Makale

BİR NEFES SAMSUN

BİR NEFES SAMSUN

Zeynep UZUN

Karadeniz yaylalarından burnuma yayık ayranı kokuları gelmeye başladığında toprağın, ağacın, dağın, taşın hasretiyle yandığımı idrak ederim. Nerede olursam olayım, içim biraz gürgen, meşe, karaağaç ve kızılağacın rüzgâra nakşettiği havayı solumak ister. Ellerim dokunmak ister kuşburnunun ve böğürtlenin dikenli dallarına. Sünnetullahın yalnızca bir parçası olduğumu derinden kavramam için ironik bir mimik hareketi yaparcasına yollar beni kıvrımlarına çeker. Kalbim coşkulu bir rüyaya teslim olmak için kanatlanır ve ben sahil yolu boyunca sürerken arabamı Güzel’den hasıl olan güzeli seyretmenin ruhumdaki eksik parçaları tamamlamasıyla huzur bulurum.

Tabiatı ziynetlendiren çiçeklerin mevsiminde içime nefis bir rayiha doldurmak için yola çıkmaya karar veriyorum. Bu billûr zamanları evde harcamaya hiç mi hiç niyetim yok doğrusu. Ayrıca Karadeniz dağlarında, yamaçlarında, mutfağı şenlendirmeyi bekleyen karalahananın derdini civanperçemlerine açtığı vakitlerde, her deniz kıyılı memleket gibi Samsun da benim burnuma keskin bir kum kokusu çalıyor. Bu özel ve şanlı davete kim hayır diyebilir ki! Evet, tahmin ettiğiniz gibi mevsimlerden ilkbahar ve ben bu sabah güneşin Erzurum’u selamladığı ilk ışıklarla yola koyularak 10 saatte Samsun’a vardım. Geliş saati biraz uzun gibi görünse de benim gibi tali yolları, korulukları seven ve heyecanla yeni yollar keşfetmek isteyen biri için kısa sürdü bile denebilir. Ve tabii en gözü kara şoförün bile usulca, temkinli ve son derece pür dikkat yol aldığı Karadeniz’in ürpertici yamaçlarının beni biraz yavaşlattığını söylemeliyim.

Samsun’a vardığımda öfkeli siyah bulutların içini boşaltmak için sabırsızlıkla beklediği bir hava karşıladı beni. Burada birkaç gün Atakum’da ikamet eden teyzemin misafiri olacağım. Samsun’a bir kez daha geldiğimde 10 yaş civarındaydım. Üzerinden neredeyse 20 yıl geçmiş ve benim hatıramda kalanların yerini çoktan yeller almış.

Birkaç küçük alışverişten sonra Baruthane’yi geçip Atakum’a varıyorum. Burası gezmek, keşfetmek için birkaç günün yetmeyeceği, nokta atışı planlar yaparak ancak seyahatinizi içinize sindirebileceğiniz bir yer. Zira daha eve varmadan Amisos Tepesi’ni ve teleferiği uzaktan selamladım.

Eve vardığımda özenle hazırlanmış büyük bir sofra karşılıyor beni. Samsun yöresinden meşhur karalahana dolması, mısır ekmeği, pek bir sevdiğim horoz etiyle pişirilmiş keşkek, Bafra pidesi ve kıvratma tatlısı masanın baş misafirleri olmuş.

Yemekten sonra yol yorgunluğu gözlerimi iyiden iyiye kemirmeye başlıyor. Müsaade isteyip odama çekiliyorum. Keşfe başlamadan önce bir merak ve heyecan kaplıyor içimi. Bakalım bu şehir bana tefekkür kapılarından hangisini açacak?

Sabah ezanıyla uyandığımda mükellef bir kahvaltı karşıladı beni. Samsun’un inekleri verimli mısır tarlalarından, büyük fındık bahçelerinden besleniyor olmalılar. Zira teyzemin sofrasında tereyağ, peynir ve günlük süt o kadar yağlı ve lezzetli ki kaç dilim ekmek yiyip kaç bardak çay içtiğimi sayamadım. Buralara gelirseniz özellikle bu fındık kokulu tereyağını denemenizi öneririm.

Kahvaltıdan sonra yola koyuluyorum. Gezimin ilk durağı, çok yakınımızda olan Baruthane’deki Amisos Tepesi oluyor. Arabamı park edip teleferikle ağaçları ve sahili seyrederek bu gizemli tepenin sırrını çözmek için yukarı çıkıyorum. Yükseklik korkuma rağmen ruhumu ve gözlerimi dinlendirmeyi tercih ediyorum.

