Makale

Hz. Peygamber'in insan hakları ihlâlleri ile mücadelesi

Hz. Peygamber’in insan
hakları ihlâlleri ile mücadelesi


Hızır Yağcı
Bartın/Ulus Müftüsü

Peygamberler, temel hak ve özgürlüklerin en önde gelen savunucuları olmuşlardır. Kendilerinin maruz kaldıkları haksızlıklarla mücadeleleri bir yana, başlangıçta peygamberlere tâbi olanların daha çok halkın zayıf ve güçsüz kesiminden olması, haksızlığa uğramış insanların hak arama mücadelelerinde peygamberlerin öncü rolüne işaret etmektedir.

Kur’an, ırk, renk, cinsiyet, yaş ayırımı yapmadan, “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık.” (İsra, 70.) buyurarak, insanın Allah (c.c.)’ın “başyapıtı” olarak dünyaya gelmesini, onurlu bir hayat sürebilmesi için yeterli görmüştür. Bu nedenle yaşama hakkı, (İsra, 33.) inanç hürriyeti, (Yunus, 99; Kehf, 29.) insan onurunun korunması, (Hucurat, 11.) mülkiyet hakkı, (Nisa, 29.) seyahat özgürlüğü, (Maide, 33.) özel yaşamın gizliliği (Hucurat, 12.) gibi hak ve özgürlüklerin korunmasına yönelik temel ilkeler koymuştur.

Hz. Peygamber karşılaştığı tepkilere rağmen bu ilkeleri hayata taşımış, insanların onurlu bir hayat sürmelerinin mücadelesini vermiştir. Haksızlıklarla mücadeleyi en onurlu görev saymış, peygamberliğinden önce Arapların övünç vesilesi saydıkları “Hilfü’l-Fudûl” antlaşmasına katılmasını, kızıl tüylü develere sahip olmaya değişmeyeceğini ifade etmiştir. Can, mal, inanç, iffet gibi, insanın en temel hak ve hürriyetleri uğrunda mücadele verirken öldürülmesi halinde şehid sayılacağını haber vermiştir. (Ebû Davud, Sünnet, 29.) Haksızlığa uğrayanlara yardım edilmesini, haksızlık yapanların yapmak istedikleri haksızlıklara engel olunmasını istemiş, (Buharî, Mezalim, 4.) bu uğurda cesaret ve kararlılıkla mücadele etmemenin uhrevî ceza ile sonuçlanacağı ikazında bulunmuştur. (Ebû Davud, Melâhim, 17.) Kamu malından aşıran, (İbn Mace, Cihad, 34.) borçlarını ödemeyerek insanlara karşı sorumluluklarını yerine getirmeyenlerin cenaze namazını kılmaktan imtina ederek, (Nesaî, Büyû’, 102.) insan hakları ihlâllerine yönelik önemli bir caydırıcı ilke geliştirmiş, namaz, zekât, oruç gibi ibadetleri yerine getiren, ancak kul hakkı ile Allah (c.c.)’ın huzuruna çıkanları müflis tüccara benzetmiştir. (Müslim, Birr, 59.)

Medine sözleşmesinde yer verdiği, bir Müslüman’ın haksız yere öldürülmesi durumunda bütün Müslümanlar katilin karşısında yer alır, (Muhammed Hamidullah, el-Vesâiku’s-Siyâsiyye, ‘Terc. Vecdi Akyüz, İstanbul, 1997, 69’) ifadesi ile insanın yaşama hakkını anayasal güvence altına almıştır. Veda hutbesinde cahiliye döneminin kan gütme davalarını bütünüyle kaldırmış ve ilk uygulamaya da kendi yakınlarından başlayacağını ilan etmiştir. (Müslim, Hacc, 147.) İntihar etmeyi, herhangi bir nedenle çocukları öldürmeyi ve insanlara işkence yapmayı da yasaklamıştır. (Müslim, Birr, 117-119; Nesâî, Tahrimu’d-dem, 9.)

