Makale

DÜŞÜNCEDEN EYLEME: ÇEVRE TASAVVURU

DÜŞÜNCEDEN EYLEME: ÇEVRE TASAVVURU

Mehmet EKİM
DİB Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Modern dönemin popüler duyarlılık konularının ortaya çıkış serencamında genellikle tahriple gelen bir mahrumiyet vardır. Dünya ölçeğinde veya bölgesel manada bir konuda farkındalığın ön plana çıkarılması, bu yönde gayret gösterilmesi ve stratejiler geliştirilmesi, aslında söz konusu şeyle ilgili birtakım eksikliklerin yaşandığının işaretidir. Önce bozup sonra çözüm arama şeklinde tezahür eden bu duruma karşı İslam’ın bakışı farklıdır. Allah tarafından ıslah edilmiş olarak yaratılan dünyada İslam, “önce ifsat et, sonra ıslah” anlayışından ziyade “ıslah hâldeyken ifsat etmeme” prensibini önerir. (Araf, 7/56, 85.) Oysaki günümüz dünyasının “çevre” konusunu gündeme almasında önce ifsat ve tahrip akabinde ıslah ve tamir çabası şeklinde bir durumun olduğu görülmektedir. Çevreye verilen ilk tahribatın ateşin bulunmasıyla gerçekleştiği söylense de endüstri devrimine kadar kendini çok belli etmemiştir. Tarihi XVII. yüzyılın ikinci yarısına kadar uzanan endüstri devriminin başlamasıyla çevreye verilen zarar, zamanla hissedilir hâle gelmiş ve 1960 sonrası tabiattaki tüm canlıları etkileyecek düzeye yükselince bu konu dünya gündeminin ilk sıralarında yer almıştır. Endüstri ve çevre tahribatı ilişkisinin bir neticesi olarak da çevre duyarlılığı ilk olarak gelişmiş ülkelerde görülmüştür. Çünkü yoğun sanayileşmenin beraberinde getirdiği çevreye karşı ilk olumsuz etkiler bu ülkelerde meydana gelmiştir.

Nüfus artışı, sanayileşme ve kentleşmenin artmasına ek olarak insandaki daha fazla “kazanma” hırsı, çevreye olabildiğince yüklenilmesine sebep olmuş ve bunun sonucunda da çevredeki denge bozulmuştur. Daha fazla kazanma hırsıyla tabiatı tahrip etmeye dayanak görülen “tabiatın kirlilik tutmayacağı ve kendini otomatik olarak yenileyeceği” şeklindeki yaygın görüş de etkisini kaybetmiştir. İnsandaki bu daha fazla “kazanma” hırsı ve bu hırs uğruna tabiata ve insan dâhil tabiatta yaşayan tüm canlılara karşı merhametten uzak hunharca yaklaşımın, bireysel olmaktan çıkıp kitlesel bir harekete dönüşmesinde düşünce alanındaki birtakım değişimler etkili olmuştur.

Kâinata dair tasavvur değişikliği neticesinde belki de dünya tarihinde ilk defa farklı bir konumda ele alınmış olmanın tezahürü olarak tabiat, sömürü aracına, konfor artırıcı vasıtaya ve iktidar sağlayıcı bir aparata dönüştürülmüştür. Bu değişimi doğuran şey, bir lokma ekmeğini paylaşan, bir dağa muhabbet cümleleri kuran, “Su yollarını kirletmeyin ve toprağı ihya edin.” diyen, kuşların göç yollarındaki yüksek tepelere yiyecek bırakan, yavrulayan bir köpek ve yavrularından ötürü ordunun güzergâhını değiştirecek derecede yüksek bir merhamete sahip olan bir medeniyetin yerini, haklı olmayı güç odaklı anlayan, kendisi dışındakini düşünmeyen, tabiatı sömürülmesi gereken bir yer olarak gören maddeci ve merhametsiz bir medeniyetin almasıdır. Tabiatın insanlara sunduğu nimetlerin eşit bölüşülmemesi ve bu nimetlere ulaşmak için her türlü yola başvurmanın mübah kabul edilmesi suretiyle binlerce kilometre uzaktan gelinerek milyonlarca insanın perişan edilmesi, ellerindeki yer altı ve yer üstü kaynaklarının cebren alınmasıyla açlık ve yoksulluğun ortaya çıkması bu düşünce değişiminin sonucudur. Bu değişimin, biyoçeşitliliğin zarar görmesi, iklim değişikliği ve küresel ısınmanın yanı sıra birçok sebebe dayalı olarak kuraklık ve çölleşmenin yaşanması, kirlilik ve atık üretiminin fazlalaşması, hayvanların korunaksız kalması gibi daha birçok tahrip edici sonucu olmuştur.

