Makale

Prof. Dr. Rıfat ATAY: “Müslümanların, nasıl kullanıldığına bağlı olarak transhümanizm karşısında temkinli olmaları gerekmektedir.”

Prof. Dr. Rıfat ATAY:
“Müslümanların, nasıl kullanıldığına bağlı olarak transhümanizm karşısında temkinli olmaları gerekmektedir.”
İlk olarak J. Huxley’in ortaya attığı, insanın ve dünyanın dönüşümü olarak da nitelendirilen transhümanizm nedir? Transhümanizmin insanları cezbeden yanlarına yönelik neler söylemek istersiniz?

1887-1975 yılları arasında yaşayan İngiliz bilim adamı J. Huxley bilfiil transhümanizm terimini icat etmese de o anlamda ilk şeyleri söyleyen kişi olarak bilinir. Onun erken dönemde söylediği; “insan doğasının ve doğası için yeni ihtimaller keşfederek” insanlığın kendini aşabileceğidir. Ona göre transhümanizm, insanlığı yeni bir döneme taşıyacak zihnî tutumdur. Bu tutumla, “bilim ve sanatın birbirine köprü kılınmasıyla insanlık yeni bir döneme girecek” ve böylece “bilimi kullanarak daha iyi bir dünya inşası” mümkün olacaktır. Dahası ona göre bu yolla evrim sürecini tekeline almış olan insanlık, gerçek kaderine erişmiş olacaktır. Bu tasavvurda, insanları cezbeden en önemli şey, bilim ve sanatı kullanarak “daha iyi bir dünya inşa etmek” kehaneti ve “evrim” ya da insanlığın tekâmül sürecini kendi eline alabilme imkânıdır.

İnsanın fizyolojisini, biyolojisini, psikolojisini ve bilişsel yetilerini geliştirmesi amacına yönelik kendi çabalarıyla oluşturduğu, ilerlettiği teknoloji ve bilim, insanı hangi argümanlarla tahakküm altına almıştır?

Bilim ve teknoloji, “daha iyi bir dünya” iddiasıyla ve insanın fizyolojik, biyolojik, psikolojik ve bilişsel zayıflıklarının bilimle aşılabilmesi gibi ciddi argümanlarla insanı tahakküm altına almaktadır. Bu sınır ve vaatler biraz daha zorlandığında ölüm ve ölümsüzlük dâhil bilim ve teknolojinin her şeye çare bulabileceğini de içermektedir.

Transhümanizmin insanı fiziksel ve zihinsel olarak ötelere taşımasına, sınırları aşmasına dair gayretlerinin dinle çatışacağına dair yaygın bir öngörü var. Bu olası çatışmanın sebep ve sonuçlarına dair neler düşünüyorsunuz?

Çoğu dinî gelenek, insanın ölümlü bir varlık olduğunu, fiziksel bedenin ötesinde ruh diye bir cevhere sahip olduğunu, bunun, bedenin sonlanmasının akabinde yaşamaya devam edeceğini, ölüm ötesinde hesaplaşmanın olduğu başka bir hayatın olduğunu iddia etmektedir. Huxley ve çoğu transhümanistin iddiaları öncelikle dinlerin ölüm, ölümsüzlük, ruh ve ölüm ötesi hayat tasavvurlarına ters düştüğü için çatışmaya yol açmaktadır. Huxley’nin, insanın evrim sürecinin kontrolünü kendi ele alabilecek “yeni tanrı” olduğu iddiası ve bunun da temel aracı olarak doğa bilim yöntemlerini yegâne bilgilenme yöntemi olarak ileri sürmesi din-bilim çatışmasını daha da şiddetlendireceğe benziyor. Dinin metafizik söyleminin çoğunun bilim tarafından devralınması ya da yok sayılması, yalanlanması bu rekabet söyleminin daha da derinleşerek devam edeceği anlamına gelmektedir.

Hızlı bir şekilde “değişen” ve bir evreden başka bir evreye sürekli bir geçiş içerisinde olan teknolojiyi Müslümanlar nasıl kendi “değişmez” ahlaki kodlarına uygun hâle getirmeli ve kullanmalıdır?

