve onları bekleyen muhtemel durumları tecrübe ederek içinde oldukları anı anlamaya uğraşırlar. Esasında beyaz perde, kültür ve medeniyetlerin topyekûn zaman algısı, dün, bugün ve yarına bakışı, kolektif bilinçaltı, korkuları ve beklentileri vb. pek çok zihinsel kodlarını yansıtan bir aynadır. Zamanda seyahat temasının bu kadar işlenmesi de aslında bu yönlü çabaların ne ölçüde anlamlı ve evrensel olduğunu kanıtlar. Bu mizansenler doğal insani bir güdüye temas eder; o da insan için bir “gayb” olan geçmiş ya da geleceği bilmek ve buradan gelebilecek fırsatlarla veya tehlikelerle yüzleşmektir. Elbette her bir senaryonun fiilen gerçek olması düşünülemez; ancak bunların, hem yazanın hem de izleyenin tasavvurunu belli bir yönde ve ölçüde harekete geçirdiği ve etkilediği açıktır.

Peki, ister realite planında düşünülsün isterse de bir fantezi ya da illüzyon olarak kalsın, zamanda yolculuk mümkün olabilir mi? Bilim insanları, kronolojinin korunumu, doğanın düzensizlik yönünde gitme eğilimi (entropi), nedensellik yasası, evrenin sürekli genişlemesi ve zamanın doğası gibi nedenlerle buna imkân vermeseler de olabilirliğine dair ihtimallere de işaret ederler. Ancak zihnin bir işlevi olarak zamanda geriye gitme ya da gelecek vizyonları ortaya koyma suretinde, zamanın her iki tarafını bugüne taşımak mümkündür. Sözgelimi, mahiyeti tam olarak çözülemeyen bir rüyada, böylesine ileri ya da geri hareketler olabilir. Nitekim sufîlerin izafi zaman anlayışlarına bağlı olarak gerek rüyada gerekse yakaza hâlinde zamanda seyahat ettikleri, aynı günde çok yerde oldukları (tayy-i zaman) ya da az bir süreye pek çok iş sığdırdıkları (kabz-ı zaman) söylenir. Ruh gibi zaman da soyut bir kavramdır ve insan, geçmiş ya da geleceğin koridorlarında özgürce salındığını pekâlâ hayal edebilir. Hatta bu iş neredeyse her gün yapılan sıradan işler içinde bile sayılabilir. Bir başka soru geçmişi oluşturan maddi ve manevi unsurların mahiyeti ile ilgilidir: Eğer yaşam, içinde olunan “an”dan ibaret ise bu birimi oluşturan; ses, konuşma, görüntü, duygu vb. tüm unsurlar, anlık yok olan şeyler mi yoksa genetik kodlarda ya da insan dışında bir yerde saklanır mı? İlk seçenekte geçmiş, insanla birlikte yürüyen bir şeye karşılık gelir, ikincide ise ondan bağımsız bir varlıktır. Nitekim zaman ve onun sürekliliğinden oluşan tarih, insan ırkının bir hafızasıdır, bu sebeple onun dışında varlığı da yoktur. Geçmiş bir olayı canlandırmak ancak bu tarihsel kesiti, zamanı, mekânı ve oradaki kişileri, bugüne nakletmekle ancak başarılabilir. Denildiği gibi “Geçmiş asla ölü değildir, hatta geçmiş bile değildir.” Dolayısıyla bir mizansen ya da kurgu da olsa zamanda geriye doğru yolculuk, eğer insan hafızası bir tür teknoloji ile titreştirilebilirse mümkün olabilir. İşin geleceğe yolculuk kısmında ise belki ışık hızı aşılırsa zamanı delmek, geçmek ve genişletmek de söz konusudur; özel görelilik teorisinde, bir cisim ışık hızına yaklaştırılırsa zamanda yolculuk edilebilir. Bildiğimiz kadarıyla şu an tüm bunlar birer olasılık ve işin nereye gideceğini gösterecek olan tek şey, yine de zaman!

