Makale

KIZIL ÇÖLLERDEN KIZILDENİZ’E ÜRDÜN

KIZIL ÇÖLLERDEN KIZILDENİZ’E
ÜRDÜN
F. Hilâl FERŞATOĞLU
İstanbul Kadıköy Vaizi

Resmî adı Ürdün Haşimi Krallığı olan Ortadoğu ülkesi, adını Ürdün (Şeria) nehrinden alan topraklar üzerinde, I. Dünya Savaşı sonrası bir emirlik olarak kurulmuştur. Nehrin doğu yakası Ürdün, batı yakası ise tarihî Filistin (Batı Şeria) bölgesidir. Akdeniz’e, Kızıldeniz’e, üç dinin kutsal saydığı Kudüs’e, Bilâdüşşam’ın merkezi Dımaşk’a yakınlığı; Hicaz yolu üzerinde oluşu sebebiyle tarih boyunca önemini koruyan bu topraklar aynı sebeplerle ticaret kervanlarının ve hac yolcularının da güzergâhıdır.

İslam’ın Hicaz’da doğduğu dönemde, görkemli Roma şehirlerinin bulunduğu Ürdün-Suriye bölgesinde, Bizans’a tabi Hristiyan Arap hanedanı Gassaniler hüküm sürmekteydi. Gönderdiği elçinin teamüle aykırı olarak katledilmesi sonucu, Allah Resulü (s.a.s.) Gassaniler üzerine sefer emri verdi. İslam askerlerinin Bizans ordularıyla ilk karşılaşması Kerak şehri yakınlarında Mute’de gerçekleşti (629). Cennetle müjdelenen üç büyük komutan Zeyd b. Harise, Cafer b. Ebi Talib ve Abdullah b. Revaha bu topraklarda şehit düştü. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer dönemlerinde kazanılan Ecnâdeyn (634), Fihl (635) ve Yermük (636) zaferleriyle, dört asır bu topraklarda hüküm süren Gassani Devleti yıkılacak ve Ürdün Müslüman memleketi olacaktı.

Emevi, Abbasi, Fatımi, Selçuklu hâkimiyetlerinden sonra bir süre Kudüs Haçlı kralının eline geçse de Selahaddin Eyyübi’nin fethiyle bölge yeniden İslam toprağı oldu. Eyyübi ve Memlük dönemlerinin ardından Yavuz Selim’in Mısır seferi sırasında Osmanlı yönetimine girdi. 402 sene Osmanlı idaresinde kalan bu topraklar Şam Beylerbeyliği’ne bağlı sancak merkezlerinden yerel idarecilerce yönetildi. Dımaşk, Kudüs, Hicaz, Mısır havalisine mücavir olması sebebiyle merkez tarafından dikkatle takip edilen Ürdün bölgesi, hac güzergahının önemli bir bölümünü kapsadığı için ayrıca önemliydi.

XVIII. asırda Arap Yarımadası’nda bedevi kabileler arasında yayılan Vahhabilik hareketi Ürdün ve Suriye bölgesinde de etkisini gösterdi. XIX. asrın başında Mehmet Ali Paşa ve oğlu İbrahim Paşa tarafından bertaraf edilse de yüzyılın ortalarında kabile isyanlarıyla bölge yeniden karıştı. İşte II. Abdülhamit’in -önemli kısmı Ürdün topraklarından geçen- Hicaz Demiryolu projesi hem hac yolunun emniyetini sağlamak hem de merkezden uzak bölgelere gerektiğinde askerin daha süratli ulaşmasını temin içindi. Ne var ki patlak veren I. Dünya Savaşı ve peşi sıra gelen Arap isyanları huzuru tümden kaçıracaktı.

Arap isyanı ve sonrası

Cihan Harbi sırasında müttefik kuvvetler Osmanlı coğrafyasındaki farklı milletlerden halkları devlet otoritesine karşı kışkırtmak suretiyle içeriden çökertme faaliyetine giriştiler. Kendilerine vereceği desteğe karşılık Hicaz Emiri Şerif Hüseyin’e vadedilen şey Arapların bağımsızlığıydı. Sonradan aldatıldığını itiraf edecek olan Şerif Hüseyin, İngiliz desteğini alarak Osmanlı’ya karşı ayaklandı (1916). İsyan Ürdün’deki bazı bedevi kabilelerce de desteklendi.

