Makale

PROF. DR. ŞEREF ATEŞ İLE KÜLTÜR VE MEDENİYET ÜZERİNE.

PROF. DR. ŞEREF ATEŞ İLE
KÜLTÜR VE MEDENİYET ÜZERİNE...

Mahir KILINÇ

Şeref Ateş, 1964 yılında Malatya’da dünyaya geldi. Çocukluk ve gençlik yıllarında Türkiye ve Almanya’da yaşadı. Lisans eğitimini Selçuk Üniversitesinde tamamladıktan sonra, akademik kariyerine Gazi Üniversitesinde başladı. Ateş, yüksek lisansını ve doktorasını Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Batı Dilleri ve Edebiyatları alanında tamamladı. Daha sonra ikinci doktorasını Marburg Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi Ana Bilim Dalında tamamladı. Akademik kariyerini, Türkiye’de ve yurt dışında farklı üniversite ve araştırma kurumlarında sürdüren Prof. Dr. Şeref Ateş, birçok ulusal ve uluslararası projede görev aldı. 2011’de profesör olduktan sonra mesleki kariyerini Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesinde sürdürdü. 2013 yılında Yunus Emre Enstitüsünde Başkan Yardımcısı olarak başladığı görevini, 2016 yılından itibaren Yunus Emre Enstitüsü Başkanı olarak devam ettirmektedir. Prof. Dr. Şeref Ateş’in uzmanlık ve çalışma alanları arasında uluslararası ilişkiler, kültür-diplomasi, medya-iletişim, çok kültürlülük, kültür-siyaset ilişkisi, Türkçenin yabancılara öğretimi ve sivil toplum örgütleri gibi konular bulunmaktadır. Ateş, 16 ülkenin üyesi olduğu Küresel Kamu Diplomasi Platformunun da (GpdNet) başkanlığını sürdürmektedir. Ulusal ve uluslararası yayınları bulunan Ateş, aynı zamanda farklı bilimsel ve sosyal kurumlarda aktif olarak rol almaktadır. Prof. Dr. Şeref Ateş, evli ve dört çocuk babasıdır.

Cemil Meriç’in “Her ülkede ayrı bir libasa bürünen uçarı serazat bir mefhum.” diye nitelendirdiği “kültür”ün tanımına ve aidiyetini taşıdığı toplum açısından önemine dair neler söylemek istersiniz?

Meriç’e göre kültür; çağdan çağa, ülkeden ülkeye, yazardan yazara değişen kaypak ve karanlık bir kelimedir. Bu yönüyle ünlü hukukçu Lowell’ın fikirlerini paylaşır. Ne diyordu Lowell: “Kültürü tasvir edemezsiniz çünkü bir yerde durmaz. Manasını kelimelerle belirtmeye kalkıştınız mı elinizle havayı tutmuş gibi olursunuz. Bakarsınız ki her yerde hava var ama avuçlarınız boş.”

Meriç, kültürün yüz altmış civarı tanımı olduğunu, bu yüzden tam olarak hiçbir anlamı olmadığını söyler ve bu kelimeyi bir bukalemun olarak nitelendirir. Bu anlamda Meriç için medeniyetin de kültürden bir farkı yoktur. Bunlar, Avrupa’nın şuurumuzu felce uğrattığı iki kelimedir. Batı, kendi ideoloji çerçevesinde bu iki kelimeyle toplumları hiyerarşik bir sıralamaya tabi tutmuştur. Kültür ve medeniyetle çoğu zaman Batı’nın kültürü, medeniyeti kastedilir: Batı kültürlüdür, gelişmiştir; Batı dışındaki toplumlar ise kültürsüz ya da az gelişmiştir.

Meriç, ithal ve bizim için içi boş olan kültür ve medeniyet yerine, irfan ve umran kelimelerini tarihimizin, geleneğimizin içinden çekip alır. Şöyle der: “İrfanını ve umranını bilmeyen Avrupa hayranı Türk düşünürleri irfan kavramından vazgeçip kültürü; umran kavramını atıp yerine medeniyet kavramını benimsemişlerdir.” Zaten Meriç’in çabası, bu iki kelimeyi içerisinde yer alan değerleriyle birlikte yeniden diriltmektir.

Kültürün tanımını ve aidiyetini taşıdığı toplum açısından önemini sordunuz. Kültür, tarihe soluk vermiş, kıtalara izlerini bırakmış ve insanlığa büyük eserler vermiş bir milleti anlatabilecek, onu karşılayabilecek bir kavram değildir. Peki, durum böyleyken biz neden irfanı değil de kültürü kullanıyoruz? Çünkü yine Meriç’in ifadesiyle: Batı, kültürün vatanıdır; Doğu, irfanın ama irfan asaletini kaybetti. Biz de hafızaya çakıl taşı gibi saplanan bilgi kırıntılarına isim olarak kültürü ithal ettik ve irfan bu sistemin bir parçası değil, olamıyor da. Çünkü bugün kültürün yanında “kültürel diplomasi”, “çok kültürlülük,” kültürel çoğulculuk” gibi birçok kavram üretildi ve sistem bu kavramlar etrafında ilerliyor. Ancak biz Yunus Emre Enstitüsü olarak kültür desek de irfanımızı anlatmaya, içeriği irfanla doldurmaya çalışıyoruz.