Şüphesiz zaman ve ilgili bir hususta konuşma zorluğu, onun tanımında gizlidir; herkesin bildiğini sandığı ancak bilmediği yine de apaçık algıladığı bir gerçekliktir o! Zamanı yok saymak için bile varlığını kabul etmek gerekir. Mekânla birlikte, yaşanılan her olay ve düşüncenin şekillendiği iki kategoridir, bilincin temel şartıdır zaman. St. Agustinus’un ifadesiyle sorulmadığında bilinen, sorulunca da müphem hâle gelen bir şeydir. Nitekim zamanın, var mı yok mu, cevher mi araz mı, mutlak mı göreli mi, akıcı mı anlar toplamı mı, sürekli mi geçici mi, hareketin sayısı mı, varlığın ölçüsü mü olduğu gibi hususlar tartışılmıştır. Platon’un kozmik zamanı (khronos), ezeliyetin sayıya göre hareket eden bir imgesi, Aristo ve takipçisi filozofların zamanı ise öncelik ve sonralık açısından hareketin ölçüsüdür. İbn Rüşd, hareketi ölçen uzantının zihinde idraki, Ebül-Berekât ise varlığın ölçüsü olarak görmüştür. Kelamcılarda atomiktir zaman, anların art arda birbirini takip etmesine zihnin verdiği bir anlamdır. İlk Osmanlı müderrisi Davud-i Kayserî’nin, zamanı vahdet-i vücutçu bir gözle incelediği Nihâyetü’l-Beyân fî Dirâyeti’z-Zamân adlı mühim bir risalesi de vardır ve burada onun, “varlığın bekasının ölçüsü” olduğu sonucuna varmıştır. Zamanı, ezel, ebed ve dehre ayıran Kayserî, geçmişin öncesiz olmasına “ezel”, geleceğin sonrasız olmasına “ebed”, ezel ve ebedin arada fasıla yokken birlikte düşünülmesine ise “dehr” demiş, hissedilen en az miktarını ise “lahza” olarak belirlemiştir. Batı dünyasında da benzer tartışmalar yaşanmıştır; mesela Newton, zamanı mekândan ayrı, mutlak, değişmez ve bölünmez olarak görmüş, Einstein ise özel görelilik kuramı gereği, mekân ve hareketten ayırmamış, esnek olduğunu ve hareket yüzünden bükülebileceğini kanıtlamıştır. Ona göre dördüncü bir boyut olan zaman, farklı hızlardaki gözlemciler için farklı akar ve kütle çekim kuvveti uzay zamanı değiştirir, hızlı ya da yavaş akmasını sağlar.

Öyle görünüyor ki zaman, eski dünyadan bugüne tüm zihinleri meşgul etmiştir, yarının dünyasında da gündemde olmaya ve gizemini korumaya devam edecektir. Girişte dikkat çektiğimiz filmler, ileride gerçekleşsin ya da hep kurgu olarak kalsın, bu yöndeki ilgileri göstermesi bakımından önemlidir. Bir zaman mahpusu olan insan, hep zamanın peşinde ve giderek de onunla yarış hâlindedir. Onu kavramaya ve yönetmeye çalışır; oysaki özel hâllerde anı yaşamak ve onunla akmak, genelde ise dışarıdan bakmak ve zamanı yönetmek gerekir. Gerçeğe sözünü geçiren tek hakikat ise andır, varlığımız bilincine bu anda ulaşır. Ayağını ana koyan insan -eğer yapabilirse- zamanın iki ucunu, hiçbirini kaybetmeden ve birini diğerine feda etmeksizin kavrayabilir. Zira an olmadan ne geçmiş ne de gelecek vardır; bu üçü parçaları birlikte mevcut olamayan şeylerdir. Sırf geçmişte veya gelecekte yaşamak ise Allah’ı bizden gizler, anın içinde (ibnü’l-vakt) olmalı ve her dem onun hukukuna riayet etmelidir. Şiblî’nin dediği gibi; iki soluk arası bir nefes, iki hatır arası bir düşünme zamanı olan vakit, Allah ile birlikte ve Allah için olursa “vakit” adını alır. O hâlde zamanı idrak, ancak “an”ın üzerinde yürümek ve onu vakte çevirmekle elde edilebilir. Böylece zaman kendi hâline bırakılmamış ve insanın deruni yolculuğunun bir tecrübesi hâline de gelmiş olur.

Ezcümle; insanlar zamanın varlığı, tanımı, mahiyeti, anlık mı yoksa kademeli mi olduğu, en küçük birimi ile ilişkisi, insan dışında mevcudiyeti, mutlak ya da sınırlı olması, mekân ve hareketle irtibatı gibi hususları hep tartışacaklardır. Solucan deliği ya da kara bir delikten geçmişe dönmeyi yahut da parçacık hızlandırıcı veya yüksek enerjili protonları çarpıştırarak bir saniye de olsa zamanın önüne geçmeyi düşüneceklerdir. Hareket ve kütle çekimi sayesinde zaman çizgisini bükmeyi deneyecek, paralel bir evrende yaşamayı bile düşleyecek, sanal gözlükler sayesinde anılarımızı üç boyutlu canlandırmak için çaba sarf edeceklerdir. Bu beklenti ve hedeflerini çok satan romanlar ya da çok izlenen diziler ya da filmlerde hayata geçirerek, tabiat ve olaylar üzerinde hâkimiyet kurma ümitlerini hep canlı tutacaklardır. Her ne olursa olsun, saatin tik takları asla durdurulamayacak ve ilahi bir ilke olan “zamanın oku” hep ileriyi gösterecek ve bu oluş, evrenin en çok merak edilen sırrı olarak kalmaya devam edecektir. Belki de en önemlisi, zamandan önce bir hiç olduğunu anlayan, onu akılla değil sezgiyle kavrayan, zayi etmeden hakkını koruyan ve anı tefekkürle vakte çeviren insanlar ise hem bu dünya hem de ahiret yolcuğunu kazanmaya aday olacaktır!