Makale

KUR’AN YOLUNDA BİR HAYAT SEYYİD KUTUB

KUR’AN YOLUNDA BİR HAYAT
SEYYİD KUTUB

Koray ŞERBETÇİ

Mısır, Amr bin As zamanında Müslüman sancağının gölgesi altına giren eski Firavunların beldesiydi. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Musa’nın tevhid, Hz. Yusuf’un erdem mücadelesinin anlatıldığı mekândı. İslam sancağı altında Müslüman dünyanın hem siyasi hem de entelektüel liderliğini uzun süre elinde tuttu. Bir dönem siyasi merkez olmaktan çıktıysa da ilim havzası olmaktan hiç çıkmadı. Fakat XIX. asırda İslam âlemi üzerine toplanan sömürgeciliğin kara bulutları her yerdeki gibi Mısır’ın da üzerine çöktü.

İşte sömürge idaresinin demir korsesinin bu Müslüman beldeyi soluksuz bıraktığı bir tarihte yani 1906 senesinde Asyut vilayetine bağlı Mûşâ köyünde bir çocuk doğdu. Adı Seyyid Kutub idi.

Seyyid Kutub’un Hindistan kökenli olan babası el-Hac Kutub b. İbrahim, bir âlim olmasa da sömürge yönetimine karşı vatansever hislerle dolu takvalı bir Müslümandı. İşin garibi Seyyid Kutub gençliğinde mütedeyyin bir portre çizmemekteydi. Batı tarzında eğitim veren bir okula gitmiş, hedefini de öğretmenlik olarak belirlemişti. Bu doğrultuda öğretmen okulu yani Daru’l-Ulum’da eğitim aldıktan sonra öğretmen olarak atanmıştı. Öğretmenlik yıllarında zamanını edebî eleştiri, kısa öykü ve roman yazımına adamış; kalem oynatmaya bu yıllarda başlamıştı. Fakat yaşamının genel çerçevesi doğrultusunda temaları dinî değildi.

Kutub’un köklere dönüş

serencamı

1940 yılı geldiğinde Seyyid Kutub, öğretmenlikten farklı bir rota belirledi. Artık Eğitim Bakanlığındaki kültür denetim müdürlüğündeydi. Buradaki günlerinde kendisini geliştirerek ve kariyerindeki ivmeyi arttırarak ilköğretim müfettişliğine geçti. Ama tüm bu memuriyet zikzakları onun ruhu için yeterli olmuyordu. Zihni açıktı ve ülkesinin içinde bulunduğu hâli hem görüyor hem de bir şeylerin yanlış olduğunu derinden hissediyordu. Bu nedenle artık ilgisini çeken en önemli konu sosyal gelişmeler olmaya başladı. Babasının vatanseverlik düşüncesini takip ederek o dönemde Mısır’daki mevcut en eski siyasi parti ve dönemin büyük muhalefet gücü olan Vafd Partisi’ne katıldı. Bu hamleyi yaptığında çoktan bir edebiyat eleştirmeni olarak ünü oluşmuştu.

Fakat gün geçtikçe sosyal gelişmelerle ilgilenmesinden dolayı kalemi edebiyattan sosyal ve politik meselelere dönmüştü. Artık bu konuda makaleler yazmaya başlamıştı. Bitmek bilmeyen entelektüel merakı nedeniyle 1948’de Kuzey Colorado Üniversitesinde eğitim bilimlerinde yüksek lisans için devletten yol ve eğitim bursu aldı. Amerika Birleşik Devletleri’nin Colorado eyaletinde üç yıl geçirdi. Bu yıllar onda âdeta bir fikir kırılması meydana getirdi. Şimdi Batı uygarlığının merkezindeki yaşamı çok daha iyi analiz edebiliyordu. Materyalizmin günlük hayattaki tahakkümünün insanları nasıl bir hayata sevk ettiği apaçık bir tablo olarak karşısındaydı. Tam bu noktada kendisi de koyu renkli bir deriye sahip olduğundan ırkçılığa maruz kaldı. Dahası ABD medyasının Siyonist görüşü nasıl sahiplendiğini de gördü. İşte bu yıllarda Mısır’ın önde gelen dinî oluşumu İhvan’ın lideri Hasan el-Benna’nın öldürüldüğü haberini dönemin ABD medyasının sevinçle karşılaması kafasındaki soru işaretlerinin belirginleşmesini sağladı. Artık bu yabancı âleme karşı kökleri arayış yoluna çoktan girmişti bile. Tam bu noktada Kur’an-ı Kerim’in fikir ve maneviyat kubbesi altına girmekten başka çare olmadığını anladı.

Kur’an-ı Kerim’in fikir kubbesi

Seyyid Kutub, Kur’an-ı Kerim-i sosyal meselelerin çözümünde biricik kaynak olarak kabul ettikten sonra dikkatini İslam ve Kur’an araştırmalarına yoğunlaştırır. Bu yoğun çalışmalarının ardından El-Adale’l İctimaiyye fi’l İslam (İslam’da Sosyal Adalet) adlı eseri yayımlanır. Bu kitap Mısır entelektüel dünyasında bir sarsıntı meydana getirir. Birçok âlim ve Müslüman aktivist artık Seyyid Kutub’u fark etmiştir.

Kitabın ilgi çekmesinin temel sebebi İslam’ı sadece manevi bir kaynak olarak değil sosyal ve ekonomik bir sistem olarak ele almış olmasıdır. Seyyid Kutub’a göre Kur’an-ı Kerim’de yer alan adalet sistemi bir idealden öte tarihte uygulanmış bir gerçekliktir. Bunun en ideal örneği Hz. Peygamber ve Hulefa-i Raşidin dönemidir.