Peki irfan nedir? Münevverlerimize göre Fransızcadaki “culture” kelimesinin karşılığı bizde irfandır. İrfan, hiçbir şeyi dinî ve dünyevi diye ikiye ayırmaz. Ne diyordu Meriç: “İrfan; kemale açılan kapı, amelle taçlanan ilimdir. Bu da kendini tanımakla başlar. İrfan, insanı insan yapan vasıfların bütünü. Yani hem ilim hem iman hem de edeb.” Peki 700 yıl önce Yunus ne diyordu: “İlim ilim bilmektir/ İlim kendin bilmektir/ Sen kendini bilmezsen/ Ya nice okumaktır // Okumaktan mana ne/ Kişi Hakk’ı bilmektir / Çün okudun bilmezsin / Ha bir kuru emektir // Yunus Emre der hoca / Gerekse var bin hacca / Hepisinden iyice / Bir gönüle girmektir” Bakın işte; ilim, iman ve edebi Yunus nasıl bir potada eritiyorsa Meriç de öyle yapıyordu. Biz bugün bize ait değerleri sunarken aynı zamanda kendimize gelmek için kendimizi, dağılanı, eriyeni, dumanlaşanı aramaya çabalıyoruz.

Her ülke kendi kültürünü yaşama ve yaşatmanın yanı sıra bunu kültür diplomasisi adı altında uluslararası platformlara da taşımıştır. Önemi her geçen gün daha da artan, uluslararası ilişkilerde yumuşak güç olarak da nitelendirilen kültür diplomasisinin etkisini ve önemini kısaca anlatabilir misiniz?

“Kültürel diplomasi” kavramı, “bir devletin kültürünün dış politika hedefleri veya diplomasisini desteklemek amacıyla kullanılması” olarak kabul görmüştür. Dolayısıyla burada temel hedef, yabancı kamuoyları üzerinde ülke itibarını artırmak için sanat, bilim, eğitim gibi kültürel öğelerin kullanılmasıdır.

Batılı devletlerin yoğun kültürel diplomasi faaliyetlerinin açık etkilerinin görülmeye başlandığı 1990’lı yılların başında Türkiye’nin içe dönük ve korumacı diplomatik anlayışının yerini bölgede etkin bir güç olma idealinin almasıyla Türkiye de kültürel diplomasi faaliyetlerine başlamış ve 1992’de TİKA kurulmuştur. TİKA’nın başlattığı kültürel diplomasi faaliyetlerini 2009’da kurulan Yunus Emre Enstitüsü, 2010’da kurulan YTB ve 2016’da kurulan Maarif Vakfı çeşitlendirerek, zenginleştirerek dünyanın hemen her yerine götürmüştür.

Bugün kültürel diplomaside etkin olanların yarının dünyasını da belirledikleri su götürmez bir gerçek. Dünya arenasında olmak istiyorsak kültürel diplomasi; mücadele vereceğimiz, etkin ve başarılı olmamız gereken en önemli sahalardan birisi. Ancak burada üslup çok önemli. Bize geçmişimizden, az önce bahsettiğim irfandan kalan ince üsluptan bahsediyorum. Şöyle ki tarihe bakıldığında söz konusu kavramın Amerikalı diplomasi tarihçisi Lord Turner tarafından ortaya atılmasından yüzyıllarca önce sömürgeci devletlerin kendi dillerini, dinlerini, kültürlerini empoze ettiklerini ve bunu yumuşak bir güçle de yapmadıklarını; diğer taraftan üç kıtaya hükmeden Osmanlı’nın fethettiği hiçbir yerde dil, din ve kültür unsurlarını dayatmadıklarını ve sömürgecilik yapmadıklarını biliyoruz.

Biz gayri safi millî hasıla bazında dünyada en çok uluslararası insani yardım yapan ülke olan Türkiye Cumhuriyeti’nin mensupları ve bu necip milletin torunları olarak Yunus Emre’nin bakışıyla bakıyor, insanı odağa alıyor ve yukarıda Cemil Meriç’ten hareketle dediğim gibi bize ait değerleri sunarken aynı zamanda kaybettiklerimizi bulmak, kendimize gelmek ve iyi, doğru, güzel olanı paylaşmak için çabalıyoruz.

Bizim dünyadaki yüz akımız olan ve kültür diplomasisi adına önemli işler yapan Yunus Emre Enstitüsünün vizyon ve misyonundan kısaca söz edebilir misiniz?

