Makale

DİVAN ŞİİRİNDE AHLAKİ DEĞERLERİMİZ: SABIR

DİVAN ŞİİRİNDE AHLAKİ DEĞERLERİMİZ: SABIR

Dr. Öğretim Üyesi
Halil İbrahim HAKSEVER

Hak Ta‘âlâ bir kula iylikler etmek dilese

Dâr-ı dünyâda ona dürlü musîbetler virür

Sen belâya sabr kıl dünyâda ey dervîş kim

Âhiretde Hak belâ ehline râhatlar virür

(İlmî-Kırk Hadis Çevirisi)

Dünya kurulalı hayatın acısı da tatlısı da hep görülmüş ve yaşanmıştır. Hüzün ve neşe insan içindir. Kederden de, sevinçten de çıkarılacak dersler olmalı. Olumlu olumsuz her hâlin ve duygunun insan ruhuna ekleyeceği kemalat ve fazilet vardır. Modern zamanlarda kendini çoğunlukla neşelenmeye adayan insanlık galiba yanlış yapıyor. Coğrafyanın bazı mekânlarında kahkaha yarışmaları yapılırken kimi yerlerde de mahzun gönüllüler gam ve gözyaşıyla ruhlarını arındırıyorlar.

Kur’an-ı Kerim’de hep kazanmayı ve sahip olmayı hedefleyen insanların, kaybettiklerinde yaptıkları şikâyetleri belirten ayetler ibret vericidir: “Rabbin denemek için bir insana iyilik edip nimet verdiği zaman o, ’Rabbim beni şerefli kıldı.’ der. Ama onu sınamak için rızkını daraltıp bir ölçüye göre verdiği zaman ’Rabbim bana hor baktı.’ der (Fecr, 89/15). Bulduğunda şükretmek, bulamadığında sabretmek bile, mutasavvıfların değerlendirmelerinde çok yüksek kabul edilmeyen bir seviyedir. Makbul olan her halükârda sabır...

Bir ahlak terimi olarak sabır “üzüntü, başa gelen sıkıntı ve belalar karşısında direnç gösterme; olumsuzlukları olumlu kılmak için gösterilen metanet” şeklinde tanımlanmıştır (M.Çağrıcı, Sabır, DİA, C.35, s.337). Kelime, taşıdığı mana itibariyle dinî metinlerimizde de söz konusu edilmiştir. Hak Tealâ kullarını çeşitli imtihanlara tabi tutmuş; hayatta kazandıkları ve kaybettikleri ile sınadığı insanları, başlarına gelen hâllere karşı sabretmeleri durumunda rahmet ve lütuflarıyla ödüllendireceğini çeşitli ayetlerde ifade etmiştir (Bakara 2/155-157; Âl-i İmrân 3/142). Hadis-i şeriflerde de çokça mevzu edilen sabır, daha çok bela ve eziyetlere tahammül olarak anlaşılmıştır. Fakat hayırlı ameller ve ibadetleri ifa ederken de bir nimete kavuşulduğunda da sabretmek gerektiği bilinmektedir. Allah’tan sabır isteyen Hz Ali’yi (r.a.) Resulüllah Efendimiz’in tashihi de dikkat çekicidir: “Bu sözünle Allah’tan ağır bir imtihan istemiş oldun. O’ndan afiyet dile.” (Tirmizî, Da‘avât, 93)

Şairlerin Sabrı

Kendilerine de hayatın acıtan okları çokça isabet eden divan şairleri (söylendiğine göre hep hüzünlüdürler), acılı durumlarda acaba hangi tutum ve tavır içinde bulunuyorlardı? Didaktik edebî metinlerde meselenin sanat yönüne pek değinilmeden mezkûr kavramın dinî muhtevası üzerinde durulmuş; insanlara ahlak öğretiminde temel kaynaklardan referanslarla bu üstün nitelik tanıtılmaya çalışılmıştır. Sanatlı icra edilen kadim edebiyat anlayışımızda ise şairlik zaten elem ve keder üzerine kurulmuştur. Şiir söylemeye başlar başlamaz şairlere aşk virüsü bulaştığından onların bütün söylemleri aşkın tabii sonucu olarak gam ve hüzün deryasında boğulmaktır.(!) Bile isteye talip oldukları bu durumda yapılacak tek şey ise sabırdan başka birşey değildir. Hikâye uzun. Olağanüstü güzel bir “sevgili”, şairleri hem kendine meftun eder, hem de aşıklarına vuslat ümidi bırakmazmış. Tek ve biricik (!) sevgiliden başkasına meyletmeyen sadık âşıklar da belki bir gün kavuşacakları ümidi ile, belki de dünyada çekilen bütün dertleri temsilen sabır hazinesine sığınıp tevekkülle o mukadder buluşma gününü beklerlermiş.

