Makale

KIZIL BULUTLAR

KIZIL BULUTLAR

Nalan ÖZBERBER

Bulutların aralandığı, güneşin bütün ihtişamıyla tepede süzüldüğü sıradan bir yaz sabahıydı. Henüz uyanalı bir iki saat olmuştu. Birkaç gündür ülkemizin çeşitli yerlerinden yangın haberleri geliyordu. Kahvaltı için masadaki yerlerimizi almış haber izlemek için televizyonu açmıştık. Bugün söner, akşam olsun biter, sabaha her yer kontrol altına alınır derken günler geçmişti. Yangınların beşinci günü hâlâ bu haberleri izlerken bulduk kendimizi. Haberlerden izlediğimiz yangınların alevleri, içimize düşüyor da yüreğimizi dağlıyor. Ama yine de ateş düştüğü yeri yakıyor. Ne kadar üzülsek de yangını asıl yaşayanları anlamak güç bizim için. Sanki haberleri kapatınca hüznümüz de çekip gidiyor. Ne de olsa kalacak evimiz, sürecek tarlamız, süt verecek hayvanlarımız var.

Sofrayı toplarken aşağıdan sesler gelmeye başladı. Köyün muhtarı Battal Bey’in sesiydi bu. Yangınlar köyümüze geliyor koşun!

Neye uğradığımızı şaşırmış bir vaziyette apar topar aşağı indik. Dışarı çıkmamızla karşımızdaki dağların, alevden eteklerini savurduğunu gördük. Bulutların, kızılla karışık rengi, söyleyecek bütün sözlerimizi yutmamıza sebep olmuştu. Nasıl yani, diyebildim sadece. Az öncesine kadar haberlerden dinlediğimiz yangın artık bizim gerçeğimizdi.

Yan komşumuzun, şükürler olsun yuvamıza daha alevler sıçramadı evlere, hadi herkes toplaşsın da alevlerin sıçramasını önleyelim, demesiyle korkuyla karışık şaşkınlığımız kesiliverdi. Yuvamıza alevler sıçramadı cümlesi defalarca çınladı kulağımda. Topraktan yaratıldık, toprak yanıyor; Hz. Âdem’den (a.s.) beri imtihanımız olan ağaç yanıyor; Allah’ın (c.c.) dilsiz kulları hayvanlar yanıyor. Sahi yuvamız bunlar değil de neydi? Kaldığımız ev, sürdüğümüz tarla mı, diye düşünürken annem telaşla içeriden büyük küçük kovalar getirmiş, elimize tutuşturuyordu. Bir çare doldurduğumuz kovalarımızla ormana doğru yangına yürüyorduk. Eskiler bir iki damla su ateşi söndürmez su da ateşte yanar, derler. Attığımız suların ateşte yanışını izleyecek kadar kötü bir hâldeydik. Ama su, insanın korktuğu gibi ateşten korkmazdı.

Yükselen alevler sebebiyle güneşin ışıltılısının dahi yetersiz kaldığı bir ana gelmiştik. Havanın iyice kararmasıyla ateş, şiddetini başka bir boyuta taşımıştı. Yangını söndürmeye gelen helikopterler, su taşıyan köylüler, civar ilçelerden gelen gönüllüler canla başla çalışıyordu. Hepimiz tek yürek, tek bilek olmuştuk. Şükür ki devletimiz bizimleydi. Bütün gücümüzle yangınla mücadele ediyorduk. Korkunun son demlerindeydik. Olur da sabaha kadar söndüremezsek alevler evlerimize kadar gelebilirdi. Bu yüzden bir seçim yapmak zorundaydık. Ya dönüp evlerimizin önünde beyhude bir nöbet tutacak ya da ormana girip yangını kontrol altına almaya çalışacaktık. Ormandaki yangını söndürmekle uğraşmak evleri korumaya çalışmaktan daha zor bir ihtimaldi. Ama ormanı nasıl terk edecektik?

Evimizi korumaya gidiyoruz kuşlar, kendi derdimize düştük ağaçlar, betonlarımız sizden daha değerli siz yanabilirsiniz ama betonlarımız asla mı, diyecektik. Hayır. Bizim evimiz bu ormandı. Yuvamızda kuşlarla, ağaçlarla birlikte yaşamaya alışmıştık.

Çok yorulmuştuk. Biraz dinlenmemiz gerekiyordu. Dönüş yolunda gözüme bir kuş yuvası ilişti. Biraz yaklaşıp bakmak istedim. Bir anne kuş, daha yumurtalarından çıkmamış yavrularının yanı başında yanmış bir vaziyetteydi. İstese uçup giderdi hiçbir alev onun kadar yükseğe ulaşamazdı sonuçta ama o, kanatlarını uçmak için değil yavrularını korumak için kullanmıştı. Annelik ne kutsal bir görevdi. Henüz kabuğu çatlamamış yumurtalarının kendine bir emanet olduğunu bilmiş de can havliyle de olsa canı bildiklerini terk etmemişti.

Gözlerimizin önünde doğa yanıyor; sessiz sedasız dakikalar içinde kayboluyor, acımasız vedasıyla ihtişamlı güzelliğini yüzümüze hasret bırakarak çekip gidiyor. Yeşil ki doğanın özüdür. Lakin küle dönen arazilerde doğa özünü yitiriyor.

Allah’tan (c.c.) ümit kesilmez. Sonuçta biz ağzında bir yudum suyla yangına giden karınca hikâyeleriyle büyümüştük. Başarılı kılan Allah’tır, bizler karınca misaliydik. Az çok demeden kovalarımızla su taşımaya devam etmemiz gerekiyordu. Ayağa kalkıp silkelendikten sonra hadi dedim, devam edeceğiz Allah büyüktür. Yükselen tekbirler, Allah’a sığınan kalpler eşliğinde yeniden kovalarımızı doldurup üzerimize gelen dev alevlere karşı cesaret ve imanla yürüdük. Elhamdülillah birkaç saat sonra gelen desteklerle beraber yangın kontrol altına alınmıştı. Soğutma çalışmaları yaparken büyük bir alandan dumanlar yükseliyordu. Tütmek ki yanamamaktır. Tüten dumanlar arasında bize bu denli derin bir nefes aldıran Rabbime şükürler olsun.