Makale

DİRENİŞÇİ BİR ÂLİM: MUHAMMED BİN ALİ SENUSÎ

DİRENİŞÇİ BİR ÂLİM: MUHAMMED BİN ALİ SENUSÎ

Koray ŞERBETÇİ

Onda dokuzu çöllerle kaplı, bir yüzü Akdeniz’e diğer yüzü Afrika’ya dönük, kavurucu sıcağın ıstırabının ancak kısıtlı vahaların serinliğinde dindirilebildiği bir diyarın, XX. asrın en çalkantılı politik olaylarına sahne olacağı ilk bakışta kestirilebilecek bir durum değildi. Yaşam alanlarının sahile sıkıştığı ve Arapların Mağrib adını verdiği bu diyarın Batı sömürgeciliğine karşı destanlar yazılacak bir kale olduğu da bilinemezdi. Ama oldu. İşte bu topraklarda takvimler 22 Aralık 1787’yi gösterirken Cezayir’in Vehrân vilayetine bağlı Müstegānim’in güneydoğusundaki Vâsıta’da bir çocuk dünyaya geldi: Muhammed bin Ali Senusî.

Muhammed bin Ali, kutlu bir şecereye sahipti. Soyu Hz. Peygamber’in (s.a.s.) göz nurlarından birisi olan Hz. Hasan’a ulaşıyordu. Gözlerini açtığı dünyada en büyük kazancı ilimle uğraşan bu ocakta yetişecek olmasıydı. Zira dedesi, babası ve amcalarının yanında çok sayıda hanımın da ilimle uğraştığı bir ailenin çocuğuydu kendisi.

Muhammed bin Ali hayatın zorluklarıyla küçük yaşta tanıştı. İki yaşına bastığında babasını kaybetti. Ama ilimle uğraşan aile ocağı onu küçük yaşından itibaren ciddi bir eğitim halkası içine soktu. Babasının kaybından sonra halası Seyyide Fâtıma onu dizinin dibine oturttu ve başta Kur’an-ı Kerim’i ezberletmek olmak üzere temel fıkıh, tefsir, akaid ve kelâm konularında yeğeninin zihin dünyasını inşa etti. Çok sevdiği ve ilk öğretmeni olan halası da dünyaya veda ettikten sonra âdeta bir bayrak yarışı gibi Muhammed bin Ali’nin eğitimini bu kez başka bir büyüğü, amcasının oğlu Şârif devraldı. Ona Kur’an-ı Kerim, fıkıh, hadis dersleri vermeye devam etti.

Zaman geçiyor Muhammed bin Ali büyüyor, artık aile ocağına sığmaz oluyordu. Eğitimini medreselerde sürdürme zamanı gelmişti. Bu doğrultuda yaşadığı çevredeki Müstegānim, Mâzûne, Muasker ve Tilimsân medreselerindeki hocalarının rahle-i tedrisinden geçmek üzere ilim seferlerine başladı. Daha sonra bu seferlerin mesafesi uzamaya ve ileri seviyede eğitim görmek için Fas şehrine giderek Karaviyyîn Medresesi’nde ders okumaya başladı.

Fas günleri ona şer’i ilimler yanında irfan kapısının da açılmasına vesile oldu. Burada tasavvuf yoluna girdi ve ilmî kişiliği kıvamını bulacak hâle geldi.

Mücadeleci bir âlim portresi

Muhammed bin Ali’nin ilmî karakteri kıvamını buldukça mücadelesi de şekilleniyordu. Zira hem yaşadığı zaman hem de zemin, Müslümanların Batı saldırganlığı altında örselendiği bir iklimdi. Dahası Müslümanlar arasında tefrika yayılıyor bu da Batılı sömürgecilerin ellerini şeytani bir keyifle ovuşturmalarına sebep oluyordu. O, bunu hissetti. Bu nedenle ilmini dinî ve içtimai alanlarda ıslaha dair fikirlere yönlendirdi, bu doğrultuda vaaz ve dersler vermeye başladı. Dönemin ruhu gereği bu tutumu yüzünden yakın takibe alındı.