Lawrence’ın rüşvet ve kışkırtmalarıyla harekete geçen bedevilerce Osmanlı birliklerine baskınlar düzenlendi. Medine’deki Türk birliğine yardım gelmesine mâni olmak üzere Hicaz Demiryolu tahrip edildi. Akabe, Maan, Salt ve Amman şehirleri Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’a bağlı kuvvetlerce ele geçirildi ve 1918 sonunda tüm Ürdün Osmanlı Devleti’nin elinden çıktı.

Araplar savaştan sonra milletlerin kendi geleceğini belirlemesi anlamına gelen “self-determinasyon” ilkesi gereğince hareket edileceği zannına sahiptiler. Oysa İngiltere ve Fransa savaş sonrası için paylaşım planlarını çoktan yapmışlardı (Sykes-Picot). İngiltere Şeria nehrinin iki yakasını birbirinden ayırarak manda idaresi kurdu ve doğuda Şarkî Ürdün Emirliği ilan edilerek başına da Şerif Hüseyin’in diğer oğlu Abdullah getirildi (1921). İngilizler tarafından bağımsızlığı verilene dek (1946) manda idaresinde kalan Ürdün, bu zaman zarfında devlet olarak yapılandırıldı ve 1949’da Ürdün Haşimi Krallığı adını aldı.

15 Mayıs 1948’de manda yönetimine son veren İngiltere aynı gün Tel Aviv’de İsrail devletinin kurulduğunu da ilan etti. Birkaç saat sonra Arap Birliği İsrail’e karşı savaş açacak, başarı da kaydedecek fakat İsrail’i destekleyen Batılı güçler durumu Arapların aleyhine çevirecekti. Sina Yarımadası’nı ve Akabe Körfezi’ne kadar bütün Filistin’i ele geçiren İsrail savaş sonunda her Arap ülkesiyle ayrı bir mütareke antlaşması imzalayarak sınırlarını belirledi. Batı Şeria ve Doğu Kudüs Ürdün’e bırakıldı.

1967’de gerçekleşen ikinci Arap-İsrail savaşında Ürdün 1948’de kendisinde kalan Batı Şeria ve Doğu Kudüs topraklarını kaybetti. Bu son savaş Filistin’den Ürdün’e iki milyon insanın göç etmesine sebep oldu. 1994’te ABD aracılığıyla İsrail ile Ürdün arasında başlatılan barış ve diyalog süreci sonrasında diplomatik ilişkiler geliştirildi. Bu barış, göçlerle nüfusu hızla artan Ürdün’e, ara bulucu ABD’nin mali yardımlarını arttırdı.

Ürdün, Kral Hüseyin’in 47 yıllık iktidarı döneminde İngiltere ve Amerika’nın ekonomik ve askerî desteğini alarak güçlenmiştir. Halkın ekserisini toplam nüfus içinde oranı yüzde 70’i bulan Filistinli Araplarla bedevi Araplar oluşturmaktadır. Bugün ülke Kral Hüseyin’in oğlu II. Abdullah’ın kral olduğu anayasal bir monarşiyle yönetiliyor. Dört yılda bir siyasi partilerin katıldığı parlamento seçimleri yapılıyor, başbakan ve kabineyi kral tayin ediyor.

Amman ve Ceraş

En az beş bin yıllık bir tarihi olduğu düşünülen Amman, Ürdün’ün kuzeyinde, Zerka vadisinde bulunan tepelere kurulmuştur. Ammonilerin başşehriyken Rabbath, Helenistik devirde Philadelphia olarak adlandırılmıştır. Bu eski kentin İslam yurdu olduğundan beri kullanılagelen ismi ise Amman’dır. Osmanlı’nın son döneminde Hicaz Demiryolu’nun Amman’dan geçmesi şehrin önemini artırmıştır. 1946’da Ürdün Emirliği’nin bağımsız bir krallığa dönüştürülmesinden sonra ise başkent olmuştur.

Bugün Roma, Bizans ve Emevi döneminden tapınak, kilise ve saray kalıntılarının bulunduğu tarihî kaleden şehrin diğer tepelerine bakıldığında kireç taşından yapılma bej rengi evler, Roma tiyatrosu, Emeviler dönemine ait Eşrefiye Camii, kraliyet sarayı kompleksi ve modern şehir aynı anda farklı dönemleri gözler önüne seren panoramik bir fotoğraf verir.

Romalılar döneminde merkez, Amman’a 50 km mesafedeki Jerash (Ceraş) kentiymiş. İmparatorluğun en büyük şehirlerinden biri olduğu bilinen Jerash önemli bir kavşak, işlek bir ticaret merkeziymiş. Antik şehirden geriye kalanlar büyük kemerli kapıları, sütunlarla çevrili oval forumu, agorası, tiyatrosu, tapınakları, şehrin görkemi ve zenginliği hakkında yeterince fikir vermektedir.

