Makale

Edirne’nin Selameti SELİMİYE CAMİİ

Edirne’nin Selameti
SELİMİYE CAMİİ

Büşra Nur GÜLER
İstanbul Üsküdar Kur’an Kursu Öğreticisi

Bir Osmanlı başkenti

Meriç ve Tunca nehirleri kavşağında, topraklarından Traklar, Persler, Makedonyalılar ve Romalıların geçtiği Edirne, XIV. yüzyılda Osmanlı hâkimiyetine girmiş, bu fetih Rumeli ve Avrupa tarihi için bir dönüm noktası olmuştur. Belgrad ve İstanbul’u birbirine bağlayan şehir artık İstanbul’un fethine kadar devletin başkenti olarak kıtadaki yeni fetihler için bir harekât üssüdür. Nitekim II. Mehmed İstanbul’un fethi ile ilgili bütün plan ve hazırlıklarını Edirne’de yaptırmıştır. (M. Tayyib Gökbilgin, “Edirne”, DİA, X, 425-426.) XV. yüzyılda imar faaliyetleriyle fizikî gelişimini sürdüren şehir, topraklarında Otağ-ı Hümâyun’un kurulduğu, vezirlere hilatlar giydirildiği önemli bir siyasi merkez hâline gelmiştir.

Selimiye Camii’nin inşasıyla siyasi merkez olmanın yanı sıra bir mimari şaheserin de yurdu hâline gelen Edirne’nin seçiminde, şehzadeliği döneminde şehirde muhafız olarak bulunan II. Selim’in Edirne sevgisi ile Kıbrıs’ın fethi müyesser olduğunda bir cami inşa ettireceği sözü üzerine fetihten sonra Hz. Peygamber’i rüyasında görerek mezkûr camiyi Edirne’de inşa ettirmesine dair aldığı işaretin etkili olduğu nakledilmektedir. (Evliya Çelebi Seyahatnamesi, (sad. Tevfik Temelkuran vd), III, s. 338.)

Bir ova şehri olan Edirne’nin hemen hemen tam ortasına düşen tepeliğin zirvesinde, Eski Cami, Üç Şerefeli Cami, Muradiye Camii, bedesten, han ve hamam ile çevrelenmiş, önceleri Kavak Meydanı denilen şehre hâkim mevkide inşa edilen Selimiye Camii, arazinin doğal yapısının yanı sıra Mimar Sinan’ın yapı alanını örgütleme dehası ile şehri âdeta taçlandırmıştır; Edirne artık mimarinin de başkenti olacaktır.

Selimiye Camii

Şehrin ufuklarından parlayan bir taç olarak Edirne’nin doğrudan silüetini oluşturan, projesi Mimar Sinan tarafından hazırlanan Selimiye’nin inşası, inşaatta çalışacak acemi oğlanlar ile şehir sakinlerinin duaları ve kesilen üç bin kurbanla 1568 yılında başlamıştır. Mabet, 130x190 metre ölçüsüyle dikdörtgen planlı, beyaz mermer döşeli avlunun ortasında, külliyenin çekirdeği olarak birkaç basamakla yükseltilmiş platform üzerine oturur ki bu plan, şehrin ufkunu oluşturacak şekilde yapının ihtişamını arttırmıştır. 1574’te yapımı tamamlanan, sarıya çalan kesme taşın ana malzemeyi oluşturduğu yapının cephesi pencere ve kemerlerde kullanılan iki renkli taşla hareketlendirilmiş, sivri kemerli açıklıklı galerilerin, dikdörtgen açıklıklı, geometrik şebekeli, yuvarlak kemerli ve ajurlu pencerelerin, taş korkulukların yoğunlaştırdığı ilgi âdeta yapı bütünlüğünün bir parçası olarak görünen, merkezi vurgulamak üzere kubbeyi çevreleyen, yapıyı yükselten, inceliği ve zarafetiyle müzeyyen, çokgen kaidelere oturmuş minarelere kaydırılmıştır. Ana kubbenin köşelerini tutan yivli gövdeli, yükseklikleri 70 metreyi aşan dört minare de üçer şerefelidir, her bir şerefeye ulaşan ayrı bir sarmal merdivenin varlığı yapıyı özgün kılan bir diğer özelliğidir. Bu yönüyle yapı, kubbe ve minarelerin uyum içerisinde dengelendiği Osmanlı mimarisinin eşsiz bir numunesidir.

Selimiye Camii’ni Osmanlı mimarisinin doruk noktasına ulaştıran en özgün vasfı şüphesiz ki 31.5 metre çap ölçüsü, yerden kilit taşına kadar 42.3 metre yüksekliği ile ana kubbesidir. Ayasofya’nın kubbe genişliğinin Hristiyanlar tarafından mimari bir galebe olarak tanımlanması Mimar Sinan’ı harekete geçirmiş (Sâî Mustafa Çelebi, Yapılar Kitabı (Tezkiretü’l-bünyân), s. 164.), yalın geometrinin ihtişamı, ölçü, değer ve oranıyla mekân bütünlüğünü zirveye taşıyan kubbe, Süleymaniye dâhil bütün selâtin camileri ile Ayasofya’yı geride bırakarak dünya sanat tarihine adını yazdırmıştır. On iki köşeli, yivli sekiz payeye oturan bu devasa kubbe, teknolojik ve estetik öncülüğün yanı sıra bütün elemanlarıyla mimari bütünü şekillendiren, geniş ve ferah merkezî mekânı da belirlemiştir. Kubbeyi saran kuleler yine sekizgen planlı olup üstlerini hafif sivri kubbeler örtmüştür. Kubbe ile ana yapı arasındaki geçiş elemanlarının geliştirdiği akıcı üslup, kuzeyindeki on sekiz kubbeli, granit ve mermer sütunlarla desteklenen revaklı ve şadırvanlı avlu ile bütünleşen, onunla eş büyüklüğe sahip harimde de kendisini gösterecektir.