Enstitümüzün vizyonu Yunus’un “Gelin tanış olalım.” felsefesiyle dünyanın her yerinde Türkiye ile bağ kuran ve Türkiye’ye dost insan sayısını artırmak. Bu vizyon ile dünyanın birçok ülkesinde kültür sanat faaliyetleri gerçekleştiriyor; iş birlikleri kurarak dünya toplumlarının Türkiye’yi daha yakından ve doğru kaynaklardan tanımasını sağlamaya çalışıyor; dilimizi, Türkçemizi öğreterek kursiyerlerimize Yunusça “Merhaba!” diyoruz. Misyonumuz ise Türkiye’nin uluslararası alanda bilinirliğini, güvenirliğini ve itibarını artırmak. Ülkemizi, kültürel mirasımızı, dilimizi tanıtma; diğer ülkelerle dostluğumuzu geliştirme; kültürlerarası etkileşime katkıda bulunma; yurt içi ve yurt dışındaki bilgi ve belgeleri dünyanın istifadesine sunma gayesiyle projeler ve çalışmalar yürütüyoruz.

Yunus Emre Enstitüsünün 2020 yılındaki en önemli faaliyetlerinden biri Türkçeyi en çok öğrenilen 5. dil yapması oldu. Burada dil öğretiminin yanı sıra pek çok faaliyet gerçekleştirdiniz. Bunları kısaca anlatabilir misiniz?

Yunus Emre Enstitüsü olarak salgın dönemini Türkçe öğretimi ve kültür sanat faaliyetleri açısından fırsata çevirme imkânı yakaladık. Salgının ilk günlerinde Türkçe öğrenen öğrencilerimize yönelik 112 Türkçe video çektik. Bu videolarımız 2,5 milyondan fazla izlendi. Bununla birlikte hızlı bir şekilde okutmanlarımız tarafından 196 ülkeden 90 binin üzerinde kursiyere çevrim içi Türkçe kursları verilmiş ve verilmeye devam etmektedir. Çevrim içi Türkçe kurslarıyla birlikte uluslararası Türkçe konuşma kulüpleri gerçekleştirilmiş ve farklı ülkelerde Türkçe öğrenen öğrencilerin bir araya gelmeleri sağlanmıştır.

Kültür sanat programları da aynı şekilde çevrim içi platformlarda gerçekleştirilmeye devam etmiştir.

Batı’da kültür diplomasisinin önem ve etkisinin bilincinde olarak kurulan pek çok köklü enstitü var. Onlarla kıyasladığımızda Yunus Emre Enstitüsünün dünyadaki konumu nedir?

Batı, kültür diplomasisini uzun yıllar önce kurumsallaştırmış ve bununla ilgili enstitüleri kurmuştur. Ne yazık ki biz bu konuda bir hayli geciktiğimizin Yunus Emre Enstitüsünün kuruluşuyla farkına varmış bulunuyoruz. Devletimiz Batı’yla olan aramızdaki bu gecikmenin farkını kısa sürede kapatmayı amaçlayarak uluslararası ilişkilerde kullanılan bir aygıt ya da araç olarak nitelendirilen kültürel diplomasiyi devreye sokmuştur. Enstitümüz bu aracı 6-7 yıldır kullanırken rakiplerimiz diğer bir ifade ile dünyada boy ölçüştüğümüz ülkeler, bu aracı 6-7 yüzyıldır kullanmakta. Kültürel diplomasi vasıtası ile günümüzde Türkiye’deki yabancı kurumların faaliyet gösterdiği gibi biz de yurt dışında faaliyet gösteriyoruz.

Yapılan çalışmaların niteliği ve niceliği bu konuda ne kadar yol aldığımızı açıkça göstermektedir. Bugün şunu samimiyetle ifade etmek isterim ki Enstitümüz, diğer ülkelerin köklü kurumlarıyla başa baş duruma gelmiştir. İlerleyen süreçte ise Enstitümüzün söz konusu kurumların ötesinde bir konumda olacağına yürekten inanıyorum.

Batı’nın hem dil ve edebiyatını hem de kültürünü bilen ve bu konuda çalışmalar yapmış birisiniz. Bizim İslam’la bezenmiş kadim Anadolu kültürümüzü dünyada farklı kılan ve diğer milletlerin ilgisini çeken yönleri nelerdir?

Bilindiği gibi Anadolu, birçok medeniyetin ya doğduğu ya da zirve yaptığı bir coğrafya üzerinde bulunmaktadır. Bu, Türk kültürünün kaynak zenginliğinden ileri gelmektedir. Dünya genelinde Türk kültürünün her alandaki zenginliği, diğer milletlerin dikkatini çekmektedir. İmparatorluklar kurmuş bir ecdadın mirasçısı olan bizler bu konuda çok şanslıyız. Bütün insani değerleri fazlasıyla ruhunda barındıran dinimiz, kültürümüzü doğrudan etkilemiştir. Selamlaşmadan tutun da toplumdaki en basit bir olayın bile bu olgunun dışında kalmaması Türk kültürünü, yabancılar karşısında her yönü ile fark edilir duruma getirmektedir. Bu doğrultuda temelde bizim yaklaşımımız şudur; “Gelin tanış olalım/ işi kolay kılalım/ Sevelim, sevilelim/ Dünya kimseye kalmaz.” Kültür de bunun en önemli göstergesidir.