Salt Türk Şehitliği

Amman’ın batısında yer alan Salt şehri Osmanlı idari merkezlerinden biriydi. Dünya Savaşı sırasında Salt’ta bulunan Osmanlı birliklerinin vazifesi Ürdün ile Filistin arasında yer alan Yuşa Vadisi’ni korumak, Kudüs’e geçit vermemekti. 1918 Mart’ında Kudüs ve havalisini ele geçirme niyetiyle harekete geçen İngiliz birlikleri ile Osmanlı ordusu arasında şiddetli çarpışmalar yaşanmış, İngiliz hava kuvvetlerinin de devreye girmesiyle büyük kayıplar verilmiştir. Can verip yol vermeyen, 4. Ordu’nun 48. tümenine bağlı piyade alaylarına mensup 300 kadar Türk subay ve erinin aziz hatırasını yaşatmak üzere Salt kalesinin hemen yanına Türk Şehitliği inşa edilmiştir.

Lut Gölü

Kutsal kitaplarda ismi geçen peygamberlerin yaşadıkları, vazife gördükleri yahut güzergâh eyledikleri bir coğrafyada yer alan Ürdün’de yer isimleri dinler tarihinden izler taşır. Sapkınlıkları sebebiyle helak oldukları bildirilen Lut kavminin yaşadığı bölgeye izafeten Müslümanlarca Lut Gölü diye adlandırılan göl, bunlardandır. Rift Vadisi’nde, yeryüzünün en alçak rakımlı yeri olan Gûr çukurluğunda yer alan gölün yüzeyi ve kristalleşmiş tuzdan kıyıları deniz seviyesinin 402 m daha aşağısındadır. Tuz oranı okyanuslardan sekiz kat fazla olan Lut Gölü, tuzluluğu sebebiyle içinde bitki yahut hayvan hiçbir canlı barındırmadığı için Ölü Deniz olarak da isimlendirilmiştir. Kıyıları yerleşime müsait olmamasına rağmen doğu kıyılarında Ürdün, batı kıyılarında İsrail -sınır çizgisi göl ortasından geçtiği için- turizme yahut sudaki kimyasal maddeleri değerlendirmeye yönelik tesisler kurmuşlardır.

Vadi Musa ve Petra

Lut Gölü’nün 200 km güneyinde, Musa Vadisi’nde kızıl kum taşı kayalara oyularak inşa edilen kaya şehir Petra, MÖ 400- MS 106 yılları arasında Nebatilerin başkentiydi. 1812’de İsviçreli bir gezgin tarafından keşfedilip dünyaya tanıtılıncaya kadar dünyanın büyük çoğunluğu tarafından unutulmuştu. Gül renkli şehrin (Rose-City) girişinden itibaren 1 km devam eden dar kanyon eski çağın en görkemli eserlerinden biri olan el-Hazne’ye açılıyor. Nebati kralına ait bir anıt mezar olduğu düşünülen el-Hazne, 45 m yüksekliğindeki bir kayanın yukarıdan aşağı doğru yontulması suretiyle yapılmış. Petra, koyu kırmızıdan sarıya uzanan bir yelpazede zaman zaman dantel dantel şekillenen kum taşı kayalıklarla vadi boyunca dalga dalga uzayıp gidiyor. Şehre Roma döneminde yapılan tiyatro, kesme taştan örülerek değil kayalar oyularak yapılmış. İnsanoğlunun tabiata meydan okuyarak değil de ona uyarak ve ihtiyaçlarını estetize ederek yaşamışlığına nefis bir örnek olan Petra, UNESCO dünya kültür mirası listesinde ve dünyanın yeni yedi harikası arasında.

Kızıldeniz ve Akabe

Çölün suya kavuştuğu, sarp dağlar arasından yol veren geçidin Kızıldeniz’le buluştuğu yerde, Akabe Körfezi’nde kurulan eski bir liman şehri Akabe. Yüzyıllardır üç kıta arasında ticaret ve ulaşım sağlayan bir kent olmasından başka Osmanlı topraklarından Hicaz’a gidenlerin Şam’dan sonra ikinci ana konak yeri ve Mısır tarafından gelen hacılarla buluşma noktasıydı. Süveyş Kanalı ve Hicaz Demiryolu’nun devreye girmesiyle eski önemini kaybetse de dışa açılan tek limanı olarak yüzde 75’i çöllerle kaplı Ürdün için bugün hayati kıymettedir.