Makale

Prof. Dr. Abdurrahman HAÇKALI: “Doğruluk bütün erdemlerin özü ve ön şartıdır.”

Prof. Dr. Abdurrahman HAÇKALI:
“Doğruluk bütün erdemlerin özü ve ön şartıdır.”

Söyleşi

Mustafa BERK

Mustafa Mirza DEMİR

Müslümanlar için rahmet ve arınmaya vesile olan on bir ayın sultanı ramazan-ı şerifi idrak ediyoruz. Manevi coşkunun zirve yaptığı Kur’an ayında Kur’an ile nasıl buluşmalıyız, ondan istifade etmenin yolları nelerdir?

Sizin de söylediğiniz gibi ramazan ayının diğer bir adı “Kur’an ayı”dır. Ramazan, Kur’an ile hemhâl olma ayıdır. Müslüman fikriyle, zikriyle, ameliyle her zaman Kur’an ile hemhâl olan/olmaya çalışan kişi demektir. Zira Hz. Âişe validemizin Peygamber Efendimiz için söylediği “Sen Kur’an okumuyor musun? Onun ahlakı Kur’an’dı.” (Müslim, Müsafirin, 139.) ifadesi, Hz. Peygamber (s.a.s.) örnekliğinde Kur’an’ın Müslümanı nasıl inşa ettiğini ortaya koymaktadır.

Kur’an tilaveti ramazan ayında ayrı bir önem kazanır. Bu hususta da örneğimiz yine Hz. Peygamber’dir. Kur’an’ın her bir ayetini sadece tilavet değil, Rabbimizin bize öğütlerini anlama, yaşama, davranış ve ahlak hâline getirme hususunda ramazan çok güzel bir imkân ve zamandır.

Ramazan-ı şerifte daha yoğun bir ibadet hayatımız oluyor. Orucu birey olarak tutuyoruz, diğer ibadetlerimiz de öyle. Ancak resme bir bütün olarak baktığımızda Müslüman toplum olarak bir şahs-ı manevi gibi davrandığımızı ve bütün bunları hep beraber gerçekleştirdiğimizi görüyoruz. İftarlarımız, teravihlerimiz, mukabelelerimiz, bu ayda daha belirgin hâle gelen yardımlaşma ve dayanışmamız ve tabii ki bayramımız… Bu vesile ile Müslüman bir toplum, ümmet olduğumuzu bir kez daha düşünme vaktidir ramazan.

Başkanlığımız, uzun zamandır toplumda bir farkındalık oluşturma gayesiyle ramazan ayını bir tema ekseninde işlemiş, bu yılki çalışmayı da “Ramazan ve Doğruluk” olarak belirlemiştir. Tüm zamanlarda müminin şiarı olan doğruluk ilkesi hakkında ve bunun mübarek zaman diliminde işlenmesinden hareketle ramazan ve doğruluk konusunda neler söylersiniz?

Farkındalık oluşturmak için güzel bir fırsat. En temel değerlerimizden biri olan sıdk, doğruluk ve istikameti bir daha düşünmek, anlamak ve karakter hâline getirmek için özel bir zaman dilimi ramazan. Bu vesile ile Kur’an’da doğruluğa, sıdka ve sırat-ı müstakime ne kadar vurgu yapıldığını bir kez daha düşünmemiz gerekiyor.

Sıdk, hakkı ve hakikati kabul etmek; kâinata bakıp Yüce Yaradan’a inanmak demektir. Sıdk, Kur’an mucizesini görüp Hz. Muhammed’in (s.a.s.) peygamberliğini ve getirdiklerinin hak olduğunu içtenlikle benimsemektir. Sıdk, kişinin Rabbine verdiği söze sadık kalmasıdır. Allah’tan gelen vahyi tereddütsüz kabul edenlere “sıddık” denir. Nitekim Kur’an’da inananlar “sıddık” olarak vasıflandırılmıştır. (Hadid, 57/19.) Ayrıca Hz. Meryem, Hz. Yusuf, Hz. İbrahim, Hz. İdris bu vasıfla nitelendirilmiştir. (Yusuf, 12/46; Meryem, 19/41, 56; Maide, 5/75.) Hz. Ebu Bekir’in ümmet içerisinde “sıddık” olarak vasıflandırılması da bu hususta güzel bir örnektir.