Yeryüzünü hem imar etme hem de ifsat etme kabiliyetinde olan insanın bu iki kabiliyetin hayırlısı olan imar etme cihetine yönlendirilmesi için fizik ve metafizik boyutta adil ve merhametli bir mefkûre ile donatılması gerekir. İşte tabiata dair düzgün bir tasavvurun kodlarını, İslam’ın kâinata yüklediği derin anlamda görmek mümkündür. Tabiatı akidenin bir parçası hâline getiren, canlı cansız bütün varlıklara bakışta şefkati esas alan bu anlam, çevre sorunlarının neden olduğu olumsuzlukların izalesi için insanlığın elinde bir reçete mesabesindedir.

Tabiatta bir düzenin hâkim olması her şeyden önce tevhidin bir gereğidir. Kâinatta bir yaratıcının olması ve onun da kâinatı bir düzen ve intizam içinde yaratmış olması, burada işleyen bir programın varlığını göstermektedir. Zira birden fazla ilah olması hâlinde kâinatta düzenin kalmayacağı, kaosun hâkim olacağı ve dengenin bozularak her yeri fesadın kaplayacağı açıktır. (Enbiya, 21/23.) Bundan dolayı varlık âlemine dâhil olan her şeyi yaratan ve yöneten bir tek ilah vardır; o da Allah’tır. Gazali de “Kâinatın bu hâlinden daha güzeli yaratılmamıştır.” derken hem Allah’ın yaratmasının mükemmel oluşuna hem de kâinatın O’nun varlığının bir alameti olduğuna dikkat çekmiştir.

Kur’an-ı Kerim’de birçok ayet güneşten, aydan, yıldızlardan, göklerden, yeryüzünden, yağmurdan, sudan, nehirlerden, topraktan, hayvanlardan ve tabiatın parçası olan diğer varlıklardan bahseder. Bunların işleyişindeki düzen vurgulanarak bütün bunlar, Allah’ın varlığının bir ayeti/alameti olarak takdim edilir. Bu sayılanların Allah’ın varlığının ayeti olmakla birlikte lisan-ı hâlleriyle O’nu tesbih ettiği (İsra, 17/44.) ve O’na boyun eğdiği gerçeğine dikkat çekilmektedir. Bu yaklaşımdan hareketle bazı züht ehli, iki kapak arasında olan Allah’ın kitabını okumak gibi kâinatta olan kevni kitabı yani yaratılan şeyleri de okumanın önemine işaret etmiştir. Dolayısıyla, Müslümanın zihninde tabiat, Allah’ın varlığının ayeti konumundadır. Böyle bir tabiat düşüncesine sahip olan insanın, tabiatı korumaktan, ondan ölçülü istifade etmekten ve ona ihtimam göstermekten başka bir seçeneği olamaz.

