Makale

İLİM İLİM BİLMEKTİR İLİM KENDİN BİLMEKTİR

İLİM İLİM BİLMEKTİR
İLİM KENDİN BİLMEKTİR
Dr. Lamia LEVENT ABUL
DİB Diyanet İşleri Uzmanı

Yüce Allah Hz. Âdem’i (a.s.) yarattığı zaman ona bütün isimleri öğretti. Ona öğretilen bu isimler, maddi ve manevi varlıkların, kavramların isimleriyle bunları dil ile ifade etme kabiliyetine dair bilgiyi kapsıyordu. Bu ilim sayesinde Hz. Âdem, meleklerin önünde tazimle eğildikleri bir makama nail oldu. Âdem’e verilen bu ilmin üstünlüğünden haberdar olmayan melekler başta itiraz ettiler. Ancak Hak Teâlâ, Âdem’e kendisine verdiği ilmi izhar etmesini emir buyurduğunda o, bu emri yerine getirdi ve eşyanın isimlerini saydı. O zaman melekler, kendilerine verilen bilme ve bilgi üretme kabiliyetinin Âdem’e verilenden farklı olduğunu ve halife olmaya onun daha ehil olduğunu anlayıp Hak Teâlâ’yı tenzih ettiler. (Kur’an Yolu Tefsiri, c. 1, s. 104-105.) Meleklerin bu itirafı ilmin, insanı diğer varlıklardan üstün bir konuma yükselttiğinin göstergesidir.

Kur’an-ı Kerim’de anlatılan bu olay, bilginin kaynağının Yüce Allah olduğunu gösterdiği gibi O’nun Hz. Âdem’in şahsında insanoğluna verdiği ilim payesinin büyüklüğünü de ortaya koymaktadır. (Bakara, 2/30-33.) Bizzat bizi yaratan tarafından lütfedilen ilmi elde etmek dinî ve dünyevi hayatımızın selameti açısından elzemdir. Rabbimiz ilk indirdiği ayetlerle de insanı buna teşvik ederek okumayı emretmektedir: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı alaktan yaratmıştır. (Alak, 96/1-3.) Bu ayetler Hz. Peygamber’e (s.a.s.) indirildiğinde daha okuyacak bir kitap yoktu. Ancak ifade Cenab-ı Hakk’ın başta indirdiği vahyi olmak üzere kâinatta bulunan ayetleri okumasına işaret etmektedir. Allah insanı hem kendini hem kâinatı hem de gönderdiği kitapları okuyup anlayacak melekelerle donatmıştır. Başta akıl, kalp ve irade olmak üzere insanın beş duyusu bu melekeler arasında sayılabilir. İnsan bu yeteneklerini kullanarak araştırır, inceler ve bilgisini geliştirir. İlim yolunda çalışırken Allah’ın adıyla başlar ve ancak O’nun yardımıyla ilme ulaşacağını da hatırında tutar. Çünkü sonsuz lütuf ve kerem sahibi olan Allah Teâlâ insanı hem yaratan hem de ona bilmediklerini öğretendir: “Oku! Kalemle (yazmayı) öğreten, (böylece) insana bilmediğini bildiren Rabbin sonsuz kerem sahibidir.” (Alak, 96/4-5.)

İlmin gayesi de Yüce Yaratıcı’yı tanımak, bilmektir. Kur’an-ı Kerim Hak Teâlâ’nın büyüklüğü karşısında derin saygı duyanların, yani O’nu hakkıyla tanıyanların âlimler olduğunu söyler. (Fatır, 35/28.) Ancak insanı Rabbini bilmeye, O’na yaklaştırmaya götüren ve amel edilen ilim kişiye fayda verir. Bu ilim Kur’an ve sünnet yoluyla bize ulaşır ki ilimden nasiplenenleri ve mahrum kalanları Hz. Peygamber (s.a.s.) güzel bir örnekle anlatmaktadır: “Allah’ın benimle gönderdiği hidayet ve ilim bol bir yağmura benzer. Bu yağmur bir araziye iner. O arazinin bir bölgesi yağmur alır ve bol miktarda ot türü bitkiler bitirir. Başka bir bölgesi ise yağmur suyunu tutar; Allah insanları o sudan yararlandırır, içecek olarak kullanırlar, sulama yapar, ürün yetiştirirler. O arazinin başka bölgesi de vardır ki ne su tutar ne ot bitirir. (İşte bunun gibi insanlar da benim getirdiğim hidayetten ve bilgiden kendi liyakatlerine göre nasiplerini alırlar veya hiç almazlar.)” (Buhari, İlim, 27.) İmam Gazali bu hadis-i şerifte geçen ilk arazi bölgesini Hz. Peygamber’in (s.a.s.) getirdiği ilimle amel edenler, ikinci bölgeyi ilmiyle amel etmeyip insanların ilminden istifade edenler, üçüncüsünü de ilimden büsbütün mahrum kalanlar olarak zikreder.

