Makale

AZİM VE NASİP

AZİM VE NASİP

Hasan DİPİ
Düzce Gümüşova Yeşilyayla Köyü İmam Hatibi

“Şüphesiz her insan, başkasının değil, sadece kendi çabasının karşılığını görecektir.”

(Necm, 53/39.)

“Hasan, sana bakınca bir imam hatip, bir ilahiyatçı görüyorum.” Muhterem Cavit Hocam bu sözleri söylediğinde “Ah be hocam, keşke olabilsem!” diye cevap vermiş, bunun ancak bir hayal olabileceğini düşünmüştüm.

Benim doğup büyüdüğüm köyde, yazın ortasına varmadan buğday tarlalarının yeşili sarıya döner, kerpiçten yapılmış evler ovanın rengiyle âdeta bütünleşirdi. Kışlar sert ve uzun geçer; her taraf karla örtülür, uçsuz bucaksız ova, aylar boyunca beyaza bürünürdü. Köyümüzün o uzun kış gecelerini, evimizin huzur veren sıcaklığını, sobanın çıtırtıları eşliğinde büyüklerin sohbetlerini hatırlıyorum. Köydeki evler, akraba ve komşuların birbirine yaptığı ziyaretlerle dolup boşalırdı.

Yaz demek, kadın erkek, çoluk çocuk herkes için iş demekti. Tarla ve bahçe işleri bütün günümüzü alırdı. Toplanan dut ve armutlardan pekmezler kaynatılır, nohut ve buğday hasadı başlardı. Nihayet yaz sonuna doğru evlerde kış hazırlığına girişilir; salçalar hazırlanır, erişteler açılır ve tandırlarda pişirilen şebitler (yufka ekmekleri) kilerin bir köşesine kat kat dizilirdi.

İmam hatip ortaokulundan sonra dönemin şartları gereği ve ağabeyimin de telkinleriyle endüstri meslek lisesinde elektronik bölümünü okumuştum çünkü kısa yoldan hayatımı kazanmak istiyordum. Çok istediğim hâlde imam hatip olmak yerine bundan böyle fabrika işçisi ve eğer şansım yaver giderse ileride ustabaşı olacaktım. Askerlik hizmetinden sonra ve henüz yeni evlenmişken memleketimde işçi olarak çalıştığım fabrika kapandı ve beni seven ustabaşım “Seni (aynı ortakların) Hendek’teki fabrikasına gönderelim mi?” dedi. Şartlarım nedeniyle düşünmeden kabul ettim.

Gençliğimin de vermiş olduğu dinçlikle ağır işimde vardiya usulü şevkle çalışıyor, mesai saatlerinden fırsat buldukça mahalledeki camide Halil Hoca’ya müezzinlik yapıyordum. Hoca ile tanışıklığımız zamanla dostluğa, abi kardeş ilişkisine evrilmişti. Onun teşvikiyle üniversite sınavına girip AÖF ilahiyat bölümünü (ön lisans) kazandım. Artık yüküm daha da ağırdı. İşten kalan vaktimi derslere ayırıyor, çok çalışıyordum. Ancak benim çabamla üstesinden gelemeyeceğim ve başarmak zorunda olduğum Arapça konusunda yardıma ihtiyacım vardı. Bu konuda da yine Halil Hoca yanımdaydı ve beni imam hatip lisesi Arapça öğretmeni olan arkadaşlarına yönlendirdi.

Gece vardiyasından çıktığım bir sabah, heyecanla ama biraz tedirginlikle okulun yolunu tuttum. Kapıdaki nöbetçi öğrenciye sorduğumda birkaç dakika sonra zilin çalacağını ve aradığım Arapça hocalarını burada görebileceğimi söyledi. Ben büyük bir heyecanla beklerken zil çaldı ve nöbetçi öğrenci aradığım hocanın merdivenlerden indiğini bildirdi.

Doğruca yanıma gelen, samimi ve güler yüzlü bir tavırla beni karşılayan, hayatımın bundan sonraki bölümüne yön verecek olan insanla, Cavit Hoca ile böyle tanıştım. Cavit Hoca, liseyi açıktan okuyan öğrencilerine haftada iki gün verdiği Arapça derslerine beni de aldı.

Zaman ilerliyor, ders konuları birbiri ardına geliyordu. Ama hayatımda sadece ders yoktu; geçimini sağlamam gereken bir ailem ve çalıştığım fabrika vardı. Yine de bunların hiçbirini ders çalışmaya engel olarak görmedim. Daha az uyuyor, fabrika dışındaki zamanımı derslere ayırıyordum. Zira kutsal bir hedefim vardı. Her derse disiplinli ve düzenli olarak çalışıyor, çabalarımın karşılığını sınavlardan yüksek notlar alarak buluyordum. Bunlar kendi kendime yaptıklarımdı. Ama Arapça farklıydı; mutlaka hoca nezaretinde çalışmayı gerektiriyordu.

İlk dersteki seviye testinde, hocamın ilgisini çeken başarılı bir sonuç almıştım. Derse olan ilgim, disiplinli çalışmam ve dile olan yeteneğim nedeniyle her fırsatta ders için bir araya gelmeye başladık. Çalışma mekânlarımız öğretmenevi veya cami, bazen bir çay ocağı, zaman zaman da hocamızın evi oluyordu. Mekân neresi olursa olsun söylediklerini dikkatle dinliyor, defterime notlar alıyordum. Hocam derslere olan ilgimi takdir ediyor ve beni sürekli teşvik eden sözler söylüyordu. Bir keresinde içimde öğrenme ateşi yandığını ve Allah’ın sanki beni destekleyip yol göstermesi için onunla tanışmamı nasip ettiğini söylemişti. Bu sözleri benim çalışma şevkimi artırıyordu. Cavit Hoca, yazımın başındaki sözleri işte o günlerde söylemişti. İmam hatiplik sınavına girmem için beni yine o teşvik etti.

O günlerde Hendek Müftülüğü, benim gibi çalışanlara yönelik İmam Hatip Yeterlilik Sınavı için kurs açtı. Bu kursta Arif, Recep ve Şinasi Hocalarımdan çok şey öğrendim. Destekleri için kendilerine minnettarım. Sınavı kazandım.

Heyecanla, âdeta koşarcasına gittiğim ilk görev yerim, buğday başağı rengi ile bezenmiş Konya Ovası’ndaki köyümün aksine; Küre Dağları’nda, yemyeşil bir orman köyüydü. O güzelim köyün, her görüntüsü birer fotoğraf karesi gibi hâlâ hafızamdadır. Hele o sisli günlerde, uçsuz bucaksız ormanda, o ulu köknarların, sarıçamların, karaçamların ve meşe ağaçlarının tepeleri görünmez, sis bulutları ağaçların arasından ormanın derinliklerine doğru uçuşurdu.

Yüce Allah, hayal bile edemediğimi bana nasip etti. Cavit Hoca’nın söyledikleri dua yerine geçmiş olmalı ki hem görevli bir imam hatip oldum hem de ilahiyat fakültesini bitirdim. Allah’a sonsuz şükürler olsun.