Makale

DÜNYA TARİHİNDE BİR BİLGE ADAM: PROF. DR. HALİL İNALCIK

DÜNYA TARİHİNDE
BİR BİLGE ADAM:
PROF. DR. HALİL İNALCIK

Ömrünü tarih alanındaki yanlışları belgelerle düzeltmeye adamış, makaleleri ve

kitaplarıyla ülkemizin gururu olan,

tarihçi Prof. Dr. Halil İnalcık’ı
tarihçi Dr. Ö€r. Üyesi Ertu€rul Ökten’e sorduk…

Ömrünü tarihe vermiş, özellikle Osmanlı tarihi alanında çalışmalarıyla tanınmış bilim adamı Halil İnalcık ile tanışma hikâyenizden ve sizde oluşturduğu ilk izlenimlerden bahseder misiniz?

İnalcık’la Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümüne girişteki sözlü mülakat sırasında tanıştım. Sn. Akşin Somel ile birlikte bölümü yeni kurmuşlardı ve 1993 yılında ilk öğrencilerini alıyorlardı. Mülakatta hatırlayabildiğim kadarıyla bana hissettirdiği ilk şey ciddiyeti. Tabii, üst düzey bir akademisyen karşısında olduğumu da biliyordum. İstenilenleri bir şekilde karşılamış olmalıyım ki bölüme kabul edildim. Dönem başladıktan sonra dersler nedeni ile düzenli olarak görüştük. Dolayısı ile ilk tanışma hikâyesi aslında biraz da ders sürecidir. Bu süreçte bize aktarmaya çalıştığı şey metot, düşünce ve yazma gibi tarihin olmazsa olmazları noktalarında var olan en yüksek standartları takip etmekti. Bu hassasiyeti yaşayarak görmek çok öğretici olmuştur. Net bir şekilde bir daha fark ediyorum ki hoca "iyi tarihçiler" yetiştirmeye çalışmış.

İnalcık’ın yazdığı eserler onu Osmanlı tarihinin dünya tarihindeki yeri açısından biraz ayrıcalıklı kılıyor. Bize bunu biraz açar mısınız?

Osmanlı tarihi birçok başka tarih alanları gibi dünyanın çeşitli yerlerinde çalışılmaya devam etmektedir. İnalcık’ın İngilizce yazdığı için Türk akademiyasından biraz farklı bir pozisyonda olmasından bahsedebiliriz. Bu minvalde önce İngilizce yazdığı, sonra birçok dile çevrilen The Classical Age 1300-1600 kitabı kaleme alındığı zamanın (1970’ler) modern tarihçilik anlayışına ve akademik standartlara uygun olarak Osmanlı tarihini derli toplu, dünya üzerindeki çeşitli toplumlarda akademik bir şekilde konumlandırmaya katkı sağlamıştır denilebilir. Çok daha sonra gelen (1990’lar) An Economic and Social History of the Ottoman Empire, 1300-1914’ün de benzer bir etki yaptığı düşünülebilir. Makalelere gelince yazdığı bazı, önemini hâlâ koruyan makalelerin dünya tarihçiliğinde nasıl alımlandığı konusunda bir araştırma yapmanın daha isabetli olacağını düşünüyorum.

Halil İnalcık’ın bir tarihçi olarak metodolojisi hep konuşulmuştur. İnalcık’ın bu anlamdaki farkından bahseder misiniz?

Bunun başlıca beş öğeden oluşan bir çalışma şekli olduğunu düşünüyorum: 1-Geniş bakış açısı: Hem Osmanlı tarihinin tümüne hem dünyada tarihçiliğin gidişatına yönelik bir ilgi. Bu iki alandan kendi çalışmalarına uygun şekilde beslenme. 2- Kaynağın merkeziliği: Bir belge ya da başka bir tarihî kaynağa dayanmayan çalışma yapmamak, sonuca varmamak. Tabii burada kullandığı kaynaklara yetkin bir şekilde hâkim olduğunu eklemek gerekir. 3- Sistematik çalışma: Olabildiğince hem literatür hem kaynaklar açısından incelenmemiş bir şey bırakmamaya çalışmak. 4- Sınıflandırma yeteneği: Tüm bulgularını verimli bir şekilde, mantıksal bir yapı içinde sınıflandırmak. 5- En yüksek akademik standartlardan taviz vermeme (çalışmanın herhangi bir noktasında).