Kur’an, bu sadık kişilerin vasıflarını şöyle ifade ediyor: “Gerçek müminler ancak Allah’a ve resulüne iman eden, sonra asla şüpheye düşmeyen ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihat edenlerdir. İşte onlar sadıklardır.” (Hucurat, 49/15.)

Doğruluk, ahlaki erdemlerin tamamını kendisinde toplayan temel bir erdemdir. Doğruluk bütün erdemlerin özü ve ön şartıdır. İmanın geçerliği, sözün muteberliği ve fiilin sahihliği doğru olmasına bağlıdır. Aynı zamanda ahlakiliğin en temel değeri de doğruluktur. Doğruluk, bütün zorluklarına rağmen, hak ve hakikatin yanında “sabitkadem” olmak ve gelip geçici dünya hayatının cazibesi karşısında sarsılmamak demektir.

Doğruluk karakterimiz hâline gelmemişse çok şeyi kaybettik demektir: İmanda doğruluğun olmaması münafıklık, sözde doğruluğun olmaması yalancılık, amelde doğruluğun olmaması ise fesat demektir. Bu üç sonuç, ne dünya ne de ahirette makbuldür.

Kur’an-ı Kerim’de “Rabbimiz Allah’tır deyip dosdoğru yolu izleyenlerin üzerine melekler iner ve ‘Korkmayın, üzülmeyin ve size vadedilen cennetle sevinin.’ derler.” (Fussilet, 41/30.) buyrulmaktadır. Hangimizin daha iyi amel işlediğinin ölçüleceği imtihanda başarılı olmak için ayette kastedilen ‘dosdoğru’ ifadesini nasıl anlamalıyız?

Ayet-i kerimede, istikamet üzere olanlardan bahsedilmektedir. Kelime manası “dosdoğru olmak” şeklinde ifade edilse de burada kastedilen; “İslam yolunda sabitkadem yürüyenler/ondan ayrılmayanlar”dır. Bu da aslında, iman ile Allah’a verilen söze sadakat göstermek ve Müslümanlığa titizlikle riayet etmek demektir. İşte bu müminler cennet ile müjdelenmektedir.

Kur’an, bu istikamete “sırat-ı müstakim/doğru yol” demektedir. Sırat-ı müstakim peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve iyi kimselerin yolu, yani İslam demektir. Bu nedenle âlimler istikameti, “Allah’ın kitabına ve Peygamber’in sünnetine sarılıp bunlardan kopmadan yaşamak” şeklinde açıklamışlardır.

Allah Teâlâ, Enam suresinde müminlere şöyle hitap etmektedir: “İşte bu, benim dosdoğru yolum. Artık ona uyun. Başka yollara uymayın. Yoksa o yollar sizi parça parça edip O’nun yolundan ayırır. İşte size bunları Allah sakınasınız diye emretti.” (Enam, 6/153.)

İstikamet, hakkın yolunda dimdik ve sapmadan yürümek demektir. Hakkın doğru yolunu doğrulukla yürümek gerekir. İstikametin zıddı haktan sapmak, eğilmek ve şahsiyetsiz hâle gelmektir.

Sırat-ı müstakim, tevhid inancına dayanmak, şirkten, küfürden, münafıklıktan ve gerçekliği olmayan sapkınlıklardan uzak durmak; amelde hakka riayet etmek, niyeti düzgün ve içi dışı bir olmak, ikiyüzlülükten kaçınmak ve her zaman samimi olmaktır.

“Ya Resulüllah! Müslümanlığa dair bana öyle bir söz söyle ki o konuda başka soru sorma ihtiyacı hissetmeyeyim.” diyen kişiye, “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol!” düsturunu bulunduğu topluma yansıtan Sevgili Peygamberimiz, cahiliye toplumunu “asr-ı saadet”e dönüştürmüştür. Efendimizin gerçekleştirdiği bu dönüşümden bahseder misiniz?

