Makale

SREBRENİTSA KATLİAMI

SREBRENİTSA KATLİAMI

Umut GÜNER

Balkan coğrafyası, Türk ve İslam tarihinin en önemli ve kritik bölgelerinden biri olmuştur. Balkanlar, devlet ve millet olarak tarihî yürüyüşümüze tanıklık etmiş, Türk ve İslam mührünün kazındığı önemli bir parçamızdır. Balkan toprakları sahip olduğu millî ve manevi değerleri ile Avrupa kıtasında bulunan önemli bir Türk toprağıdır. Geçmişten günümüze taşıdığı miras ve sahip olduğu tarihî hafızası ile yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen Türk yurdu olmanın önemini ve değerini korumaya devam etmektedir.

Erken yüzyıllarda Karadeniz’in kuzeyinden Balkanlara ulaşan Türk toplulukları Balkanlarda uzun yıllar var olmuşlar, fakat millî kimliklerini burada yaşatamamış ve kısa bir zaman sonra asimile olmuşlardır. Bundan yüzyıllar sonra bu defa Anadolu toprakları üzerinden Müslüman Türkler Balkanlara kadar ulaşmıştır. Anadolu topraklarında uzun bir tecrübe yaşamış olan bu Müslüman Türkler, Balkanlara gelmiş ve burada kalıcı olmuştur. Bu coğrafyayı Türk yurdu hâline getirerek tarihin en önemli dönüşümlerden birini başlatmışlardır.

Anadolu topraklarının Türkleşmesini izleyen yüzyıllarda Türkmen zümreler, Anadolu coğrafyasını hızlı bir şekilde Türk yurdu hâline getirdikten sonra tarihî yürüyüşlerine devam etmişler ve nihayet Avrupa’nın kapısı olarak nitelendirilebilecek olan Balkanlara kadar ilerlemişlerdir. Bizans’ın son yıllarında uzun zamandır ihmal etmiş olduğu Anadolu topraklarını imar ve ihya eden Türk beylik ve devletleri çok kısa bir süre sonra Balkanlara ulaşmışlardır. Anadolu topraklarında tecrübe edilen yerli gayrimüslim halk ile barış ve huzur içinde yaşama tecrübesi ile şehirleri imar ve ihya etme geleneği Türklerin Balkanlara kadar ulaşmasının kilit noktaları olmuştur.

Balkanlar aynı zamanda birçok önemli tarihî kişiliğin ön plana çıktığı ve yaşam alanı bulduğu bir bölge de olmuştur. Nitekim 1261 yılında Moğolların tahakkümünden kaçarak Bizans’a sığınan Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus, Balkanlar’da yaşam alanı bulan en önemli tarihî kişiliklerden birisidir. Bilhassa Sultan Keykavus ile birlikte yaklaşık olarak otuz-kırk Türkmen obası, dinî ve manevi önder Sarı Saltuk Baba da Sultan’ın maiyeti ile Balkanlara gelmiş ve Kuzey Dobruca’ya yerleşmiştir. Başta Sarı Saltuk olmak üzere birçok dinî ve manevi önder Balkanların Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında kilit bir rol oynamışlardır.

Türkiye Selçuklu Devleti’nin son yıllarında Batı Anadolu’ya doğru başlayan Türk akınları neticesinde Batı Anadolu’da başta Osmanoğulları olmak üzere birçok Türk beyliği kurulmuştur. Bu beylikler Ege Denizi’nde başlattıkları denizcilik faaliyetleri ve Bizans ile giriştikleri mücadeleler neticesinde kısa sürede Balkanlara ulaşacak güce erişmişlerdir. Bilhassa Türklerin İslamlaşmasından sonra yeni bir kimlik ve ruh ile ön plana çıkan gaza ve cihat düşüncesi sebebiyle Türk zümrelerin Bizans ve Balkanlar üzerine kutlu yürüyüşleri büyük bir gayretle devam etmiştir. Bu kutlu yürüyüş sebebi ile Balkanlar erken bir tarihte Müslüman Türk yurdu hâline gelmeye başlamıştır. Nitekim Balkanların İslamlaşması ve Türkleşmesi, İstanbul’un Türk yurdu hâline gelmesinden çok daha erken bir tarihte gerçekleşmiştir. Özellikle de Balkanlarda yürütülen imar ve ihya faaliyetleri neticesinde bu topraklarda tarihte emsali az olan millî ve manevi değerde Türk şehirleri inşa edilmiştir.