Divan şairleri biraz da yapmacık (?) bir dertli rolüyle, hayatta görülen her güçlüğe ısrarla sabrı tavsiye ederler. Şaire göre cefaya dayanabilen umduğuna kavuşur:

Cefâya sabr iden erer vefâya

Ki bîmâr olana tîmâr ederler (Necatî)

Belaya sabr eden, Nuh gibi sonunda selamete erer:

Belâ tûfânına sabr eyleyen mânend-i Nûh âhir

Çıkar deryâ-yı gamdan bir kenâre rûzgâr ile
(İzzet Molla)

Hz. Mevlana’nın “Gülün dikene katlanması onu güzel kokulu yaptı.” sözündeki sanatı kendi beytine taşıyan şair de benzer düşünceyi seslendirir. Sabır öyle tesirli bir iksirdir ki gonca bile dikenin varlığına sabrettiğinde güle dönüşmektedir:

Hâr-ı cefâya sabr iderek gonce-i murâd

Âhir libâs-ı ayşını gül-pîrehen ider
(Neccar-zade Rıza)

İnsanoğlu biraz da sabretmeye mahkûmdur. Her güzellik kişiye emeksiz nasip olmaz. Öyle dikensiz gül bahçesi nerdeymiş der aynı şair:

Gülzâre irdi hâr-ı cefâkâra sabr iden

İnsâf ey gönül gül-i bî-hâr kandedür

Aşk kanununa göre, uğruna en büyük eziyetlere katlanılan sevgiliye ulaşmak için sabrın son raddesi olan canı feda etmeyi çokça dile getiren şairler, çıtayı yüksek tutsalar da doğruyu söylemişlerdir. Kolaylık isteyen önce zorluklara katlanacak:

Bezl-i cân eyler safâ-yı vasl-ı cânân isteyen

Sabr ider mihnetlere âlemde âsân nisteyen (N.Rıza)

Şairlerimizin âşık diye tanımladıkları “kâmil insan” hem sabırlı hem de gözü yaşlıdır. Öyle herkese göstermeseler de onların çok ağladığı meşhur-ı cihandır. O, Eyyüb gibi sabrederken Yakub gibi de gözyaşı dökecektir:

Âşık oldur ki firâka sabr ede Eyyûb gibi

Dîde-i Ya’kûb-veş hep gözleri giryân ola (Handî)

İlahi hikmet gereği imtihanlara tabi tutulan insanoğlu bundan pek memnun olmasa da zorlukla beraber kolaylık olduğunu (bunun için de sabretmek gerektiğini) Rabbimiz hem de tekrar ifadesiyle beyan etmiyor mu? (İnşirah, 94/5-6) Şairler zorlu sabır süreciyle nelerin elde edildiğini hayatta yaşanmış/yaşanılası örneklerle vermeyi severler. Şairimize göre muradının Züleyha’sına ulaşmak zordur ama sabredilirse Yusuf gibi sonunda zindandan çıkılır:

Zelîhâ-yı murâda vâsıl olmak hayli müşkildir

Azîzim Yûsuf-âsâ bend-i zindan olduğun var mı (Süleyman Fehim)

“Sabır acıdır, meyvesi tatlıdır.” derler ya, bu tadın içindeki lezzeti ayniyle yaşayan şairler vardır. Rezillerin verdiği zahmete katlanan şair gönlü, bunu kendisi için rahmet sayar:

Zâhidâ sabr acısının lezzetini duymuşuz

Zahmet-i zahm-ı erâzil ayn-ı rahmetdir bize (Taşlıcalı Yahya)

Aceleciliğin zarar getireceğini (ayağına eteğinin dolaşacağını), temkinli-tedbirli hâlin ise kişiyi hedefine ulaştıracağını söyleyen şairin beytinde acaba gizli bir sabır tavsiyesi yok mudur:

Erişir menzil-i maksûduna âheste giden

Tîz-reftâr olanın pâyine dâmen dolaşır (Âgehî)

Şairlerin zihin ve hayal güçlerine şaşmamak mümkün değil. Tabiatta müşahede ettikleri her bir “oluş” onlar için şiir sebebidir. Baharda ağaçların güzel ürünlerini beklerken bile sabrı gerekli görürler:

Bahâr eyyâmı geldi çün ağaçlar hep çiçeklendi

Otur sabr eyle olmaz sanma anda berg ü bâr peydâ (Tırsî)

Güller açsın diye habire öten bülbülü sabırsız görüp kendisini feryad bile etmeyen çok sabırlı âşık olarak niteleyenler de olmuştur:

Ehl-i temkînem beni benzetme ey gül bülbüle

Derde yok sabrı anın her lahza bin feryâdı var (Fuzulî)

Şairlerimizde mübalağa gibi görünse de sabırla elde edilen manevi ecrin artması için sanki derdin de devamını isteyen sabır örneklerine tasavvuf menkıbelerinde bazan rastlanır. Bunun gibi, sabrın sonunda selamete erileceğini yani derdin biteceğini düşünen şair, bunu bile istemez de aşk ve melâmeti tercih eder. Aşk sabrın önüne geçiyor demek ki:

Tarîk-ı sabr u tedbîr-i selâmet lezzetin bilmen

Bana aşk u melâmet yeg gelür sabr u selâmetden (Fuzulî)

Bu yüksek sabır irtifasına karşı şöyle desek yeridir: Ey Fuzulî hangi makamdasın? Bizler makul bir süre sabredip hemen ödülüne kavuşmaya can atıyoruz. Sen ise derdin devamını istemişsin. Aşk olsun sana!...