Allah’ın insana verdiği halife olma sıfatına binaen kâinatta sayılamayacak kadar nimet insanın hizmetine verilmiştir. Bu nimetler aynı zamanda sorumluluk da getirmiştir. Allah tarafından insanın emrine amade kılınan (Casiye, 45/13.) bu kâinata karşı sorumluluk, nimetlerin çokluğu ve çeşitliliği ölçüsünde büyüktür. Bu büyük nimete şükürle birlikte sorumluluğun bihakkın yerine getirilmesi için israftan uzak durmak, kanaat ve merhamet sahibi olmak gerekir. Çünkü nimeti ölçülü kullanarak israftan uzak durmak, insan için yaratılan ve sınırsız imkânların bulunduğu kâinata verilen değerin bir göstergesidir. Tabiatın tahrif edilmesinin ve ham madde yığını gibi algılanmasının önüne geçmek için ise merhamet ve kanaati kuşanmaya ihtiyaç vardır. Merhametle beslenen kalp, kâinattaki canlı cansız bütün varlıklara karşı şefkatli olur. Nitekim irfan ehli, “İslam nedir?” diye sorulduğunda “Allah’ın yarattıklarına şefkat göstermektir.” diyerek âdeta varlık âleminde olan bütün her şeyi merhamette eşit görmüştür. Diğer yandan konfor, şöhret, gösteriş ve başkalarını tahakküm altına alma gibi saiklerle daha fazla kazanma hırsına yakalanıp bu şekilde hareket ederek tabiata zarar vermiş olmayı umursamayanların bu haris hâllerini tedavi edecek değer ise kanaattir. Tabiata verilen zararın sıkça konuşulduğu çağımızda bu bakış açılarına ihtiyacın olduğu muhakkaktır.

Kısa süreliğine de olsa fani hayatın bir parçası olan insan, dünyada ebedî olarak kalmayacaktır. Dünyadan geçmektedir; bugün istifade ettiği dünya nimetlerinden, yarın gelecek nesiller faydalanacaktır. Tabiat ve tabiatta var olan her şeyin, bu yönüyle insanın elinde emanet olduğu bir gerçektir. İnsanın elindeki bu emanete karşı güvenilir olması gerekir. Bununla birlikte emanet özünde geçiciliği barındırdığından bir gün elden çıkacağı muhakkaktır. Dolayısıyla geçici olan şeye gereğinden fazla bağlanmak tezat teşkil eder. Bu itibarla insanın “bu dünya sadece kendisine aitmiş ve bu dünyada ebedî kalacakmış” gibi tabiata ve tüm canlılara karşı bir hoyratlık sergilemesi düşünülemez. Çünkü tabiattaki her nimetten ölçülü faydalanmak, nimete karşı israf etmemek, canlı cansız bütün varlıklara karşı merhametli olmak dünya imtihanının bir parçasıdır.

Sonuç olarak çevre sorununun kökeni, temelde insanoğlunun kâinata yüklediği anlama dayanır. Bir Müslümana düşen kâinatı akidesinin bir parçası ve Allah’ın varlığının delili olarak görmektir. Yüce Allah’ın sayısız nimet bahşettiği ve sınırsız imkânlar yerleştirdiği kâinattan istifade de ölçüyü esas almak ve israftan uzak durmaktır. Bunlarla birlikte imandan sonra amellerin en faziletlisi kabul edilen namaz ibadetinin edası için yeryüzünün temiz kılınması, temiz kalmasını da gerektirdiğinden bu yönüyle tabiata ayrı bir ihtimam göstermektir. Ayrıca karada, suda ve havada insanların dışında bir kısmı keşfedilmiş bir kısmı keşfedilmeyi bekleyen sayısız canlı yaşadığının farkında olmaktır. Denizlerin derinliklerinde, dağların zirvelerinde, vadilerde, derelerde nice canlının, Allah’ın onlar için elverişli hâle getirdiği (Rahman, 55/10.) yerlerde hayatını sürdürdüğü gerçeğini akılda tutmaktır. Akıl ve irade sahibi olmasıyla sorumluluk ve emaneti yüklendiğini (Ahzab, 33/72.) ve bu canlıların hayatlarına karşı mükellefiyet taşıdığını daima hatırlamalıdır. Tabiata yönelik yaptığı herhangi bir iş ve tasarrufun, tabiatın dengesini ve tabiatta yaşayan canlıların hayatını olumsuz yönde etkilememesine azami dikkat göstermelidir. Zira onlar da insanlar gibi bir topluluk mesabesindedir. (Enam, 6/38.) Bir yönüyle de insan küçük bir kâinat, kâinat ise büyük bir insandır. Bundan dolayı insan gibi kâinatın ve kâinattaki tüm canlıların korunması gerekir.