Mülkiyet hakkını insanın en temel haklarından biri olarak kabul eden İslam, bu hakkın güvence altına alınması için hırsızlığı, tefeciliği, dolandırıcılığı ve her türlü hak ihlâllerini yasaklamıştır. Hz. Peygamber, mülkiyet hakkının dokunulmazlığını ve ihlâl edilmeye kalkışılması durumunda takip edilmesi gereken durumu şöyle ifade etmektedir.

Adamın biri Rasulüllah (s.a.s.)’a gelerek: “Bir adam bana gelip malımı zorla almak istiyor” dedi. Rasulüllah (s.a.s.), “Ona Allah’ı hatırlat” buyurdu. Adam: “Hatırlamak istemezse” dedi. Rasulüllah (s.a.s.), “Yakınındaki Müslümanlardan yardım iste” buyurdu. Adam: “Çevremde Müslümanlardan kimse yoksa” dedi. Rasulüllah (s.a.s.): “Devletten yardım iste” buyurdu. Adam: “Eğer devlet benden uzak ise” deyince, Hz. Peygamber: “Malının uğrunda dövüş ya ahiret şehidlerinden olursun veya malını kurtarırsın” buyurdu. (Nesâî, Tahrimu’d-dem, 20.)

Hz. Peygamber, Kur’an’ın insana tanıdığı inanç hürriyetini hayata taşıyarak, Medine sözleşmesinde Yahudilere inançlarını serbestçe yaşama hakkı tanımıştır. Hıristiyan Necran heyetine, bazı sahabilerin karşı çıkmasına rağmen peygamber mescidinde ibadetlerini özgürce yapma fırsatı tanımıştır. Esirlere Müslümanlığı kabul etmeleri için baskı yapılmasını kabul etmemiştir. (Ebû Davud, Cihad, 116.) savaş esnasında kendini ibadete veren insanlara dokunulmamasını, İslam savaş hukukunun ilkelerinden biri olarak benimsemiştir.

İfade hürriyetine olan saygısından dolayı, genç-yaşlı, kadın-erkek herkes onun huzurunda kendisini rahatlıkla ifade etmiştir. Gençliğinin güzel yıllarını kocasıyla geçirdikten sonra kocasının kendisini zıhar talakıyla boşaması üzerine, Hz. Peygamber’e gelerek mağduriyetini gidermesi için onunla tartışan kadına hiçbir olumsuz söz söylememiştir. (Mücadele, 1.) Zaman zaman eleştiri sınırlarını bile zorlayan durumlarla karşılaşmasına rağmen, insanların düşüncelerini serbestçe ifade etmelerine imkân tanımıştır.

Henüz İslam’ın ilk günlerinde müşriklerden çektiği sıkıntılar yüzünden bunalan ve bunun için Rasulüllah (s.a.s.)’tan kendileri için dua etmesini isteyen Habbab b. Eret’e, önceki milletlerden bazı kimselerin inançları uğrunda yaptıkları fedakârlıkları hatırlattıktan sonra, “Andolsun ki Allah bu dini tamamlayacaktır. Öyle ki, bir süvari San’a’dan, Hadramevt’e (bizdeki ifadeyle Edirne’den, Kars’a) kadar yol alacak da Allah’tan başkasından korkmayacaktır.” (Buharî, Menakibu’l-ensar, 29.) buyurarak daha o dönemde seyahat özgürlüğünün bu dinin önemli hedeflerinden biri olduğunu ifade etmiştir.

Hz. Peygamber, insanların ayıplarının, gizli durumlarının peşine düşmenin, gereksiz kuşku duymanın, onların suça itilmesine ve ahlaklarının bozulmasına neden olabileceğini hatırlatarak, özel hayatın gizliliğinin korunmasını istemiştir. (Ebû Davud, Edeb, 37; Müslim, Birr, 30.) İnsanın manevi şahsiyetini ayakta tutan değerlerin korunmasına yönelik birçok tavsiye ve sakındırmalarda bulunmuştur. O, doğumundan itibaren Allah (c.c.)’ın şekilden şekile sokarak, hayatının her devresinde onda farklı sanat harikaları yansıttığı ve bu yüzden kâinatta başköşeye oturtulması gereken bir varlık olan insanın, erdemli bir hayat sürebilmesine yönelik gerekli hukuki ve ahlaki zemini oluşturma gayretiyle yaşamıştır.