Makale

ÖZ DEĞERLERİMİZ VE İŞİMİZE SAYGI

ÖZ DEĞERLERİMİZ VE İŞİMİZE SAYGI

Dr. Hatice ACAR ÇINAR
Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

İnsanın, yaşamaya değer görebileceği hedeflerle ulvi maksatlar geliştirmesi, onun huzuru ve mutluluğu için öncelikli bir ihtiyaçtır. Zira Maslow’un da belirttiği üzere bizlerde güçlü bir “ait olma” duygusu bulunmaktadır. Bu sığınma, tutunma ihtiyacı, psikoloji literatüründe anlam yapma ya da anlamı bulma şeklinde karşılık bulmaktadır. Şüphesiz her insanı yönlendiren, bizzat kendisinin geliştirdiği ya da keşfettiği temel anlam ve merkezî değerleri vardır. Bu değerler, kişinin hayatında her alana nüfuz etmektedir. Bize, hayatta karşılaştığımız her şeye karşı bir duruş kazandırmaktadır. Öz değerler olarak tabir ettiğimiz hayatımızın manevi boyutu da bu kapsamda değerlendirilebilir.

Öz değerler, fıtridir ve evrenseldir. Bu değerler insanlık tarihinin tecrübesinde genelde dinî değerler olarak yer almıştır. Örneğin dürüstlük, adalet, ahlaklı olmak, insan onurunu korumak bu minvaldedir. Bu değerler iç dünyamızda bir öz saygı oluşturur ve bu da bize huzur verir. Aksi de ruhumuzda yaralar açar ve ruh sağlımızı tehlikeye sokar.

Hepimiz küçük yaşlardan itibaren çalışmak istediğimiz mesleklerin hayallerini kurarız. Kimimiz doktor kimimiz öğretmen kimimiz din görevlisi kimimiz avukat olmak isteriz. Bunların sayısı ve çeşitleri konusunda çok şey söylenebilir. Ancak bilinen bir gerçek vardır ki genelde hep sevdiğimiz meslekleri icra etmek isteriz. Bu da hem ruhumuza iyi gelir hem de iş verimliliğimizi artırır.

Kişinin gerek mesleğini geliştirmesi gerekse kendisini mevcut koşullar içerisinde yetiştirmesinde, öz değerlerin ve bu değerler içinde mesleğine karşı duyduğu saygı ve sevginin büyük önemi bulunmaktadır. Nihayette bir insanın, her gün bıkkınlıkla bir mesleği icra etmesi hem şahsi dünyasında hem de mesleki planda maddi ve manevi olarak sorunlar üretir. Örneğin, kişiyi sağlığından edebilir. Hayati bir riskle karşı karşıya bırakabilir. Ya da dinî hayat açısından insanların maneviyatında bozulmalar oluşturur. Bu da -halkın deyimiyle- “bizleri imandan edebilir.” Bir anlamda kişinin mesleğine saygı duyması, ona karşı hassas, ölçülü, özenli olması, hem inandığımız değerlerin hem de icra ettiğimiz mesleğin bizler üzerindeki hakkıdır. Bunun literatürdeki diğer adı mesleki saygıdır. Bunun nasıl olabileceği üzerinde somut örnekler üzerinden giderek bir perspektif kazanmaya çalışalım…