İnanmak ve Müslüman olmak inananlarda bir devrim gerçekleştirdi: “zihniyet devrimi”. İnsanların şekil ve giysilerini değil ama niyet, düşünce, fikir ve zihniyetlerini değiştirdi İslam. Günümüzde en çok da bu “zihniyet meselesi” önemli. İman “dil ile ikrar, kalp ile tasdik” olarak ifade edilir; ancak kalp ile tasdik esasen insanda bir zihniyet devrimine yol açar. Günümüzde her tarafımızdan bizi saran ve zihin dünyamızı istila eden gayri İslami anlayışlara karşı ne kadar duyarlıyız ve ne kadar ayakta kalabiliyoruz? Acaba düşünce dünyamız ne kadar Müslüman?

Bir insan iman ettiğinde, artık onun temel vasfı sıdk ve doğruluktur. Sahabede de bunu görüyoruz. Peygamberliğine inandıkları kişinin de en bariz özelliği sıdkı, doğruluğu ve güvenilirliği idi. Sahabe toplumu, hakkın ve adaletin esas olduğu bir toplumdu. Bu toplumun adı iman sayesinde değişmiştir: Cahiliye, yani zulüm ve haksızlık toplumundan adalet ve erdem toplumuna dönüşmüştür.

Yukarıda bahsettiğimiz “istikamet” ve “sırat-ı müstakim”i hâl ve yol edinen sahabe dönemine “asr-ı saadet” diyoruz. Onların hem kendi kalbî dünyalarında hem de toplumsal ilişkilerinde güven esastı. Hz. Peygamber “Aldatan bizden değildir.” diyerek bu toplumu güven ve adalet toplumu olarak tanımlamıştı.

Hz. Ali (r.a.) “Doğruluk keskin kılıçtır.” buyurmak suretiyle doğruluğun/dürüstlüğün ne kadar zor bir erdem olduğunu bizlere bildiriyor. Dürüstlük ilkesinin gündelik hayatımıza, beşerî ve sosyal ilişkilerimize etkileri nelerdir?

Hangi işi yapıyor olursanız olun, güvenirlik esastır. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) peygamberliğinin delillerinden biri de onun “el-emin” yani güvenilir/asla yalan söylemeyen kişi olmasıdır. Sadece bu özelliği bazı sahabilerin onun peygamberliğini kabul etmesi için yeterli delil olmuştur.

Toplum olabilmenin temelinde doğruluk ve güvenirlik vardır. Nitekim Kur’an İslam ümmetini tanımlarken “ümmeten vasaten/âdil-mutedil ümmet…” olarak tanımlamaktadır. Vasat kelimesi; âdil, dosdoğru, hayırlı, seçkin, dengeli, şerefli ve ılımlı gibi anlamlara gelmektedir. Hz. Peygamber “vasat”ı, “adalet”; “vasat ümmeti” de “adil ümmet” olarak tefsir etmiştir. Bu, İslam ümmetinin âdil ve her daim hakkın yanında yer almasındandır.

Toplumsal düzen doğruluk ve adalet ile sağlanır. Doğruluk güveni beraberinde getirir. İnsanın en temel ihtiyaçlarından biri güvendir. İnsanın ailesi, komşuları, iş ve sosyal çevresi ile ilişkilerinde başlangıç noktası güven ve bu güveni sağlayan doğruluk ve dürüstlüktür. Bununla birlikte her zaman dürüst olmak, gerçeği söylemek ve hakkın yanında yer almak kolay değildir. Kişinin kendi menfaati ve çıkarı yanında, yakınlarıyla ilgili hususlar da adil ve dürüst olmasını zorlaştırır. Ancak mümin, hakkı terk edemez. Bu onun imanının gereğidir. Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve akrabanız aleyhinde bile olsa Allah için şahitlik ederek adaleti titizlikle gerçekleştirenlerden olun…” (Nisa, 4/135.)

Allah katında her zaman haklı olan, doğru ve dürüst olan kazandığı gibi, sonuçları itibarıyla adalet ve doğruluk kişiye ve topluma daima fayda sağlar ve toplumu ayakta tutar.

Doğruluğun erdemli bir haslet olmasından ve kazanımlarından epeyce bahsettikten sonra bir de karşı cihetten bakarak şöyle sormak isterim: Yalancılık ve sadakatsizlik hâli insana ne/neler kaybettirir?

