Makale

UZMANINA SORDUK

UZMANINA SORDUK

Betül YILMAZ EMİNSOY

Aile Danışmanı

Edep ve hayâ hem dinî literatürde yer etmiş hem de toplumsal literatürde karşılık bulmuş kavramlar. Öyle ki toplum, tavır ve söylemlerini takdir ettiği kişiyi “edepli” olarak nitelendirirken beğenmediği söz ve tutumları edebe mugayir olarak nitelendiriyor. Toplumun bu noktada kendine ait bir referans değeri olduğunu görüyoruz. Peki, bu değerler stabil midir, ne ölçüde değişime açıktır?

Edep ve hayâ çoğu zaman birlikte yahut birbirinin yerine kullanılan kavramlar. Zamana, kültüre, ortama göre anlamlandırılmasında farklılıklar oluşsa da genellikle ahlaklı, dengeli, ölçülü bir tavrı ifade eder. Dünya var olalı beri genel geçer ahlak kuralları bellidir aslında, bununla birlikte Müslümanlar için güzel ahlakın derlenip toplanmış, formüle edilmiş anayasası Kuran ve sünnettir. Bu bağlamda herkesin kendine ait bir referans değeri ortaya koyması çok da yerinde değil. Bir davranıştan hoşlanmamamız o davranışın edepsizce olduğu anlamına gelmediği gibi hoşa giden her davranış da edep çerçevesinde olmayabilir.

Hayâ duygusu, Türkçede biraz da anlam daralmasına uğrayarak utanma, çekinme kavramlarıyla karşılanıyor. Ancak son yıllarda, çekingenliğin tasvip edilmediği, öz güven adı altında hodbin davranışların alkışlanabildiğini görmekteyiz. Sanki teraziyi bir türlü tutturamıyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Hayâ, sözlükte “utanma, çekinme” gibi anlamlara geliyor evet. Başka bir tanımda, kötü bir işin yapılmasından veya iyi bir işin terk edilmesinden dolayı insanın yüzünü kızartan sıkıntı, şeklinde açıklanıyor. Hayâ için sadece duygu demek doğru olmaz, hayâ bir düşüncedir de aynı zamanda. Gazali ve pek çok âlim hayâ ile akıl arasında bir ilişki kurmuş, hayayı bir muhakeme ürünü olarak görmüştür. Çocuklarda hayanın zekâ pırıltısı olduğu söylenir ve köreltilmemesi öğütlenir.

Hayâ, bazı âlimler tarafından, üç şekilde ele alınmıştır: Allah’tan utanmak, insanlardan utanmak, kendinden utanmak. Allah’tan utanmak ilahi kanunlara uymayı, insanlardan utanmak sosyal ilişkileri güzelleştirmeyi, kendinden utanmak ise insan onuruna yakışır şekilde yaşamayı getiriyor beraberinde. Burada bahsettiğimiz “utanma” doğru ve güzel olana motive eden bir hareket kaynağıdır; utanma ile karıştırılan “suçluluk duygusu” ise insanı hareketsiz, aciz ve sinik bırakan bir duruştur.

Cesaret, özgürlük gibi kavramların yanlış anlaşılarak edep sınırlarına halel getirdiğini görmekteyiz. Siz bu kavramları nasıl ilişkilendirirsiniz?

Edep, özgürlük ve cesareti kapsama alanı dışında bırakmaz başka bir deyişle birini seçince diğerinden vazgeçmiş olmayız. Sosyal medyada bahsettiğiniz türden paylaşımların temelinde görülme, beğenilme, onaylanma arzusu var. Kabul görmek, sevilmek, onaylanmak en temel ihtiyaçlarımız arasında; üreterek, ortaya bir eser koyarak var olamayanların görülmek için kendini, mahremiyetini sergilemekten başka yolu kalmıyor. Burada dikkat çekmek istediğim bir nokta şudur; edep bazen de edepsizin edepsizliğine tahammül etmektir. Eleştirimiz, itirazımız, ikazımız, yönlendirmemiz de edep çerçevesinde olmak durumunda. Aksi taktirde en başta bahsettiğimiz gibi herkes kafasında bir edep terazisi oluşturmuş olur, hoşuna gitmeyen her davranışı edepsizlik kefesine koyup karşısındaki suçlar, belki de bu yolla kendi içinde kendi nefsini aklar.