Teknoloji de diğer araçlar gibi bir araçtır ama özellikle cep telefonu gibi araçların çoğu kişide olması nedeniyle etkinliği giderek artmaktadır. Teknolojinin giderek daha hızlı, yaygın ve ucuza imal edilmesi onun etkisini daha da artıracaktır. Eğer transhümanist tahminler doğru çıkarsa insanların vücutlarına değişik şekillerde doğrudan ya da dolaylı olarak takılabilecek teknolojik aletler henüz tahmin bile edilemeyen sonuçlara yol açabilecektir. Öncelikle, belirtilmelidir ki hemen her araçta olduğu gibi teknolojik araçlarda da doğru kullanıldığında doğru ve etkili sonuçlar, yanlış kullanıldığında da yanlış ve yıkıcı sonuçlar ortaya çıkacaktır. Bu nedenle hem bireysel hem de kamusal anlamda ahlaki kodlara bağlı bilinç düzeyi yüksek düzenlemeler yapılmalıdır. Bir örnekle söylemek gerekirse kişi haklarına yapılan saldırı, yazılı basında ne kadar suç/ günah ise teknolojik araçlarla yapıldığında da aynı derecede kötü, günahtır ve sorumluluk doğurmaktadır. Teknolojik araçların “sanal” nitelemesine sahip olması onları daha az sorunlu ve etkisiz kılmamaktadır. Tam aksine, onlardaki yayılma ve etki hızı geleneksel yazılı basına oranla hayal edilemeyecek derecede yüksek olduğu için daha hassas ahlaki ölçüler gerektirmektedir.

Teknolojinin gücüyle daha konformist bir yaşama erdiğini, kendi doğasının mükemmelleştiğini ve kapasitesinin artırıldığını düşünen insan; tabii yaşamdan, kendi doğasından ve Allah’tan ne gibi kopmalarla karşı karşıya kalabilir?

Yıllar önce, internetin yenice yaygınlaşmaya başladığı dönemde aynı odayı paylaştığım mesai arkadaşım günde en az birkaç kez, “Hocam, size bir son dakika haberi gönderiyorum.” derdi. Ben, bu durumun iletişimden ziyade iletişimsizlik olduğunu iğneli bir şekilde ifade edince biraz canı sıkılarak “Artık sana bir şey göndermeyeceğim.” mukabelesinde bulunmuştu. Normal olan, iki akademisyenin/insanın eğer gerekiyorsa önemli bir konuyu oturup konuşmasıdır; aksi takdirde bunun paylaşılması dikkat dağıtmaktan başka bir şeye yaramamaktadır. Bu bağlamda insanın tabii ihtiyacı olan konuşarak paylaşmayı sanal paylaşıma evirerek iyi bir şey yaptığımızı zannedebiliriz ama maalesef yanlıştır. Aynı bağlamda, eşlerin birbiriyle, çocukların ebeveynle, komşunun komşu ile vs. normal iletişimi sanal ortama taşınmakta ve değersizleşmektedir. Bu da insanların yalnızlaşmasına, kendi içine kapanmasına, sonrasında da stres, depresyon ve benzeri hastalıklara yol açmaktadır. Konuya, insanın Allah ile olan ilişkisi açısından bakıldığında da aynı şekilde ciddi sorunlar göze çarpmaktadır. Mekke-i Mükerreme’ye giden sanal dünyanın modern Müslüman’ı, Kâbe’yi ilk gördüğü anda yapacağı duanın kabul olabileceği ihtimalini göz ardı ederek, ilk iş olarak orada, hem de sırtını Kâbe’ye dönerek selfie çekip yayınlamaktadır. Aynı şekilde herhangi bir tarihî camiye giden Müslüman âdet olduğu üzere orada iki rekât tahiyyat / mescit namazı kılmak yerine selfie çekip çıkmaktadır. Beni bu konuda en çok etkileyen diğer konu ise bayram, kandil ve cuma gibi kimi dinî gün ve gecelerde mesaj atmaktan ve cevaplamaktan ibadet ve toplumsal ilişkilere zamanın kalmamasıdır. Özellikle, cumaya gitmediği hâlde “Hayırlı cumalar” mesajı göndermeyi ihmal etmeyen sanal Müslümanlar kadar, gittiği hâlde çıkışta gördüğü mesaj arkadaşına selam vermeyenler de hayret vericidir.

Transhümanizm, Allah’ın (c.c.) “Şüphesiz biz insanı en güzel biçimde yarattık.” (Tin, 95/4.) ayetine meydan okuma olarak yorumlanıyor. Sizce öyle midir?

Belli şeyleri belli şeylerle karşılaştırarak, “Bu, böyle değildir, olamaz ya da olmamalıdır.” şeklindeki çıkarımlar yanlış sonuçlara götürebilir. Aynı mantıkla aynı ayet birçok açıdan farklı okumalara tabi tutulabilir. Transhümanizmin nasıl kullanıldığına bağlı olarak din-bilim ilişkisini farklı şekillerde okumak mümkündür, bunu ille de rekabet ve çekişme tabanında okumak gerekmez. Bu meyanda transhümanizme konu olan gelişme ve uygulamalara yakından bakıp dikkatli çıkarımlarda bulunmak yerinde olacaktır. Örneğin, doğuştan görme, duyma veya felçli olan bir kişiye teknolojik gelişimin sonucu ortaya çıkarılan çiplerle yardım sağlanarak onların engelleri ya tamamen ya da kısmen ortadan kaldırılabilmektedir. Bu ne ayete terstir ne de transhümanizmi dinin karşısına yerleştirir. Henüz tedavisi bulunamayan kanser ve benzeri bazı hastalıklara transhümanizmi çağrıştıran yöntemlerle çözüm bulunsa “Eyvah, bunlar ayete terstir!” diye ret mi edilmelidir?