Harimin uzantısı olarak kıble yönünde altı metre genişliğinde bir çıkıntı olarak tasarlanan, pencere altı hizasına kadar çiniler, hat, bitkisel motifli panolar ve mukarnaslarla tezyin edilen mermer mihrap yarım kubbe ile örtülmüştür. Geometrik kompozisyonların, kabartmaların ve kalem işi süslemelerin bezediği mermer minberi dönemin mermer sanatının en güzide örneklerindendir. Harimin doğu köşesindeki hünkâr mahfilinin mihrap duvarı içerisine yerleştirilen oldukça sade ve küçük pencereli itikâf hücresi dikkat çekmektedir. Altında sekizgen biçiminde küçük bir havuzun bulunduğu kare planlı ahşap müezzin mahfili ilk defa akustik açıdan en uygun yer olan harimin merkezine yerleştirilmiştir. Halk arasında çeşitli söylencelere konu olan ters lale motifi de bu mahfilin sütununa nakşedilmiştir. Avlunun merkezini belirleyen fıskiyeli mermer şadırvan ise onaltıgen hazneli olup geometrik şebeke ve bitkisel motiflerle tezyin edilmiştir. Harimin ve avlunun bu örtülü simetrisi yapının estetik değerinin yanı sıra teknik zarafetinin de bir yansıması olmalıdır.

Evliya Çelebi’ye bakılırsa üç yüz yetmiş beş sanat ve hünerin işlendiği caminin dört bir köşesindeki cam billur ve necefler, dışarıdan sızan gün ışığının etkisiyle parlarken müminler mabedin duvarındaki “Allah, göklerin ve yerin nurudur.” (Nur, 24/35.) ayetini okumuştur. Kıymetli avizeler, çiniler, mukarnaslar, Edirnekârî, kalem işi, mermer oymacılığı ile tezyin edilmiş caminin çini ve mermer üzerindekiler ile kubbe ve yarım kubbe hatları Hasan Çelebi tarafından yazılmıştır.

Caminin güneyinde, mukarnaslı taç kapıdan girilen, hücreli düzene sahip darü’l-kurrâ ve darü’l-hadis olarak hizmet veren çifte medrese, batısında arasta, muvakkithane, sıbyan mektebi, türbe, imaret darüşşifa ve kütüphane bulunur. Mevcut durumuyla 22.194 metrekare yüzölçümüne sahip külliyenin kütüphanesi eser zenginliği ve katalog mükemmelliği ile dikkat çekerken II. Selim’in 1579 tarihli vakfiyesi mucibince kütüphane personeli emin, salih ve âlim vasıflı üç hâfız-ı kütübden seçilmesi, ikisinin ayrıca hattatlık ve nakkaşlıkta mahir olması, mücellid ise salih, tâhir ve mâhir olması şartıyla tayin edilmiştir. (Selçuk Mülâyim, Ahmet Vefa Çobanoğlu, “Selimiye Camii ve Külliyesi”, DİA, XXXVI, 430-434; İsmail E. Erünsal, “Selimiye Kütüphanesi”, DİA, XXXVI, 437-438; Evliya Çelebi Seyahatnamesi, III, s. 338-344; Güler Böcekçi, Edirne Selimiye Camii ve Külliyesinin Mimarî Yönden İncelenmesi, s. 2-50; Murat Sav, “Topografik Etmenlerin İzinde: Edirne Selimiye Külliyesi”, Vakıflar Dergisi, s. 205-229.)

Edirne’nin selameti

Mimar Sinan’ın “ustalık eserim” ifadesiyle nitelediği, Osmanlı klasik mimarisinin zirvesini oluşturan yapı, dönemi açısından önemli bir merhaleyi teşkil etmiş, o güne kadar denenmiş biçim ve teknikler üzerinden mekân kavramı mimarı tarafından yeniden yorumlanmış ve etkin kılınmıştır. Şehre yönünü çeviren herkesin ufkunu belirleyen Selimiye Camii, Mimar Sinan’ın topografyayı değerlendirme, şehrin ufku ile kimliğin ufkunu mezcetme maharetini de göstermiştir: Selimiye sonrasını belirleyen bu yeni üslup ve kimlik dünya ölçeğinde Osmanlı hâkimiyetindeki bölgelerin sanat ve mimari serüvenini şekillendirmiştir. Edirne için Selimiye ise tıpkı kubbesi gibi muzaffer ruhun ve selametin nişanesi gibidir. Nitekim Enderunlu Hafız Hüsnü, Edirne’nin Bulgar işgalinden kurtuluş gününde (21 Temmuz 1913) ezan ve mevlid-i şerifi Selimiye Camii’nde okumuş, yine aynı gün caminin dört minaresine külahından küpüne kadar kandillerle donatılarak kaftan giydirilmiştir. Selimiye Camii hâlen ülkenin batı sınırını ve sınırlar ötesinden İslam ufkunu belirlemeye devam etmektedir.