Batı Anadolu beyliklerinin faaliyetleri ve özellikle de Osmanoğulları ile başlayan fetih hareketleri neticesinde literatürde kolonizatör diye tabir edilen derviş, abdal ve ahiler yeni fethedilen bölgeleri yerleşime açmışlar, Türkleşmesini ve İslamlaşmasını sağlamışlardır. Bu faaliyetlerin had safhada devam ettiği en önemli yerleşim alanları Osmanoğullarının fetih hareketleri ile Türklere açılan Balkanlar olmuştur. Balkanlara Anadolu’dan birçok Türkmen nakledilmiş; derviş, abdal ve ahiler bu coğrafyaya geçerek burada faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Özellikle de Osmanlı’nın hoşgörü politikası ile de Balkan toprakları hızlı bir şekilde Türkleşmiş ve İslamlaşmıştır.

Türkmen zümreleri ile birçok dinî önderin şenlendirme faaliyetleri ile Balkanlar’da birçok han, hamam, köprü, yol, kervansaray, hankah, zaviye, medrese ve mescit inşa edilmiştir. Bizans’ın menfi devlet politikaları ve adil olmayan vergi talepleri ile zor duruma düşen Balkan halkları, Türklerin hoşgörü politikası ve adil yönetimi ile karşılaşınca zamanla Türk devletinin himayesine girmiş, Türk inancını ve kültürünü benimsemeye başlamıştır. Bilhassa bu tarihten itibaren Avrupa’da Türk ve Müslüman aynı anlamlarda birbirini ifade eden kelimeler olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Balkanları yeni bir kimlik ve ruh ile imar ve ihya eden, aynı zamanda din ve ırk ayrımı yapmaksızın bölgede adaletli bir düzen tesis eden Osmanlı Türklerinin yürüttükleri politikalar neticesinde gayrimüslim birçok etnik unsur zamanla İslamiyet ile tanışmıştır. Bu bölgede tesis edilen huzur ve barış ortamı Türk ve İslam ruhu ile mayalanmış, bu topraklar Türk yurdu olarak anılmaya başlamıştır.

Tarihî süreç içerisinde uzun asırlar barış ve huzur içerisinde yaşayan bölge halkları Osmanlının son dönemlerinde başlayan zafiyetler ve kaybedilen savaşlarla ağır bir yara almıştır. Nitekim aynı tarihlerde dünya siyasetini şekillendirmeye başlayan “milliyetçilik” akımları neticesinde uzun yıllardır bölgede hâkim olan barış ortamı bozulmaya başlamıştır. Bilhassa da bölgede yer alan etnik çeşitliliği bozmak amacı ile büyük bir çaba içerisine giren devletler ve yerel terör yapılanmaları, bölgedeki barış ortamını zedelemiş, insanları din ve ırk ekseninde ayırarak bölüştürmeye başlamıştır.

Osmanlının son yıllarında Müslüman Türklere karşı başlatılan soykırım hareketleri neticesinde birçok Türk ailesi öldürülmüş, evleri ve köyleri yakılmış, dinî ve manevi kurum ve yapılar tahrip edilmiştir. Müslüman ve Türk karşıtı hareketlerin bu bölgede başlattıkları ayrılıkçı hareketler neticesinde Osmanlı kısa sürede Balkan topraklarını kaybetmiş ve bu topraklarda birçok farklı devlet ortaya çıkmıştır. Müslüman ahaliye yönelik devam eden baskı ve zulüm faaliyetleri nedeni ile uzun yıllardır bu bölgede yaşayan Türk ve Müslümanlar evlerini ve köylerini terk ederek Anadolu topraklarına göç etmek ve sığınmak zorunda kalmıştır. Müslüman Türklerden kalan ev, iş yerleri, dinî ve millî yapılar başta olmak üzere birçok şehir ve köy yağmalanmış, tahrip edilmiştir.

Osmanlı Devleti’nin son yıllarında başlayan ayrılıkçı faaliyetler neticesinde bölgede bozulan huzur bir daha asla temin edilememiştir. Bölgede yaşanan etnik ve dinî sorunlar uzun yıllar süregelmiş, tarihe büyük acıları kayıt olarak düşmeye devam etmiştir. 1900’lü yılların başlarında Müslüman Türklere yönelik başlayan zulüm ve katliamlar, Türklerin Anadolu’ya geri göçü sonrasında bölgede yaşayan ve farklı etnik unsurlara mensup olup Müslümanlaşan halklara yönelik olarak devam etmiştir.

Bölgede yaklaşık olarak yüzyıl önce ekilen nefret ve zulüm tohumları bu kez 1991 ve 1995 yılları arasında meydana gelen Bosna Savaşı’nda ortaya çıkmıştır. Sırp milliyetçileri ile Sırp Cumhuriyet Ordusu’nun Bosnalı Müslüman halka yönelik giriştikleri soykırım, insanlık tarihine büyük bir utanç olarak geçmiştir. Sırp komutan Ratko Mladiç’in komutasında Sırp ordusunun ağır silahlarla donanmış bir şekilde Srebrenitsa kentinde yaşayan savunmasız ve güçsüz Müslüman sivil halka karşı giriştiği soykırım bizlere büyük bir acı ve gözyaşı miras bırakmıştır.

