Makale

İRADE EĞİTİMİ AÇISINDAN İBADETLER

İRADE EĞİTİMİ AÇISINDAN İBADETLER

Doç. Dr. Esma SAYIN
Balıkesir Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Namaz nasıl irade eğitimi verir?

Bir bütün olarak özellikle namaz ibadeti, her türlü sıkıntıya neden olan güçlüklere katlanma, zorluklarla başa çıkma, sıradan benliği aşarak geliştirme ve kendini yenileme ile sonuçlanan psikolojik bir olgunlaşmanın itici gücü olarak değer kazanmaktadır. Bu noktada namaz ibadeti, kişiye kazandırdığı psikolojik olgunlaşmanın yanı sıra; içsel bir gelişim, sabır ve irade eğitimi olma özelliğine sahiptir.

Namaz ibadetinin Kur’an’da sabırla beraber ifade edilmesi bu gerçeğe işaret etmektedir. Böylece insan sabrederek iradesini güçlendirir, arzularını engeller ve onları düzene koyar, alçak gönüllü bir kişiliğe sahip olur. Bu yönüyle insan, namaz ibadeti sayesinde güzel bir ahlak için gerekli olan gelişmiş bir şahsiyet ve irade gücünü elde edecek; kötü sayılan davranışlardan uzaklaşacaktır. (Mehmet Bayrakdar, İslam İbadet Fenomenolojisi, Doğuş Matbaacılık, Ankara, 1987, s. 87.)

Stresli bir olay ya da duruma uyum sağlama çabası içerisindeki bireylerin, mevcut stresli durum veyahut olayla baş edebilmede kullandıkları, inançları ve ibadetleridir. Bir problemle karşılaşan kişi, problemin çözümüne yönelik olarak dinî inancından bir çıkış yolu bulur. Nitekim namaz ibadeti, hem sabır eğitimi niteliği taşır hem de güçlüklere direnç noktasında bireye güç ve dayanıklılık sağlar.

Namaz ibadeti, sabır ve irade gücünü geliştirmesi yönüyle bireyin otokontrol dediğimiz öz denetim yeteneğini harekete geçirir. Bu bağlamda “otokontrol”; başka bir tabirle, “öz denetim” ile bireyin duygu, düşünce, heyecan ve davranışları denetlenmiş tepkiler hâline gelir. Ancak kişinin kendisini içten gelen bir denetimle denetleyebilmesinin, onu denetime teşvik edecek durumlar ve Yüce Yaratıcı ile olan ilişkisiyle yakından alakası vardır. (Yurdagül Mehmedoğlu, Erişkin Bireyin Kendilik Bilinci ve Din Eğitimi, Rağbet Yayınları, İstanbul, s. 67.)

Oruç nasıl irade eğitimi verir?

Sufiler, oruca çok özel bir mana verip Allah dışındaki her şey olan masivadan el etek çekmeyi ve kalbin orucu ile Hak’tan başkasını gönle koymamayı da oruç başlığı adı altında ele almışlardır. Oruç, Allah dışındaki her şeyden yani masivadan el etek çekmektir. Kalbin orucu ise kalbe Hak’tan başkasını koymamaktır. (Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yayınları, İstanbul, 1999, s. 488.)

Bu manada Allah’ın seçkin kulları için ömür, bütünüyle bir oruç demektir. İşte bu hikmete binaen ömürleri boyunca bu kimseler, Allah’tan uzaklaştıran şeylerden uzak kalmakta ve bunlardan sakınmaktadırlar. Masivadan el etek çekerek perhize giren kullukta seçkin kişiler, orucu da Allah’ın muhabbetine erişinceye kadar devam ettirirler. (İsmail Ankaravî, Minhacü’l-Fukâra, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996, s. 78.)