Muhammed bin Ali yanılmamıştı. Müslümanların üzerindeki kara bulutlar zulmün ete kemiğe büründüğü bir hâle gelmeye başlamıştı. Bûseâde’de bulunduğu günlerde Cezayir Fransa tarafından işgal edildi. Bunun üzerine doğuya gitmek için yola koyuldu. Önce Libya’ya uğradı ardından da Mısır’a yöneldi.

Kahire’ye ulaştığında Kavalalı Mehmed Ali Paşa’ya bağlı Ezher uleması ile Müslümanların esas dertlerine yönelik öncü rolünü oynamaması konusunda oldukça sert tartışmalara girişti. Dolayısıyla burada fazla duramadı ve Mekke’ye doğru yola çıktı.

Muhammed bin Ali bir beldeden diğerine giderken XIX. asrın karanlığı da İslam dünyası üzerine çökmeye bütün hızıyla devam ediyordu. Muhammed bin Ali bir yandan buna karşı bir direniş fikri inşa ederken diğer yandan Müslümanlar arasındaki tefrikalara karşı sesini yükseltiyordu.

Yerleştiği Mekke’de de bununla karşılaştı. Yükselen Vehhabi akımı Müslümanlar için gelecekteki tehlikeyi işaret etmekteydi. Dahası Mekke şeriflerinin kendisine karşı mesafeli davranmaya başladıklarını görünce iki sene sonra Mekke’den ayrılıp tekrar Kahire’ye gitti.

Mücadelesine başlıyor

Muhammed bin Ali Kahire’de de fazla duramadı. Mısır’ın Libya sınırına yakın Sîve vahasına yerleşti. Zira Fransız sömürgeciliği Mağrib’i adım adım ele geçiriyordu. Burada Mekke’ye hac için gelen Cezayirlileri Fransız işgaline karşı mücadeleye yönlendirmeye başladı. Bu durum Fransız işgalciler tarafından fark edilince doğup büyüdüğü topraklara geçmesi yasaklandı.

Fakat Trablusgarp’ta Osmanlı Valisi Ali Asgar Paşa onun bu mücadeleci tavrını görünce kendisine yakın ilgi gösterdi ve Bingazi ile Derne arasındaki bölgede zaviye inşa etmesine izin verdi. Artık onun kurduğu ve kuracağı zaviyeler hem ilim ve irfan yayacak hem de Müslümanların sömürgeciliğe karşı bilinçlenmesine vesile olacak merkezler hâline gelecekti.

Zaman zaman Osmanlı yöneticileriyle de sorunlar yaşamakla birlikte mücadelesi günden güne güçleniyordu. Zaviyelerin özellikle hac güzergâhları ve ticaret kervanlarının yolu üzerinde kurulmasına dikkat eden Muhammed bin Ali, Büyük Sahra bölgesinde göçebe topluluklar üzerinde geniş çapta etki uyandırdı. Kurulan her yeni zaviye öncelikle bir eğitim merkezi, tüccarlar için bir konaklama yeri, bir ibadet mahalli ve etrafında zirai faaliyetin yapıldığı bir mekân şeklinde tasarlanıyordu. Zaviyelerde örnek bir İslami hayatın nasıl yaşanacağı halka öğretiliyordu.

Onun bu hareketinin özünde sömürgeciliğe karşı çıkabilmek için Müslümanların manen ve maddeten sağlam olması fikrinin öne alındığı açıkça okunabilmekteydi.

Muhammed b. Ali diğer yandan da İslam dininin sesini ıssız coğrafyalara yaymaya koyuldu. İnsanları İslam’a ısındırmak, ayrıca Müslüman olmakla birlikte İslami geleneklerinden kopmuş kabilelerin yeniden İslam’a dönmesini sağlamak için büyük gayret gösterdi.

Bu samimi gayretin Afrika’da yaklaşık beş milyona yakın putperesti vahyin ışığıyla aydınlattığı tahmin edilmektedir. Bu içten hamle o kadar yankı buldu ki Büyük Sahra Altı Afrika sultanlıklarında yaklaşık elli milyon kişinin müridi olduğu tahmin edilmektedir.