Sabır Biterse

Sabır timsali görünen şairler, sabısızlara pek hoş bakmazlar. Sabırla ancak kıvama erilebileceğini düşündüklerinden aksine davranış sitem sebebidir. Nitekim hemen tekâmül etmek isteyen sabırsız zahidi, acemi talebe benzetmesiyle nazara veren şair bunu yanlış bulmuştur:

Gör zâhidi kim sâhib-i irşâd olayım der

Dün mektebe vardı bugün üstâd olayım der (Bağdatlı Ruhî)

Sorulan bir bilmeceyi çözemeyince sabırsızca cevabını bekleriz ya, şair kendi ismini muammaya dönüştürmüş ve bilemeyen muhatabına biraz da ipucu vererek sitem etmiş beytinde:

Sende yok sabr u sükûn bende vefâdan zerre

İki yokdan ne çıkar fikr edelim bir kerre (Nabî)

(Laf aramızda Nabî iki nefy (olumsuzluk) edatının okunuşuyla adını söylemiş de sabırsız anlayabilmiş mi acaba?..)

Sevdiğini beklerken sabrı tükenenler de olmuş tabii. Şair, intizarının sınırı aştığını belirtip “artık yeter” derken ne kadar da samimidir:

Nigârâ hadden aşdı intizârım

Eriş kim kalmadı sabr u karârım (Cemalî)

Derler ki epeyce sabırlı ama çok da âşık bir şairimizin hac yolculuğunda sabrı iyice azalmış. Mukaddes mekâna yaklaşıldıkça özlem ve heyecanı artıp kervanı yavaş bir seyirle yöneten görevliye “Haydi, çabuk ol” edasında söylediği uyarı beyti, sabırsızlığın bazen haklı bir gerekçeye dayanabileceğini de gösteriyor. Şair hedefe odaklanmış; ne yapsın, gecikmeye tahammülü yok:

Ey sârbân zimâmı çek semt-i kûy-ı yâre

Vîrâne dilde zîrâ yer kalmadı karâre
(Çelebizâde Âsım)

***

İnsana kurgu/hayal gibi gelse de şairlerin dile getirdikleri “aşkın ıztırab”, hayatta muhakkak bir gerçekliğe tekabül eder. Yaşanılması muhtemel her zorluk muhakkak sabır anahtarıyla aşılacağından, şairlerin şiir diliyle ifade ettikleri de esasen budur. Vakıalar karşısında gösterilecek tahammül, sabrın adıdır. Ürettiği esere istediği şekli vermeye çalışan sanatkâr, çocuğunu yetiştirmeye çalışan ebeveyn, anlayışı kıt bir kimseyle muhatap olan arif nasıl sabır imtihanındaysa oruçlu ağzıyla dua edip iftarı gözleyen mümin, ilim tahsiline uğraşan talip, şifa bekleyen hasta, sevdiğine kavuşmayı arzulayan âşık da sabır imtihanı ile karşı karşıyadır. Dert ve bela istenmez de başa geldiğinde Yakub (a.s.) gibi “fesabrun cemîl” diyebilmektir hüner. Klasik şairlerimiz hayatta yaşanması mukadder bu acı ve zorlukları “aşk” iksiriyle irtibatlayarak tasvire çalışmışlar, çok da güzel etmişlerdir. Sabrı tebyin sadedinde söyledikleri de bu kabildendir.

Bir Sabır Hikâyesi

Zamanın birinde ilim tahsilinden dönen bir molla evine dönerken, uzun yolculuğuna ara verip bir köylüye misafir olmuş. Hoşbeşten sonra mollanın tam kıvama ermediğini gören irfan sahibi köylü bir soru sormuş medreseden mezun gence: “İlmin başı nedir bilir misin?” Molla “besmele” demiş hayır cevabını almış. “Fatiha” demiş cevap olumsuz. İlim tahsilinde öğrendiği en önemli konulardan seçtiği cevaplara köylü hep itiraz etmiş. Sabırsızlanan molla cevabı merak etmiş. Köylü söyler mi? “Daha ilmin başını öğrenmedin, hoca olup yetiştiğini söylüyorsun!” demiş. Israrla doğru cevabı isteyen “ham molla”ya köylü, bir sene yanında kalırsa cevabı söyleyeceğini belirtmiş. İlmin hatırı için teklifi kabul eden molla, köylüye bir yıl “sabırla” hizmet ederken meseleyi çözmeye başlamış; süre bitince de mukadder suale doğru cevabı vermiş tabi: İlmin başı sabırdır.

Ne diyelim, sabretmeden olmuyor...