Biraz da çocuklarımıza dönelim. Hayâ duygusu öğrenilen bir duygu mudur? Başta ebeveynler olmak üzere çocuğun içine doğduğu çevre ne ölçüde etkilidir? Kaş yapayım derken göz çıkaran yaklaşımlar ve baştan ayağa utanç elbisesi giydirilen çocuklar yetiştirmek nasıl bir tehlike arz eder?

İnsan; doğuştan getirdiği çekirdek özellikleriyle yani mizacıyla, içine doğduğu şartlar ve sosyo kültürel çevreyle, aldığı eğitimler ve yakınında olmayı seçtiği kişilerle, beden ve ruh sağlığı, akıl ve kavrayış dereceleriyle bir bütün. Bu durumda her türlü duygumuz, düşüncemiz, davranışımız tüm bu saydığımız etkenler çerçevesinde ortaya çıkıyor. Hayâ duygusu ve beraberinde gelen edep davranışı fıtratta vardır, fıtrat tohumdur ve tohum gereken şartlar sağlanırsa yeşerir. Dünya denge üzerine kurulu, denge demek, uçlara savrulmaktan kaçınıp orta yolu bulmaya çalışmak demek. Utanç elbisesi giydirilmiş çocuk, sevilmemiş, beğenilmemiş, varlığına şükredilmemiş çocuktur. Çocuk ebeveyne emanettir ve emanetçinin vazifesi onu muhafaza etmektir; kafasındaki şekle göre kesip biçmek, vurmak, yontmak değil. Yetişkin kişi kendi sorumluluğu olan edepten ayrı düşmesin yeter, ayrıca çocuğa edep dersi vermesine lüzum kalmaz. Edep sözle, nasihatle, cezayla, sertlikle çocuğa kazandırılabilecek bir hal değildir.

Aileler hem öz güvenli hem saygılı, cesur aynı zamanda da edepli çocuklar yetiştirmek istiyor. Ebeveynlere bu noktada neler önerirsiniz?

Sadece kendimizde olanı miras bırakabiliriz. Biz beş parasız isek bizden çocuğumuza kalan mal mülk değil ancak borçlar, alacaklılar olabilir. İnsanlar çocuklarına güzel hasletleri nasıl kazandırabiliriz diye kitaplardan kitaplara, uzmanlardan uzmanlara koşuyor. Hâlbuki çocuğa güzel bir davranış, güzel bir alışkanlık kazandırmanın biricik yolu ona güzel bir model olabilmektir. Edep de ailede öğrenilir, öz güven de ailede kazanılır. Sevildiğini, varlığının kıymetli olduğunu hisseden çocuk öz güvenli olur, burada ebeveynin en önemli vazifesi çocuğuna sevgi ve şefkatle yaklaşmaktır. Bizim üzerimize düşen, hakkını ararken, hakkını almışken ve alamamışken, konuşurken, dinlerken, görürken, görülür olmaya çalışırken, evde ve işte, sakinken ve öfkeliyken, büyüğümüze ve küçüğümüze karşı; hayayı, edebi elden bırakmayan yetişkinler olmak. Bu sırada çocuklarımız bıraktığımız izleri takip ediyor olacaktır. Sadece ebeveyn olarak değil, amca, dayı, teyze, hala, komşu abla, komşu abi, okuldaki öğretmen, mahalledeki esnaf olarak da çevremizdeki çocuklara duyarlı olmamız, onların hayatından güzel izler bırakarak geçmeye gayret etmemiz gerek.