Kişinin mesleğine saygılı olması, onunla ilgili hassasiyet göstermesinin önemli göstergelerinden birisi sorumluluk duygusudur. Bu duygu, din görevlilerinde daha bir önem kazanmaktadır. Buna göre kişinin görevine zamanında gitmesi, caminin zamanında açılması, cami içerisinde zamanında namaza hutbeye ya da vaaza başlanması, sorumluluk duygusu içerisinde değerlendirilir. Kişinin icra ettiği mesleğin hakkını verebilmesi için gerekli bilgi ve becerilerini geliştirme konusunda farklı faaliyetlere katılması da sorumluluk duygusu açısından bir başka husustur. Sizi dinlemeye gelen ve sizden bir şeyler öğrenmek, anlattıklarınızla hayatına yön vermek isteyen bireylere yardımcı olmak, öncelikle belirli bir yeterlilik gerektirmektedir. Psikoloji, pedagoji gibi formasyona sahip olmayan görevlilerin kitlelere hitap etmesi, onlarda tatmin oluşturması mümkün değildir. Bazen olumsuz ve zararlı sonuçlar da üretebilir. Dolayısıyla mesleki sorumluluk duygusunun kazanılması ve bunun getirilerinden hareketle bir çaba içinde olunması hem değerlerimize hem de işimize duyduğumuz saygının önemli bir işaretidir.

Mesleğin gerektirdiği ahlak konusuna da değinmek gerekir. İster fetva isterse danışılan diğer hususlarda kişilerin psikolojik durumlarını dikkate almak kaydıyla net ve dürüst cevapların verilmesi icap eder. Kişiye, makama, mevkiye göre davranarak insanları yanıltmak, azarlamak ve küçümsemek gibi olumsuz tavırlar hem öz değerlerimizle hem de mesleğin gerektirdiği saygıyla bağdaşmaz. Müftülükler, şehirlerimizin aziz makamlarıdır. İnsanlar sizleri, bizleri dinî görevlerimizden ötürü her şeye deva olabileceğimizi düşünerek peyderpey ziyaret edebilmektedir. Bazen maddi rahatsızlıkları için sizden dua almak için de gelebilirler. Yaygın şekliyle ailevi sorunlar, ergen sorunları veya yaşlılarla ilgili problemler vesilesiyle kapınızı çalabilirler. Çok ağır travmatik vakalarla, ağır psikolojik rahatsızlıklarla ilgili olarak da aranabilirsiniz. Bu gibi durumlarda psikolojik iletişimin gereği olarak empati kurmak, acılarını, kaygılarını ya da heyecanlarını anlamak, onlara uygun bir dille yaklaşıp uygun bir çözüm üretmek için çabalamak, mesleki ahlakın gereğidir. Cami görevlileri için bu durumu nasıl uyarlayacağımıza baktığımızda ise şunları söyleyebiliriz: Kadın, erkek, çocuk, yaşlı, genç, yabancı herkesi camilerde görebiliriz. Onlara saygılı davranmak, onların camiye geliş nedenlerini dikkate almak ve bu konuda rehberlik etmek cami görevlisi ahlakının gereğidir. Ya da Kur’an kursuna gelen kursiyerlere dinî, sosyal ve psikolojik açıdan yardımcı olmak, onları desteklemek de iş ahlakının gereğidir. Kursun hedeflerini gerçekleştirmek, insanların kurs ortamında sosyalleşmesine katkıda bulunmak, onların psikolojik olarak rahatlamalarına yardımcı olmak da işimize saygının ve öz değerlerimizin gereği olsa gerek.

Şu bilinmelidir ki yaratıcımız herkese kazandığının karşılığının olduğunu beyan etmektedir. Bu düstur, mesleklerinin hakkını vermenin, öz değerlerimiz bağlamında dürüst, adaletli, anlayışlı, sorumluluklarının farkında olmanın, her şeyden önce mesleğine hürmet etmenin ve onu muhabbetle yapmanın bir görev olduğunu biz inananlara hatırlatmaktadır. Dolayısıyla hem dünyevi hem de uhrevi sorumluluğu vardır öz değerlerimize riayet etmenin ve mesleğimize saygı göstermenin… Bize düşen görevimizi yapmaktır. Başarı zaten onu takip edecektir. Tıpkı kulluğun hakkı verildiğinde akabinde cennetin geleceği gibi. O zaman sözümüzü şöyle bir ayet-i kerimeyle bitirelim: “Rabbimiz, katından bize bir rahmet ver ve işimizde bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl).” (Kehf, 18/10.)