Gönlün ve zihnin günaha kaymaması için oruç, riyazet eğitimidir. Riyazet ise lügatte yabani ve vahşi olan bir atı ehlileştirmek manasına gelir. Diğer bir manayla nefsi kırmak, terbiye etmek ve ezmek manalarına gelir. Riyazet, nefsi zelil etmek ve onu kulluk yularıyla bağlamaktır. Bizim katımızda riyazet, nefsi tıpkı toprak gibi mütevazı hâle getirmektir. Bundan gaye ise iyi ve kötü ona ne türlü ayak basarsa bassın onun elem ve ıstırap çekmesine mâni olmaktır. (İsmail Ankaravî, Minhacü’l-Fukâra, İnsan Yayınları, İstanbul, 1996, s. 242.)

Bu noktada oruç, riyazet eğitimi olarak nefsi toprak gibi mütevazı hâle getirerek onun acı çekmesine engel olan bir kalkan olur. Oruç, nefsi vahşi bir hayvanı terbiye edercesine terbiye eder. Böylece onu muhabbet ve şefkat merkezli bir kullukla Rabbine ve bütün ibadetlere bağlar. Böylesi bir kullukla Allah’a bağlanan ve riyazetle güçlenen bir ruh, irade eğitiminde önemli bir yol kat eder.

Orucu besleyen riyazet, tasavvufta kişinin nefsinin ve bedeninin arzularını terk ederek veya en aza indirerek ibadetle meşgul olması demektir. Mücahede ise; gayret sarf etmek, dövüşmek demektir. Şüphesiz buradaki düşman da nefsani ve şeytani kuvvetlerdir. Bu bağlamda açlık, zahitlerin besinidir. (Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1999, s. 53.) Oruç mücahede ve riyazeti besleyerek nefsin eksiklerini en aza indirir; o, nefsi terbiye etme ve onun istekleriyle mücadele etme manasına gelir. Oruç, kişinin Rabbiyle baş başa kalarak nefsinin değil Rabbinin emirlerini işitmesidir.

Zekât nasıl irade eğitimi verir?

Zekât, temizlemek demektir. Kazanılan ve sahip olunan malın belli bir miktarının yoksullara verilmek ve sosyal hizmetlerde kullanılmak üzere elden çıkarılması insanı maddeten ve manen temizlediği, cismani ve nefsani kirlerden arındırdığı için zekâta bu isim verilmiştir. Kur’an’da; “Mallarından, onları temizleyecek ve arındıracak zekâtı al.” (Tevbe, 9/103.) buyrulmuştur.

Demek ki zekât veren kimse, mali, bedenî ve ruhi yönden temizlenip arınmaktadır. Peygamber gönderilmesinden, Kur’an indirilmesinden ve dinin tesis edilmesinden esas maksat, insanların maddi ve manevi kirlerden arındırılmasıdır. (Süleyman Uludağ, İnsan ve Tasavvuf, s. 88.) Kur’an’da zekâtın namazdan hemen sonra zikredilmesi, kalbin temizlenmesi ve ruhun arındırılması bakımından önemlidir. Mal, canın yongası olduğundan namazla canını temizleyen, zekâtla malını arındırmayan ruhunu temizlemiş olmaz. Böylece ruhu arındıran ve kalbi temizleyen zekât, iradeyi de eğitmiş olur.

Zekâtla malını temizleyen kişi için zekât, maddi ve manevi temizlenme imkânı olmasının yanında ihtiyaç sahibini başkasından isteme külfetinden kurtarır. M. İkbâl bu durumu şöyle ifade eder: “Başkasından istemekle müflisten daha aşağılara düşersin. Dilenciden daha dilenci, yoksullardan da daha yoksullaşırsın.” (Muhammed İkbal, Benlik ve Toplum, Birleşik Yayınları, İstanbul, 1996, s. 39.) Böylece başkasından isteme hususunda da insan, zekât sayesinde iradesini eğitmiş olur.

Allah ile arasındaki perdeleri kaldırarak melekî gücü üstün kılan bir kişi için malın zekâtı olduğu gibi makam, mevki ve itibarın da zekâtı vardır. Çünkü bu da tam bir nimettir. Sufilere zekâtın aslı ve hakikati, nimetin cinsinden olmak üzere nimetin şükrünü eda etmektir. Sıhhat, büyük bir nimettir. Her organın bir zekâtı vardır. Bu da, insanın bütün organlarını hizmete hasretmesi, ibadetle meşgul bir hâlde bulundurması, nimetteki zekât hakkını ödemiş olmak için hiçbir oyun ve eğlenceye meyletmemesidir. (Ali b. Osman Hucvîrî, Keşfü’l-Mahcûb, İntişârat-ı Sâdâ ve Simâ, 1384, Tahrân, s. 89.)