Allah’ın insanı yarattığı fıtrata aykırılık ihtiva eden yanlarıyla transhümanizm, başlangıçta oldukça masumane gerekçelerle temellendirilmekteydi. Fakat zamanla onun yeni, yapay bir inanç sistemine dönüştüğünü görüyoruz. Müslümanların bu sentetik akımlara karşı yapması gerekenler nelerdir, bu konuda neler söylemek istersiniz?

İnsanın kaderini eline almak iddiasıyla onu yeniden şekillendirmek üzere yola çıkan transhümanizmin bazı savunucuları, beynin bütün verilerinin bir bilgisayara aktarılarak çalışır hâle getirilmesi ve bireyin sanal anlamda ölümsüz kılınması gibi şimdilik fantastik görünen hedefleri de ileri sürmektedirler. Benzer şekilde bedenin tümüyle dondurulması ve bilimsel gelişmeler mümkün olduğunda yeniden diriltilmesi söz konusudur. Her ne kadar bunlar şimdilik imkânsız görünse de uzun vadede en azından bazıları denenecek ve geliştirilmeye çalışılacaktır. Kısa süre önce yaşadığımız hâlâ tam olarak nereden, nasıl çıktığı çözülemeyen Covid-19 salgınında görüldüğü gibi teknolojinin her vaadi kontrol edilebilir ve tehlikesiz değildir. Aynı mantıkla, İnsan Genomu Projesi’nin doğurabileceği öngörülemez sonuçlar nedeniyle bu konudaki çalışmaların uluslararası izne bağlanması şaşırtıcı değildir. Çünkü insanlık tarihi, bağımsız bilimsel araştırma olarak başlayan “atom” araştırmaları sonucunda bomba üretmiş ve maalesef telafisi imkânsız felaketlere yol açmıştır. Bugünlerde Ukrayna-Rusya savaşı vesilesiyle sıklıkla gündeme gelen nükleer silah tehlikesi bunun bir başka boyutunu hatırlatmaktadır. Müslümanların, bu konularda teyakkuzda bulunması gerekir.

İnsanın insan ötesi yeni bir varlığa dönüşümünü ifade eden teknolojik gelişmeler, transhümanizm ve yapay zekâ olguları karşısında dinî tecrübenin değişim ve dönüşümüne dair neler söylemek istersiniz?

Klonlama mümkün oluncaya kadar Hristiyan dünyasında çoğu İncil yorumcusu “Muhtemelen her insan gibi Hz. İsa’nın da bir babası var ama biz bilmiyoruz.” yorumunu yapıyordu. Ancak klonlama ile bu yorumun yanlış olduğu, dişi bir hücreden yeni bir bireyin doğabileceği ispatlanmış oldu. Dinî tecrübe bağlamında kaynaklarda geçen ve bilfiil güncel olarak da aktarılan verilere teknolojik gelişmelerin erişmesi için hayli zaman var görünmektedir. Örneğin, zamanda ve mekânda yolculuk bilimsel gelişmeler açısından hâlâ kısmi bir hayal gibi duruyor ama bütün dinî geleneklerde bu bağlamda yüzlerce vakıa anlatılmaktadır. Teknolojik gelişmeler, bu konuda dinî tecrübeyi değiştirmek ve dönüştürmek yerine olsa olsa belki ona yetişmiş ve teyit etmiş olabilir.

Öz Geçmiş

Prof. Dr. Rıfat Atay, 1966’da Karaman’da doğdu. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden 1990 yılında mezun oldu. Bir süre öğretmen olarak çalıştıktan sonra 1994 yılında, Harran Üniversitesi adına Din Felsefesi alanında lisansüstü eğitim görmek üzere İngiltere’ye gönderildi. 1999 yılının sonunda, yüksek lisans ve doktorasını tamamlayarak yurda döndü. 2014 yılında doçent olan yazarın, God Between Reason and Experience (2019), Din Felsefesi (ed.) (2019), Religious Pluralism and Islam (2014), Ernst Troeltsch’un Din Felsefesi (2012), gibi çeşitli çalışmaları ulusal ve uluslararası yayın organlarında basılmıştır. Dinsel çoğulculuk, din bilim ilişkisi, din dili, din ve estetik, din ve sinema, felsefe ve şiir, Mevlana çalışmaları gibi konular temel ilgi alanlarındandır. 2000-2011 yılları arasında Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yapan Atay, 2012 yılından itibaren Akdeniz Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde çalışmakta olup İngilizce ve Arapça bilmektedir.