Bunların arkasında çok kuvvetli bir hafıza olduğunu da unutmamak gerekir. Benim tanıdığım yıllarda (90’lar ve sonrası) yaşadığı mekân da çalışma alanlarına göre gerekli malzemeyi içerecek şekilde düzenlenmişti.

İzlediği çalışma şeklinin onu her zaman üst düzey tarihçiler liginde tuttuğunu söylemek zannederim yanlış olmaz.

Bunlardan sonra bir de İnalcık’ın ne yapmadığını söylemek gerekiyor. İnalcık Osmanlı tarihini Osmanlı merkezcilik tuzağına düşmeden çalıştı. Osmanlı merkezcilik tarihi Osmanlı’yı dünyanın merkezine koyarak anlamak, Osmanlı’nın ötesini, başka türlü olabileceğini dikkate almamaktır. İnalcık Türk akademiyası ve entelektüel dünyasının muzdarip olduğu bu problemden uzak kalmasını bilerek, çalıştığı konu Osmanlı tarihinin çeşitli meseleleri olsa bile bunun daha geniş tarihî yapılarda nereye oturduğunu göz önüne alarak çalışmıştır.

Halil İnalcık’ın bize bıraktığı miras, yazdığı eserlerin yanında yetiştirdiği öğrenciler. Onun öğrenci yetiştirmeye olan gayretinden bahseder misiniz?

Övündüğü şeylerden biri doktora yaptırdıkları arasında profesör olanların fazlalığıydı. 12 tane profesör öğrencisi olduğunu mutlulukla anlatırdı. Öğrencilerini yetiştirirken sağlam bir metot nosyonu almalarını çok önemserdi. Tezgâhından geçen meslektaşlarımı düşününce bu noktada başarılı olduğunu da düşünüyorum.

Daha somut bir şeyden bahsetmek gerekirse Bilkent Üniversitesi Tarih Bölümü’nden bahsetmek yerinde olabilir. Bu bölüme bir İhsan Doğramacı-Halil İnalcık projesi olarak bakabiliriz. İhsan Doğramacı’nın böyle bir bölümü neden istediğini maalesef kendisinden duyma şansımız olmadı. Ancak bu girişimin 1990’ların Türkiye’sindeki bazı gelişmelerle ilgili olduğunu düşünebiliriz. Birincisi, teknokrat düzenlerin sosyo-ekonomik ve siyasi problemleri çözmedeki sınırlarının fark edilmeye başlandığı, yüzünü dünyaya dönmeye çalışan bir toplumda sosyal bilimlere ihtiyaç olduğu düşüncesinin ağırlık kazanmasıdır. İkincisi, her açıdan üst düzey bir kurum olma iddiası ile ortaya çıkan kuruluş aşamasındaki Bilkent Üniversitesi’nde tarih alanında da kurumun iddiasını gerçekleştirebilecek bir bölüm kurma isteğidir.

Bu çerçevede İnalcık tarihçinin aletleri ve vizyonu açısından donanımlı tarihçiler yetiştirecek bir bölüm kurmaya çalıştı. Gerekli araştırma dillerini öğreten, kaynak dillerinin öğrenimi için destek veren, Avrupa ve Amerikan tarihlerini programın vazgeçilmez parçası yaparak Osmanlı merkezlilikten uzak duran bir program dizayn edildi. Bu aşamada Sn. Akşin Somel Hocamızın akademik ve entelektüel yetkinliği ve olağanüstü gayretinin projenin hayata geçirilmesindeki kritik önemini belirtmeden geçmemeli. İstediği tipte öğrenciyi yetiştirecek ekibi toplarken de İnalcık’ın isabetli davrandığını söyleyebiliriz.

Halil Hoca, Osmanlı ve Türk tarihçisi olarak tanımlansa da birçok dile çevrilen eserleriyle ve aldığı ödüllerle ona dünya tarihçisi diyebiliriz. Onu Halil Hoca yapan önemli ayrıntılardan biri de objektif tarihçilik anlayışıydı. Bize biraz bu yönünden bahseder misiniz?

İnalcık’ın objektiflik anlayışından kısaca bahsetmek gerekirse temel bilimsel araştırma için asgari şart olan bir problem geliştirme, veri toplama, bulguları sistematik bir şekilde ve mantık örgüsü içinde sunma çabasında ideolojik ve kişisel düşüncelerini dışarda bırakmaya özen gösterdiği söylenebilir.

