Makale

VAHİY

VAHİY

Prof. Dr. Ali ERBAŞ
Diyanet İşleri Başkanı

Vahiy, Yüce Allah’ın, peygamberleri aracılığı ile insanlığa mesajıdır. Varoluşla başlayan ilahi bir beyandır. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem (a.s.) ile başlamış ve Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.) ile son bulmuştur. Allah, gönderdiği vahiyle insanın sağlam bir inanca sahip olmasını, güzel bir hayat yaşamasını ve neticede ahiretini kazanmasını murat etmiştir. Vahiy, insanın maddi ve manevi dünyası için bir rahmettir. Nitekim Rabbimiz, “Kendilerine okunan bu kitabı sana göndermiş olmamız onlara yetmiyor mu? Elbette inanan bir topluluk için onda rahmet ve ibret vardır.” buyurmaktadır. (Ankebut, 29/51.) İnsana düşen rahmet ve ibret yüklü uyarılara kulak vermek, duyarsızlık, ilgisizlik ve inkâr gibi davranış ve anlayışlardan uzak durmaktır. Bir başka ayette ise “Biz Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a, torunlara, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a vahyettik. Davud’a da Zebur’u verdik.” (Nisa, 4/163.) buyrulmaktadır. Bu ve benzeri ayetlerde Allah, vahyin kaynağının kendisi, muhatabının ise nebiler aracılığıyla insanlık olduğunu beyan etmektedir. Aynı zamanda Rabbimiz, ayetlerine muhatap kıldığı peygamberlerini vahiy merkezli hayatın örnek şahsiyetleri olarak bizlere tanıtmaktadır.

Diğer yandan Allah’ın insanı vahye muhatap kılması, insana verdiği değerin ve onun mahlûkat içerisindeki özel konumunun bir ifadesidir. Dolayısıyla insanın vahiy ile buluşması gerçekte yaratılış gayesi, fıtratı ve vicdanı ile buluşması, âlemle ve rabbi ile barışık olması demektir. Böylece Allah, vahiy ile insana kim olduğunu, yeryüzünde bulunuş amacını, ölümden sonraki hayatı öğreterek insanın vahyin değerini idrak ederek tefekkür, tezekkür ve şükür ile tevhid, adalet ve güzel ahlak merkezli bir hayat yaşamasını murat etmektedir. Allah’ın, peygamberleri vasıtası ile insanlığa gönderdiği kitaplar bir hidayet ve istikamet rehberidir. İnsan vahyi rehber edindiği oranda doğru yol üzeredir. İnsana düşen, kendisini inşa etmek için gönderilmiş vahye gönül vermektir. Ancak o zaman emrine amade kılınan tüm varlığa karşı sorumluluklarını hakkı ile yerine getirebilir ve rabbine hakkı ile kul olabilir.

Yüce Rabbimiz âlemde var olan her şeyi bir anlam ve amaçla yaratmıştır. Bu gerçek, Kur’an’da “Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler (ve şöyle derler:) “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Âl-i İmran, 3/191.) ifadesi ile zikredilir. Dolayısıyla insanın en büyük vazifesi vahyi anlamak ve onu yaşamaktır. Bu bağlamda vahyin son ve kıyamete kadar varlığını devam ettirecek olan kitabı Kur’an-ı Kerim, tevhidden adalete, nübüvvetten ahirete, ibadetten ahlaka, âlemin yaratılışından insanın varoluş gerekçesine varıncaya kadar hayatın tüm alanlarını kuşatan ilkeleri ve mesajlarıyla insanlığın yolunu ve ufkunu aydınlatmaktadır. Kur’an-ı Kerim’e iman eden müminlerden beklenen ise evinden işine, mabedinden mektebine, ticaretinden sanatına, sokağından şehrine varıncaya kadar, dünya ve ahiret huzuru için gönderilmiş Allah kelamını hayatın her alanında rehber kılmasıdır.

Bütün bu gerçeklikle birlikte tarihin birçok döneminde vahye muhatap olan insan bu muradı anlamayı öteleyerek birçok yanlış düşünce ve inanca saplanmıştır. Rabbimiz ilahi hitabın son halkası olan Kuran’ı Kerim’de, hiç kimsenin ya da hiçbir topluluğun vahyin bir benzerini getiremeyeceğini ilan ederek inkârcılara meydan okumuş, vahyin amacını beyan ederek ona uygun bir hayat yaşamanın gerekliliğini hatırlatmıştır.

Vahiy, tebliğ ve temsil edilmesi gereken bir nimettir. Müminlerin vahyin tebliğinde ve temsilinde özensiz ya da ihmalkâr davranması büyük bir vebaldir. Kuran’ı Kerim’de Allah, peygamberlerin tebliğ ve temsil mücadelesini açıkça anlatmak suretiyle onları müminlere örnek göstermektedir. Dolayısıyla bugün krizler ve bunalımlarla kuşatılan insanlığı, İslam’ın kurtuluş ve esenlik mesajları ile buluşturma ve çağın sorunlarına Kur’an’ın ilkeleriyle çözümler üretme noktasında öncelikle Müslümanların tebliğ bilincine ve temsil duyarlılığına sahip olması hayati öneme sahiptir. Müslümanlar olarak geçmişte olduğu gibi bugün de tarihin öznesi olmanın yolu, bu şuur ve samimiyete sahip olmaktan geçmektedir. Zira Müslümanlar tebliğ ve temsili hakkıyla yerine getirdikleri tarihin her döneminde iyiliğin, hayrın ve güzel ahlakın temsilcileri olarak hayata ve tarihe yön vermiş, kurdukları medeniyetlerle tüm insanlığın huzur ve güvenini temin etmiştir.

Elbette vahyin son kitabı Kur’an-Kerim’i anlama ve yaşama noktasında en büyük imkân ve vazgeçilmez değer Resul-i Ekrem Efendimizin sünnet-i seniyyesidir. Dolayısıyla Kur’an ve sünnet İslam’ın en temel iki kaynağıdır. Sünnetin dindeki yerini hafife almak, gerçekte Allah’ın peygamberlerine yüklediği misyonu hafife almaktır. Zira Allah Resulü vahyi sadece tebliğ etmemiş aynı zamanda tebyin de etmiştir. O, vahyi sadece insanlara ulaştırmakla kalmamış vahyin bizzat ilk uygulayıcısı olmuş ve onu yaşanan bir hayata dönüştürmüştür. Birçok ayette Allah’a itaatten sonra peygambere itaat zikredilirken Allah’ı sevmenin yolunun da Resulüllah’ı takip etmekten geçtiği belirtilmiştir. Ayrıca Allah Resulü’nün Veda Hutbesi’nde beyan ettiği; “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmayacaksınız: Allah’ın Kitabı ve Peygamberinin sünneti.” (Muvatta, Kader, 3.) hadisi de Kur’an ile sünnetin dindeki bağını ve bütünlüğünü dikkatlerimize sunan nebevi bir uyarıdır.

Bugün müminler olarak Peygamber Efendimizin örnekliğiyle, Kur’an’ın hakikatlerini güzel bir üslup, doğru bir metot, bilgi ve hikmet yüklü bir anlayışla günümüz insanına ulaştırmak en büyük sorumluluğumuzdur. Nitekim Yüce Allah “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et.” (Nahl, 16/125.) buyurmak sureti ile bu gerçeği hatırlatmaktadır. Şüphe yok ki vahyin aydınlık ilkeleriyle buluşan insanlık varlığını ve gayesini idrak edecek ve bu sorumlulukla dünyasını ve ahiretini mamur edecektir.