Sufilere göre ilim iki türlüdür. Birincisi kesbî yani tahsil ve telkin ile elde edilen ilimdir. Bu ilimle kast edilen şer’i ilimlerdir ve akıl yolu ile tahsil edilir. İkincisi ise Allah’ın dilediği kulunun kalbine ilka ettiği vehbî ilimdir. Buna ehl-i tasavvuf marifet, irfan, ledün ilmi, bâtın ilmi gibi isimler vermişlerdir. Marifet bilmek, tanımak ikrar etmek demektir. Marifetten kasıt Allah’ı tanımak bilmektir. Sufiler, “Ben cinleri ve insanları bana ibadet etmeleri için yarattım.” (Zariyat, 51/56.) ayetinde geçen “bana ibadet etsinler” ifadesinden maksadın “beni tanısınlar” olduğunu söylemişlerdir. Çünkü insanın kulluğu ve ibadeti marifeti miktarıncadır. Ancak Rabbini tanır ve bilirse layık-ı vechiyle O’na ibadet edebilir. Allah azze ve celleyi isim ve sıfatlarıyla tanırız. Marifete ulaşmak için de O’nun isim ve sıfatlarının tecellisi olan kâinata ve insana bakarız. Âlem ve nefis hakkındaki marifet Allah’ı tanımanın vasıtası olması bakımından önemlidir. (Süleyman Uludağ, Marifet, DİA, c. 28, s. 54-56.)

Allah’ı bilmeye giden yolun insanın kendisini bilmesinden geçtiğini söyler sufiler. İnsanın kendisini bilmesi ise nefsini bilmesidir. Nefsini bilen insan onun kötülüklerinden emin olur. Nefsinden gafil olan ise onu kötü ahlak ve huylardan arındırmaya çalışmaz ve iki dünyada bedbaht olur. Hakiki ilmin insanın kendisini bilmeye götüren ilim olduğunu Yunus Emre şöyle dile getirir:

İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendini bilmezsen

Bu nice okumaktır

Hz. Mevlana’nın Mesnevisinde geçen hikâyede ilim, insanı ebediyete taşıyan bir ağaç olarak tarif edilir: Hikâye edilir ki; padişahın biri meyvesi ab-ı hayat olan bir ağacın bulunduğunu öğrenir. Ölümsüzlük ağacını bulması için bir adamını seferber eder. Adamcağız diyar diyar dolaşıp ab-ı hayat ağacını arar. Ancak tüm aramaları boşa çıkar ve ümitsizliğe kapılır. En sonunda bir bilgeyle karşılaşır. Ölümsüzlük ağacını aradığını bilgeye söyler. Bilge güler ve bu ağacın esasında bilgili kişide bulunan ilim olduğunu söyler. Hz. Mevlana bu meselde ilmin insana ebedî hayatı kazandıran vasıta olduğunu anlatır.

İnsanın dünya ve ukbasını mamur eden ilmi elde etmek için gayret göstermek, gerekirse uzak diyarlara gitmeyi göze almak Efendimizin öğüdüdür. Kendisi de tüm insanlığa bu hakikatleri öğretmek üzere gönderilmiştir. Kendisinden sonra gelecek insanlara da bu ilmi öğretecek âlimleri de varisleri olarak tavsif etmiştir. Zira Resulüllah (s.a.s.), bir gün dua edip yakaran ve ilim öğretenler olmak üzere iki gurup insanla karşılaşmış. Her iki grubun da hayır üzere olduğunu beyan buyurarak ilim meclisine oturmuştur. Bunun sebebini ise; “Ben muallim olarak gönderildim.” buyurarak açıklamıştır. (İbn Mace, Sünnet, 17.) Rabbimizin bizleri ilim öğrenen, öğreten ve ilme gönül verenlerden eylemesi duasıyla…