Makale

MUCİZEYLE BÜYÜ ARASINDA NE FARK VAR?

MUCİZEYLE BÜYÜ ARASINDA NE FARK VAR?

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

Kafama takılan bir konu da şu: Mucizeyle büyü arasında ne fark var? Bazıları büyüyle mucizeyi birbirine benzetmekte ve ikisini aynı kategoride görmektedir. Hatta antropoloji kitaplarında dinle büyü aynı başlık altında işleniyor. Bu ikisi arasında temel bir farklılık yok mudur?

Evet, ne yazık ki eskiden olduğu gibi modern zamanlarda da bazı kimseler bu ikisini birbirine karıştırmaktadırlar. Eskiden müşrikler ve inkârcılar peygamberlerin mucizelerini itibarsızlaştırmak için mucizelerin büyü olduğu iddiasına sarılmışlardı. Bugün ise din karşıtları bırakın mucizeyi dinin kendisini büyü saymak gibi bir yanlışa imza atmaktadırlar. Hâlbuki kaynak ve mahiyet itibarıyla büyüyle mucize birbirinden tamamen farklıdır.

Bunu biraz açabilir misiniz?

Büyü, gizli metotlar uygulayarak olağanüstü güçlerden yararlandığını iddia eden kişilerin kullandığı teknikler veya yürüttükleri faaliyetlerin genel adıdır. Bu anlamda ‘cadılık’ ve ‘göz boyayıcılık’ büyü kategorisine dâhil edilmiştir. Günümüzde bir nevi gösteri sanatlarından sayılan illüzyon/yanılsama da halk arasında büyü olarak görülür. Mucize ise peygamber olduğunu dile getiren kişinin eliyle, ispat için Allah’ın izin ve inayetiyle olağan dışı bir olayın gerçekleşmesidir. Tanımlara dikkat edilirse mucize peygamber için amaç değil, doğruluğunu ispat için sadece bir araçtır. Büyü ise büyücü için hem amaç hem de meslektir. Öte yandan büyücünün birtakım teknikler kullanması ve sürekli bir büyü faaliyeti içinde olması, onu peygamberden ayıran esas yönüdür. Çünkü peygamber sürekli mucize faaliyeti içinde olmaz. İspat maksadı yerine geldikten sonra bir daha aynı olağanüstü olayın gerçekleşmesi için uğraşmaz.

O takdirde mucizeyle büyü arasındaki temel fark, biri meslek olarak icra edilirken diğeri ihtiyaca göre yaratılmaktadır.

Evet, tam da öyledir. Mucize bir kere olur ve biter. Kur’an’daki mucizelere bakıldığında hepsinin bir kere olduğu ve peygamberin aynı mucizeyi gerçekleştirmek için sürekli faaliyet içinde olmadığı açıkça görülür. Belki Hz. Musa’nın asasının üç kere yılan olması akla takılabilir. Bakıldığında bunun da her meydana gelişinde farklılıklar olduğu görülür. Birinci seferde asa Hz. Musa’yı ikna için “hayye” veya “cânn” denilen küçük yılan, ikincisinde Firavuna meydan okumak için “sü’bân” denilen büyük yılan, üçüncüsünde ise büyücülerin bütün aletlerini yutan bir yılan olmuştur. Bu olaydan sonra asa bir daha yılan olmamış, Hz. Musa da böyle bir girişimde bulunmamıştır.

Bütün fark bundan mı ibarettir?

Tabi ki değil. Ne demiştik? Büyü, büyücülük denilen bir mesleğin icrası iken mucize peygamberin doğruluğunu ispat için geçici bir araçtır. Büyücülük için meslek dememizin nedeni, eğitim yoluyla elde edilmesi, egzersizler ve deneyimlerle geliştirilmesidir. Bunun anlamı büyücü, bir ustanın yanında yetişir, belli yöntemleri kullanarak ve alıştırmalar yaparak mesleğini geliştirir, ustalaşır ve icraya başlar. Büyü kimi zaman gösteri amaçlı kimi zaman da kendinde gizli güçler olduğunu vehmettirmek suretiyle çıkar elde etme amaçlı yapılan bir eylemdir. Büyünün öğrenimle ve eğitimle elde edilmesi mucizeyle arasındaki temel farklılığı oluşturur. İmam Matüridi ve Nureddin Sabuni bunu en temel fark olarak görürler. Zaten mucizenin bir öncesinin bulunmaması, öğretim ve eğitime konu olmaması farklılığını açıkça göstermektedir. Söz gelimi Hz. Musa’nın elindeki asa yılan olduğunda bizzat kendisi çok şaşırmış hatta korkmuştur. (Neml, 27/10.) Şayet öncesinde bir eğitimi ve deneyimi olsaydı şaşırma ve korkma gibi bir hâl yaşamazdı. Bu da gösteriyor ki mucize peygamberin bir özelliği, becerisi veya mesleği değildir. Hâlbuki büyü bunun tam tersine bir beceri, meslek ve sürekli icra olayıdır.