11 Temmuz 1995 günü Sırp komutan Ratko Mladiç daha önce silahlarından arındırılmış ve savunmasız olan Srebrenitsa kentine ağır silahlı ordu ile giriş yapmıştır. Srebrenitsa katliamında kentte yaşayan 8 binden fazla masum insan hayatını kaybetmiştir. Bu soykırım, insanlık tarihine II. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanmış en büyük katliam olarak kayıtlara geçmiş ve mahkemelerce de kabul edilmiştir.

Sırp cumhuriyet ordusu yüzlerce kadına tecavüz etmiş, hamileleri karnında bebekleri ile öldürmüş, çocuk ve yaşlı demeden herkesi katletmiştir. Bosna’da katliam yaşanırken bölgeyi korumakla görevli olan Birleşmiş Millet Barış Gücü Ordusu ise yaşananlara seyirci kalmış ve katliama göz yummuştur. Bosna Savaşı süresince bölgenin önemli liderlerinden Aliya İzzetbegoviç’in tüm dünyayı yaşananlara karşı uyarmasına ve destek talep etmesine rağmen dünyanın büyük güçleri hem Aliya İzzetbegoviç’e hem de Bosna halkına karşı üç maymunu oynamıştır.

Soykırımı gerçekleştiren Sırp askerleri, öldürdükleri masum insanların cesetleri bulunmasın diye ve soykırımı gizlemek amacı ile insanların cesetlerini ve kemiklerini parçalayarak farklı bölgelerde açtıkları yaklaşık 64 toplu mezarlara gömdüler. Toplu mezarların uydu taramalarında görülüp tespit edilmemeleri için de içerlerine manyetik metal parçalar yerleştirdiler. Aynı zamanda da bölgenin iklim örtüsüne uygun çiçek ve otlardan oluşan bir yapı ile toplu mezarların üstlerini örttüler. Sırp Ordusu’nun toplu mezarları gizlemek amacı ile yürüttüğü bütün faaliyetler ve planlar “mavi kelebekler”in sayesinde bozuldu ve hakikat ortaya çıktı.

Toplu mezarların gömüldüğü bölgelerde cesetlerin toprağı beslemesi sonucu ortaya artemis çiçekleri çıkmaya başladı. Bu çiçeklerin bölgede çoğalması sonucunda sadece bu çiçekle beslenen mavi kelebeklerin bölgede yoğunlaşması yöre halkının dikkatini çekmeye başladı. Yapılan araştırmalar neticesinde mavi kelebeklerin olduğu bölgelerde insanlık tarihinin gördüğü en büyük utançlardan biri ile karşılaşıldı. Bölgede sayısı 300’den fazla olan toplu mezarlar bulundu. Bu araştırmalar neticesinde Bosna Savaşı’nda yaşanan katliamın ulaştığı korkunç boyut ilk defa kanıtlanmış oldu. Toplu Mezar Enstitüsü tarafından yürütülen çalışmalar neticesinde 20 bin kişinin cesedine ulaşıldı fakat sadece 18 bin kişinin kimliği belirlenebildi. Cesetlerin parçalanmış ve yakılmış olması nedeni ile kimlik belirleme çalışmaları çok zor şartlar altında gerçekleştirildi.

Mavi kelebeklerin ortaya çıkardığı hakikat, 20. yüzyılda Avrupa’nın göbeğinde ve tüm dünyanın gözlerinin önünde yaşanan soykırımın ulaştığı korkunç boyutu bir tokat gibi insanlığın yüzüne çarpmış oldu. Bosna’da Müslüman halklara yönelik başlatılan katliam, yakın tarihimizde yaşanan en büyük soykırımlardan biri olarak tarihe geçti. Bölgede yaşayan ve bir şekilde hayatta kalmış olan herkes, en az bir yakınını soykırıma kurban verdi. Yaşanan katliamdan kurtulmayı başaran insanlar uzun yıllar psikolojik sorunlar ve hastalıklar ile mücadele etmek zorunda kaldı ve birçoğu yaşamını yitirdi. Katliam, BM ve Lahey’deki Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesince 2004 yılında ancak “soykırım” olarak tanındı. Bosna’da yaşananlarda en az, katliamı gerçekleştiren Sırp ordusu kadar seyirci kalan devletlerin suçu bulunduğu aşikârdır.