Bu bağlamda makam ve mevkinin zekâtı, o makamda bulunurken yapılan hizmetin hakkını vermektir; itibarın zekâtı, itibarını dürüstlük, istikamet ve iyi niyetle korumaktır. Sağlığın zekâtı organlarını rıza yolunda kullanmaktır. Gönlün zekâtı, gönlü güzel hislerle doldurmaya alışmaktır. Zihnin zekâtı, zihni güzel düşüncelerle terbiye etmektir. Bu düşünce tarzıyla her nimetin zekâtı kendi cinsinden verilmiş olacaktır. Çok yönlü bir şekilde zekâtı uygulayan kişi, irade eğitimini de sağlamış olur.

Hac nasıl irade eğitimi verir?

Hac ibadetinde kişi, çevresinden ve arzularından uzaklaşacağı, ölmeden önce bir anlamda ölümü yaşayacağı için önemli bir irade egzersizi yapmakta ve ilahi iradeye boyun eğmeye hazır olduğunu kendine telkin etmektedir. Bütün bu yönleriyle hac, manevi mekân ve zamanda kişinin kendi ruhsal dünyasını geliştirmesine imkân sunarken bir taraftan da onu ilahi iradeye boyun eğen bir ölüme hazırlık sürecine koymaktadır.

Hacca giden her Müslüman, bulunduğu ihramla kabre girerken bürüneceği kefenin benzerliğinin şuurunda olarak artık bir bakıma dünya dışı bir düzene ayak uydurduğunu hissetmekte ve bunun etkilerini duymaktadır.

İhram, sözlük anlamının da çağrıştırdığı gibi sadece zahirî bir kıyafet değişikliği değil insanın yaşama ve davranış biçiminin köklü bir değişikliğe uğraması halidir. Nitekim ihramlı kişi, bu kıyafeti taşıdığı süre içinde başka zamanlarda kendisine meşru olan bir dizi davranıştan uzak durmak zorundadır. Bu program dışı hayat, kişinin alışkanlıklarından ve bağımlılıklarından kurtulmasına ve kendisiyle hesaplaşmasına imkân tanıyan önemli bir fırsattır. (Ali Şeriatî, Hac, Özgün Yayınları, İstanbul, 2006, s. 24.) Bu durum da iradenin eğitimini sağlar.

Tavaf, manevi zirveyi insana hissettiren duygu ve düşünceleri vecde ermek suretiyle kişiye yaşatır. Vecd ise Hakk’ın binbir tecellisini müşahede edebilen kimsenin muhabbet sonucu çinin ferahlaması ve o hâlin verdiği zevk ile kendinden geçmesidir. Hakiki vecd, aşırı derecedeki Allah sevgisinden, irade sağlamlığından ve Allah aşkından meydana gelir. (Hasan Kâmil Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, s. 204.)

Allah’tan bağışlanma dileyerek mültezemde yücelen bir kul için mültezem kulluk ve kulluğun en açık ve en sağlam şekle bürünmesidir. Kul, duasında ısrar eder ve ısrarlı bir şekilde yaptığı duanın kabul olacağına inanırsa Allah da onu mahrum etmez. Bundan sonra da bütün irade ve ihtiyar, kudret-i külliye sahibi olan Allah’ındır. Ve Allah, kulun istediği şeylerle rızıklandırılmasını kulun faydasına görürse onun dua ve niyazını icabetle karşılar. Böylece mültezemde kulun duası, iradesini küllî irade çerçevesinde yönlendirmesini sağlayarak irade eğitimini gerçekleştirir. (Abdül-Barî Nedvî, Tasavvuf ve Hayat, İrfan Yayınları, İstanbul, 1974, s. 236.)