Detaya inmek gerekirse Hoca’nın objektifliği bir noktada en başarılı şekilde yakaladığını düşünüyorum: Belge(/kaynak) ile olan ilişkisinde, belgenin söylediğine sadakat şeklinde. İnalcık’ı motive eden temel şey galiba merak duygusu, bilme arzusuydu. Buradan hareket ile araştırmadan yazıma kadar uzanan süreçte bilimsel bilginin herhangi bir aidiyet, inanış, ideolojinin açık etkisi altında kalmadan üretilmesi onun için önemli idi.

Bu İnalcık’ın konu seçiminde kişisel zevk ve tercihlerinin devreye girmediği anlamına gelmez. Hayattaki duruşuna Cumhuriyetçi bir kişi olarak nitelenebilecek İnalcık’ın milliyetçi tarafı da tarihçi çevrelerinde tartışma konusu olmuştur. Yine de tarihçi objektifliği – kişisel aidiyetler/tercihler dengesinde öncelik her zaman birincisinin olmuştur.

Halil Hoca, pek çok eser veriyor ve bunların büyük bir kısmını emeklilik yıllarında kaleme alıyor. Onun bir tarihçi olarak size en çarpıcı gelen eseri hangisidir?

İnalcık’ın “Comments on ‘Sultanism’: Max Weber’s Typification of the Ottoman Polity” (1992) ile “How to read Ashik Pasha-zade’s History” adlı makalelerini araştırmanın derinliği, kurgusal başarısı ve vardığı sonuçlar açısından etkileyici bulurum. Yukarıda bahsettiğim iki kitap da yayımlandıkları zamanlar için önemli çalışmalardır ama bu iki makaleyi daha zihin açıcı bulmaktayım.

Son olarak Halil Hoca ile unutamadığınız anılarınız var mıdır?

Burada tek bir olaydan bahsetmek istemiyorum. Halil Hoca’yı sık sık şu sebeple hatırlarım. Bir tarihçi olarak kendi ufkumu aşmama İnalcık neden olmuştur. Halil Hoca Osmanlı tarihinin Abbasi, Sasani ve Orta Asya Türk tarihi bilinmeden anlaşılmayacağını söylerdi. Orta Asya, Timurlu, İran alanlarında tarih yolculuğum bu cümleyle başladı. Halil Hoca’ya farklı bir alana geçişimi sağladığı ve hâlâ zevkle içinde bulunduğum 15. yy. kültür/entelektüel dünyası çalışmalarında bana hep destek olduğu için teşekkür borçluyum. Hali İnalcık olmasa herhalde Osmanlı tarihçisi olurdum.

Halil İnalcık Kimdir?

1916 yılında İstanbul’da doğdu. 1935 yılında Balıkesir Necati Bey Muallim Mektebi’nden ve 1940 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinden ise 1940 yılında mezun oldu. Aynı yıl M. Fuad Köprülü’nün tavsiyesiyle Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yeni Çağ Kürsüsü’ne ilmî yardımcı tayin edildi ve fakültenin Yakınçağ Tarihi Bölümü’nde “Tanzimat ve Bulgar Meselesi” başlıklı teziyle doktorasını tamamladı (danışman: Prof. Dr. Bekir Sıtkı Baykal, 1942). “Viyana’dan ‘Büyük Ricat’e Osmanlı İmparatorluğu ve Kırım Hanlığı” başlıklı takdim çalışmasıyla doçent (1943), “Viyana Bozgun Yıllarında Osmanlı-Kırım Hanlığı İşbirliği” takdim teziyle 1952 yılında profesör unvanını aldı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin (1942-1972) yanı sıra aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde (1956-1972) kadrolu olarak; Princeton, Pennsylvania ve Harvard (1967) üniversitelerinde misafir öğretim üyesi olarak; Chicago Üniversitesinde (1972-1986) imtiyazlı profesör olarak tarih dersleri verdi. Emekli olduktan sonra Bilkent Üniversitesinin daveti üzerine bu üniversitenin Tarih Bölümü’nü kurdu ve 1993-2016 yılları arasında bu bölümde dersler verdi. Bilkent Üniversitesi bünyesinde ayrıca Osmanlı tarihi araştırmalarını yürütmek üzere Halil İnalcık Center for Ottoman Studies’i kurdu (2003).