Bu fikirlerinde derinleştikçe Mısır’da etkin Vafd Partisi’nin ideolojisi ve etkinlikleri onu hayal kırıklığına uğratır. Bu doğrultuda Amerika’dan Mısır’a döndüğünde görevinden istifa eder. Fikirlerini karşıladığına inandığı için Mısır’da en önemli sivil dinî oluşum olan İhvan-ı Müslimin’e üye olur. Bu arada fikirlerini el-Dava dergisinde yazarak günden güne olgunlaştırır ve sistemli hâle getirmeye uğraşır. İhvan-ı Müslimin geniş tabana sahiptir ancak politik bir oluşum değildir. Bu da oluşumu kendilerine yakın gördüğü politik görüşlere destek vermeye iter. Bu sırada darbeyle monarşiyi devirip başa geçen başkan Abdünnasır’ın devri başlamıştır. İhvan-ı Müslimin Nasır’ı Batı yanlısı gördüğünden muhalefeti destekleme kararı alır.

İşte tam bu noktada oluşumun entelektüel yüzü olan Seyyid Kutub birdenbire kendini politik kasırganın içinde bulur. Seyyid Kutub artık İhvan-ı Müslimin’in fikir örgüsünü formülleştiren en önde gelen bir Müslüman entelektüeldir. Oluşumun lideri olmasa da beynidir artık. Dolayısıyla İhvan’ın kurucusu Hasan el-Benna’nın entelektüel varisi olarak kabul edilir. Fakat bu, mücadelesinin çok daha sert ve tehlikeli bir zemine kaydığı anlamına gelmektedir artık.

Seyyid Kutub için zor yıllar

1954 yılı geldiğinde devlet başkanı Abdünnasır’a suikast girişimi vuku bulur. Mısır’daki yeni rejim bu olayı İhvan-ı Müslimin’i tasfiye etmek için bir fırsat olarak görür. Bir dizi tutuklama, göstermelik yargılamalar ve idamlar başlar. Bu süreçte Seyyid Kutub da tutuklanır ve on altı yıl hapse mahkûm olur.

Seyyid Kutub, hapishane günlerini bir yazma fırsatına dönüştürür. Tutukluluk döneminde en iyi eserlerini kaleme alır. Fi Zilali’l-Kur’an adlı tefsiri, işte bu dönemin bir ürünüdür. Seyyid Kutub’un bu tefsirini diğer tefsirlerden farklı kılan, ayrıntıları değil büyük temaları ele almasıdır. Kutub, tefsirini, önceki tefsirlere başvurmadan yazma yöntemini benimser.

Kutub’a göre Müslüman toplumu bunalım içindedir çünkü her şeyiyle İslam dışı karakterdedir. Bunun tek çaresi olarak da toplumun tüm hastalıklarına karşı İslam’ın hükümlerine bir şifalandırıcı olarak başvurulmasıdır. Peki, bu nasıl gerçekleşecektir? İşte Seyyid Kutub, bu modern cahiliyeye karşı öncü güç görevini üstlenecek ve topluma rehberlik edecek Müslüman fikir insanlarının olması gereğinden bahseder. Bu arada Kutub’a göre Müslüman bir devletin hangi yönetim biçimini alacağı çok önemli değildir. Kurulacak yapı Kur’an ve sünnet yoluyla belirlendikten sonra zaten her şey yerli yerinde olacaktır.

İdam sehpasına giden yol

Her ne kadar tutukluluğunu bir fikir olgunlaştırma sürecine dönüştürse de hapishane şartları Seyyid Kutub’un sağlığı üzerince ciddi bir olumsuz etki bırakır. Cezasının on yıllık kısmını çektikten sonra Irak Devlet Başkanı Abdüsselam Arif’in girişimiyle Mayıs 1964’te serbest bırakılır.

Fakat hapisten çıkan Kutub köşesine çekilmeye niyetli değildir. Müslümanlara rehberlik etme görevini sürdürür. Serbest kaldığı günlerde bir eser daha kaleme alır: Me’alim fi’t-Tarik (Yoldaki İşaretler). Eserin eksen fikri, İslam toplumundaki problemlerin cehaletten kaynaklandığıdır. Buradaki cehalet vurgusu insanların ilahi rehberlikten yoksun olduğu tıpkı Hz. Peygamber’den önceki cahiliyeyle benzer bir duruma düşmesidir. Bu kitabında savunduğu görüşleri ve İhvan-ı Müslimin’i yeniden canlandırma faaliyetleri iddiası yine onun için zor günlere işaret eder. Çok geçmeden 9 Ağustos 1965’te tekrar tutuklanır. Bu kez yargılama süreci çok daha uzun ve çileli olur. Uzun süren yargılama sonunda idam cezasına çarptırılır. Artık Mısır’daki rejimin zihni ve kalemi durmayan bu fikir adamına tahammülü yoktur. Alınan karar hayata geçirilir ve 29 Ağustos 1966’da asılarak idam edilir. Mısır rejimi ondan o kadar çekinmektedir ki cesedini bilinmeyen bir yere gömer.

İdamı bütün İslam dünyasında tepkiyle karşılanan Seyyid Kutub, eserleri pek çok dile tercüme edilen, fikirleri XX. yüzyılın ikinci yarısındaki İslami oluşumların pek çoğuna ilham veren bir düşünür olarak tarihteki yerini alır.