Çıkar sağlama hususu kafama takıldı.

Doğrudur. Peygamberlerin yaşantıları incelendiğinde mucize üzerinden şahsi veya maddi bir çıkar peşinde olmadıkları görülür. Hatta mucize göstermeye çok da istekli değildirler. Örneğin havarilerin sofra mucizesi istemelerine karşı Hz. İsa, onları, “Allah’tan korkun!” diye uyarmıştır. (Maide, 5/112.) Yüce Allah’ın vahiy yoluyla “Ben o sofrayı size indireceğim; fakat bundan sonra içinizden kim inkâr ederse varlıklar içinde hiç kimseye yapmadığım cezalandırmayı ona yaparım.” (Maide, 5/115.) buyurarak ağır bir tehditte bulunması dolayısıyla bazı âlimler, havarilerin bu isteklerinden vazgeçtiklerini ve sofranın inmediğini dile getirmişlerdir. Niye böyledir? Çünkü dünyada mucize dâhil verilen her imkân, bir imtihandır. Ayrıca imkânın büyüklüğüne göre imtihan da ağırlaşmaktadır. O yüzden peygamberler, kavimleri ağır imtihana tabi tutulmasın diye olabildiğince mucizeden kaçınırlar. Ama gönderildikleri kavim veya şartlar zorladığında Allah’ın inayetiyle/yaratmasıyla mucize gerçekleşir. Nitekim veliler de üzerlerinde keramet görülmesinden ve gerçekleşeni de açıklamaktan kaçınmışlardır.

Peki, büyücüler büyüden ne gibi çıkar elde ederler?

Büyücüler ve büyüye başvuranlar çoğu zaman başkalarını etki altına almak, yenmek ve yok etmek çabası içinde olmuşlardır. Kişileri evliliğe zorlama, evlilikleri bozma, toplum içinde küçük düşürme, hayatı zorlaştırma ve öldürme gibi insan hayatını kontrol etmeye veya yok etmeye dayalı güç oyunları bunlar arasında sayılabilir.

Yapılan araştırmalar ve tarih içerisindeki izlenim, büyücülerin, başkalarının hayatlarını ve itibarlarını hiçe sayan, şahsi çıkar ve güç peşinde koşan bencil yapıda kişilikler olduklarını ortaya koymaktadır. Bunu Firavun ve Babil büyücülerinde görmek mümkündür. Buna karşın Kur’an, “Attığında sen atmadın ancak Allah attı.” (Enfal, 8/17.) diye peygamberin kendisine güç nispet edip bununla büyüklenme yoluna gitmesini, kendisini insanlardan farklı görmesini istememiştir. Yüce Allah, peygamberleri, “içinizden biri veya onların kardeşleri” (Tevbe, 9/128; Şuara,26/106, 124, 142.) olarak tanımlamıştır. Öte yandan büyü yapan veya yaptıran insan, kendisini görünen ve görünmeyen düşmanlarına karşı korumak amacını ve iddiasını güder. Buna karşılık din insanlara bu dünya hayatında garanti anlamına gelecek güvence sunmaz. Çünkü Allah, insanları “en güzel biçimde yaratmış” (Tin, 95/4.), ona meleklere bile vermediği “bütün isimleri öğretmiş” ve “halifesi” (Bakara, 2/30.) ilan etmiştir. Dolayısıyla insan, bu dünyadaki sorunlarla baş edebilecek bir ruh ve beden donanımına sahiptir.

Demek ki Yüce Allah kimseye ayrıcalık tanımıyor.

Elbette, Yüce Allah herkese hikmet ve adaletine uygun muamelede bulunur. Yani her işin karşılığını tam olarak verir. Bu karşılıkların bir kısmı dünyada bir kısmıysa ahirette verilir. Sadece dünya için çalışana Allah bu dünyada karşılığını verir ama onun ahirette nasibi olmaz. Hem bu dünya hem ahiret için çalışana ise her iki tarafta da mükâfatını verir. (Bakara, 2/200-201.) Öte yandan dünya hayatının zorlu olduğu sürpriz de değildir. Herkes bu hayatta birçok zorlukla karşılaşmaktadır. Okullardaki sınavlar bile bu zorluğu göstermeye yeter. Yüce Allah “insanın korku, açlık, malından ve canından eksilmeyle imtihan edileceğini” (Bakara, 2/155.) bildirmiştir. Demek ki insan Allah’ın koyduğu ilahi kanunlar çerçevesinde dünya sınavına tabidir. Sürekli bir yerlere ulaşma veya bir şeylerden kaçma çabamız bunu göstermektedir. Bu durumda sabır, kararlılık ve gayret gösterenler kazanacaklardır. Zira Yüce Allah’ın vadi de bu yöndedir.”