İnsan güvenilir değilse onun değeri nedir? İnsanın insanla münasebeti doğru ve güvenilir olmasına dayanır. Dostluğunda, arkadaşlığında, alışverişinde ve diğer bütün münasebetlerinde “Ben yalancıyım/güvenilmezim/sahtekârım.” deseydi insanlar, acaba nasıl bir tutum takınırdık? Yalancı olduğunu söyleyen bir tüccar, yalancı olduğunu söyleyen bir hekim, yalancı olduğunu söyleyen bir damat adayı ve benzerleri ile kim münasebet kurmak ister ki!

Doğruluğu kaybetmek genel anlamda kişiye iyiliği kaybettirir. Zira Peygamberimiz, iyiliğe ulaşmanın yolunun doğruluktan geçtiğini bildirmiş ve şöyle buyurmuştur: “Doğruluktan ayrılmayın! Çünkü doğruluk, sahibini hayra ve iyi amellere yöneltir. Doğruluk ve hayır sahibi de cennettedir. Yalancılıktan da sakının! Çünkü yalan, sahibini kötülüklere sürükler. Yalancı ve kötülük sahibi de cehennemdedir…” (Buhari, Edeb, 69; Müslim, Birr, 105; İbn Mace, Dua, 5.) Doğruluğun ne kadar önemli olduğunu ifade eden diğer bir rivayette ise Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Kalbi dürüst olmadıkça kulun imanı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz.” (İbn Hanbel, III, 198.) O hâlde özüyle sözüyle dosdoğru olmak gerekmektedir. Hz. Peygamber’in “‘Allah’a inandım.’ de, sonra da dosdoğru ol!” (İbn Hanbel, III, 413.) tavsiyesinin anlamını bu rivayetle daha da iyi anlıyoruz.

Meseleye etraflıca baktığımızda doğruluğu kaybeden kişi, Rabbinin rızasını kaybetmiştir. Dostlarını kaybetmiştir. Kişiliğini kaybetmiştir. Fâni dünyada geçici bazı şeyler elde etse de ebedî hayatını kaybetmiştir.

“Doğru söyleyenin bir ayağı üzengide gerek.” demiş atalarımız. Her şeye ve herkese rağmen doğruyu savunabilmek ve söyleyebilmek şuurunu kazanabilmek için Müslüman neler yapmalıdır?

İmanımıza sahip çıkmalı, imanımız doğrultusunda yaşamalı ve ahlakımızı imanımıza uygun hâle getirmeliyiz.

Doğruluk “hak” kelimesiyle özdeştir. “Hak”, Yüce Rabbimizin adıdır. Her hususta hakka riayet edebilmeliyiz. Hz. Peygamber’in en önemli özelliğinin “el-emin” olduğunu hiç unutmamalıyız.

Rabbimizin “kurtuluşa eren müminlerin vasfı” olarak bizlere doğruluğu gösterdiğini dikkate almalıyız. Sadakat, mümin için ahirette kurtuluş reçetesidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de; “... Bu gün, doğru söyleyenlerin (sadıkların) sıdklarının kendilerine fayda vereceği bir gündür. Devamlı kalacakları ve altında ırmaklar akan cennetler onlarındır. Allah kendilerinden razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır ve işte bu en büyük kurtuluş ve saadettir.” (Maide, 5/119.) buyrulmaktadır.

Doğruluk hakkın yolu iken, yalancılık, sahtekârlık, hile ve aldatma şeytanın yoludur. Mümin, yürüdüğü yolun farkında olan kişidir. Bu yolda peygamberler ve büyük şahsiyetler hepimizin örneğidir. Hz. Ömer’i “Ömer” yapan özelliklerini hatırlayalım. Tarihe adını yazdırmış âlimler ve İslam büyüklerinin isimlerini dünyada kalıcı kılan, her daim hakkın yanında yer tutmalarıdır. Müslümanın temel özelliği budur. Allah Teâlâ özünde ve sözünde sadık olanları da yalancıları da ortaya çıkaracağını vadediyor: “İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ‘İman ettik.’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? And olsun ki biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirdik. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (Ankebut, 29/2-3.)