Muhammed Bin Ali’nin saçtığı tohumlar

Ömrünü ilme ve ilmini pratik sahada insanların aydınlanmasına, ıslahına adamış bu büyük isim yirmi iki yıl süren irşat faaliyetinin ardından 7 Eylül 1859’da Cağbûb’da vefat etti ve yine burada defnedildi.

O, 1859’da bedenini bu dünyada bırakmıştı ama attığı tohumlar büyük bir mücadelenin meyvelerini verecekti ve Mağrib’de Senusilik akımı XX. asra damgasını vuracaktı.

Muhammed bin Ali’nin inşa ettiği Senusilik, Kur’an’a ve sünnete dönmeyi, saf ve katıksız İslam inancını benimsemeyi, Hz. Peygamber’i (s.a.s.) örnek almayı öngörmüş, asr-ı saadet döneminin vücuda getirilmesini, cehaletten kurtulmayı amaç edinmiştir. Muhammed b. Ali es-Senusî’nin başlattığı bu hareket, kısa zamanda başta mağrip olmak üzere Orta Doğu’da yayılmış ve kurumlaşmıştır. İslam âlemini kardeşlik anlayışı ile birbirine bağlama konusunda gayret gösteren Senusilik, toplumsal kavgaların, kabile çatışmalarının, kan davalarının, asayişsizliğin giderilmesinde öncülük etmiştir. Yağmacılık, hırsızlık, tembellik yerine, meslek ve sanat dallarının temsil edilmesini öngörmüştür. İslam tarihinin son döneminde tasavvufi bir akım olarak ortaya çıkmıştır. Senusi hareketinin mimarı Muhammed bin Ali’dir.

Emperyalizme karşı Müslüman duruşu

Muhammed bin Ali’nin yolundan gidenler Avrupalı ülkelerin yayılmacı politikalarına daima karşı çıktılar. İşgalci güçlere karşı cihat ilan ederek silahlarıyla mücadele ettiler. Senusi liderleri Halifelik makamının da etkisiyle Osmanlı Devleti’ne ve padişahlarına hep sadık kaldılar. Bulundukları bölgelerde halkı Osmanlı Devleti’ne bağladılar. Emperyalist güçlere karşı Trablusgarp Savaşı örneğinde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nin göndermiş olduğu askerlerle silahlı direniş gösterdiler. Yine Afrika’da dönemin büyük sömürgeci ülkeleri olan Fransa, İtalya ve İngiltere’ye karşı Osmanlı Devleti ile beraber vatanlarını korumak için savaştılar.

Dahası, I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti savaşı kaybedip Türk milleti işgalcilere karşı ana vatanını korumak için bir ölüm kalım mücadelesi verdiğinde buna destek olmaktan geri durmadılar.

15 Kasım 1920 tarihinde Ankara’ya TBMM’nin konuğu olarak gelen Şeyh Ahmed Senusi onuruna TBMM tarafından bir yemek verilmiştir.

Şeyh Ahmed Senusi Millî Mücadele sırasında TBMM lehine Türkiye’nin güney bölgelerinde ve Irak’ta İngiltere’ye karşı çeşitli görevlerde bulunmuştur. Bu görevi ifa ederken sarf ettiği sözler Batı’ya karşı direnen Türk askerlerine tarihî sorumluluklarını hatırlatıcı bir tarzdadır: “Ey Anadolu’nun kahraman İslam mücahitleri! Her tarafınızı düşman sarmışken hiçbir şeyden yılmayarak gaza meydanlarında can veriyor, İslam’ı müdafaa ediyorsunuz. Bu ne büyük şereftir. Siz yalnız değilsiniz. Yüzlerce milyon Müslüman gözlerini size dikmiştir. Fetih ve zafer yakındır... Aman kardeşlerim! Sabır ve sebatta devam ediniz, sakın aranıza ihtilaf düşmesin...”

İşte Muhammed bin Ali’nin yirmi iki yıllık irşat görevi ve sonrasında attığı tohumların Müslüman dünyasında çiçeklenmesi…