Makale

GEZİCİ MİKROFON

GEZİCİ MİKROFON

Çoğu zaman insanların kendi düşüncesine yakın yazarları okuduğuna, karşı fikirlere kulak vermekten imtina ettiğine şahit oluruz. Sizin bu konudaki düşünceniz nedir?

Peyami SAFA

Hepimizin kendimize göre bir lisanımız var. İki kişi aynı dili konuştuğu hâlde, biri ötekini anlayabilmek için onun söylediklerini kendi içinin diline tercüme eder. Hepimizde kendi içimizin diline, kendi tecrübelerimize ve hatıralarımıza, yerleşmiş fikirlerimize uygun eserler okumak ihtiyacı bundandır. Böylelerinden zevk alırız. Her kitabın aynasında, aynı görüş ve şuur noktası etrafında, hep kendi nefsimizin tuvaletiyle meşgul olmayı severiz.

Zihinleri bir tek akideye saplı, bir tek düşünüşe inanmış insanların hep aynı kanaatte ve aynı mevzuda yazılar okumaktan hoşlanmaları da bundandır. Böyle insanlarda tenkit hassası artık tamamıyla kötürümdür. Okudukları eser bir dua kitabı hâline gelmiştir. Artık okumakla değil, âdeta zikretmekle meşguldürler. Dinde olduğu gibi ilimde de kaba sofuluğu yapan budur. Bir fikir softasının elinden düşmeyen kitaplara ve dilinden düşmeyen kelimelere bakınız, bu acıklı tekerrürün nüshalarından ve nakaratlarından başka bir şeye tesadüf edemezsiniz. Artık onlar, bir kitap okurken, alıştıkları ve sevdikleri bir manzaraya bakar gibi pasif, dalgın ve hayrandırlar.

Bir eseri okurken bu dalgınlık kadar kötü bir şey yoktur. Yazının daha ilk cümlesinde, muharririn bize telkin etmek istediği fikrin tam tersinin de doğru olup olmadığını düşünmemize imkân bırakmaz. Hâlbuki bir yazı, içimizde uğradığı mukavemet nispetinde faydalı olur. Okumak, her şeyden evvel, muharrirle kıyasıya bir mücadeleyi göze almak olmalıdır. Yoksa muharrir bizim idrakimizi ve vicdanımızı esir ederek uşak gibi kullanmaya başlar…

Bir yazı bizde ancak kendi malımız olan fikirler doğurmak şartıyla faydalıdır.

(Peyami Safa, Eğitim, Gençlik, Üniversite, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 1999, s. 35.)

Safiye GÖLBAŞI

Okuma uğraşı biraz irade ama daha çok tutkuyla kaimdir. Bu sebeptendir ki okuma tercihlerinin, ilgi duyulan konular hakkında ve sevilen yazarlardan yana olması tabiidir. Üstelik bu “sevilen tanıdıklar” o kadar çoktur ki okur, “sevimsiz yabancılara” sıra vermek için gereken o enerjiyi kendinde nadiren bulur. Bu durum onun, bir tarafa gözünü kapatmasından ziyade diğer taraftan gözünü alamamasıyla ilgili olsa gerek. Üstelik okumanın gizli vaadi olan konfor ve keyif yine bu aşina alanda mevcut.

Öte yandan her türden esere ulaşmanın hayli kolaylaştığı günümüzde, pek çok karşıtlığın sınırı da bulanıklaştı. Yan yana gelmesi muhal şeyleri artık iç içe görmek mümkün. Menfi bir durum izlenimi veren bu serbestlik neyse ki okuma kültürünü olumlu yönde etkiledi. Kişisel kütüphanelerin içerikleri heterojen bir hâle evrildi. Ancak bu dönüşüm hâlâ ideal bir seviyede değil. Mesela bir yazarın, metni için ihtiyaç duyduğu okurun iyi niyetine bugün, geçmiş yazarlara nazaran daha fazla ihtiyacı var. Zira yukarıda da söylediğim gibi okur, “sevimsiz yabancılara” karşı isteksiz ve mesafeli. Bir de buna ideolojik tutumun getirdiği körleşme eklenince aradaki duvarlar büsbütün ses geçirmez oluyor. Buna bağlı olarak toplumun güncel estetik ve fikrî verimine ait gerçekçi bir resmin ortaya çıkma şansı da yitiriliyor.

Oysa nitelikli edebiyatın yapıcı gücü bir imkân olarak burada. Keşke herkes onu değerlendirebilecek kadar cesur olsa.