Binlerce Yıl Öteye: Amisos Tepesi Kral Mezarları

Samsun tarihi, M.Ö. 5000’de buraya yerleşen Kaşka’larla başlamış. Yine Hititler, Persler, Pontus, Bizans gibi büyük medeniyetlere ev sahipliği yapmış. Amisos Tepesi’ndeki kral mezarlarının da Pontus krallığına ait olduğu düşünülüyor. İçeride tespit edilen üç mezar var. Burada kazı çalışmaları başladığında kral tacı, kolye, küpe gibi takılar bulunmuş. Dolayısıyla mezarlardan birinin kral ya da prens, diğer ikisinin ise kraliçe veya prenses oldukları tahmin ediliyor. Amisos ise Pontus Kralı Mithridades VI zamanında yönetim merkezi olarak kullanılmış. Mezarların olduğu alanın bir kısmı müze gibi kullanılıyor. Buradan çıkarılan seramikler ve sikkeler meraklıları için sergileniyor. Mezarlardan çıkıp şöyle bir aşağı baktığınızda Batı Park’ın Amisos ve denizle tutturduğu senfoniye kulak vermenizi öneririm. Geçmiş ve geleceğin kesiştiği bir arafta gibi hissedecek, değişen dünyanın hâllerini düşünerek hayrete kapılacaksınız.

Yalın Mimarisi ile Büyük Camii

Diğer Anadolu şehirleri gibi Samsun’da da zengin bir cami mimarisi var. Şehrin en büyük ibadet mekânı Büyük Camii’nin kapıları sonuna kadar açık, gelenleri karşılıyor. Batumlu Hacı Ali Efendi tarafından 1884’te yaptırılan cami, Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan tarafından onarıldığı için, halk arasında Valide Camii olarak tanınıyormuş. Kesme taştan yapılan caminin, içi geometrik desenlerle süslenmiş çok büyük bir kubbesi var. Caminin sade şık bir işçiliği olduğunu söyleyebilirim. Öğle namazına daha vakit var. Mescid namazı kıldıktan sonra Büyük Camii’den ayrılıyorum.

Sahildeki Tarih Kokusu: Bandırma Vapuru

Rotamı Samsun’un temel sembollerinden biri olan Bandırma Vapuru’nu görmek için Canik tarafına çeviriyorum. Sahile vardığımda muhteşem renkleriyle menekşeler karşılıyor beni. İstiklal Savaşı’nda önemli bir rolü olan Bandırma Gemisi, 1878 yılında Glasgov’da Trocadero ismiyle inşa edilmiş ve sonrasında Kymi adıyla uzun yıllar yük taşımış. Daha sonra İdare-i Mahsusa’ya nakledilen gemi, bu tarihten itibaren Panderma ismiyle Osmanlı denizlerinde yük ve yolcu taşımaya başlamış. 1910’da da adı Osmanlı Seyrüsefain İdaresi (Osmanlı Denizcilik İşletmesi) olunca geminin adı Bandırma olarak değiştirilmiş ve posta vapuru hâline getirilmiş. Gemi, 19 Mayıs 1919 yılına gelindiğinde Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını Samsun’a getirdikten sonra yine posta hizmetlerine devam etmiş. Daha sonra armatör İlhami Söke’ye satılmış, 4 ay içinde Haliç’te sökülmüş. Bu üzücü bir hadise olsa da şükür ki gemi, orijinal çizimleri referans alınarak yeniden yapılmış ve 2005 tarihinde Samsun Belediye’sine devredilmiş. 2006 yılından bu yana da müze olarak kullanılıyor.

Geminin kamarasına girdiğinizde Mustafa Kemal ve dört silah arkadaşının balmumu heykelleri karşılıyor sizi. Yine geçmiş zamana ait duvar saati, telefon, harita ölçüm malzemeleri, yangın tüpü, masa ve sandalyeler dikkatimi çekiyor. Geminin etrafı ise açık hava müzesi tarzında konuşlandırılmış. Etrafta Millî Mücadele dönemini anlatan seramik rölyefler bulunuyor. Samsun’a yolunuz düşerse Bandırma Vapuru’nu görmeden gitmeyin. Zira Kurtuluş Savaş’ının işaret şehrine dair bu müzeyi görmemek gezinizi eksik kılacaktır.

Doğa Harikası Kabaceviz Şelaleleri

Saat epey ilerledi. Planıma göre sırada Kabaceviz Şelaleleri var. Şelale, il merkezine 32 km uzaklıkta bulunuyor. Arabama atlıyorum ve soluğu Samsun’un Çarşamba ilçesinde alıyorum. Baharda bu geziyi gerçekleştirmiş olmanın mutluluğu içindeyim. Şelalelerin olduğu bölge, turizm açısından önemli bir yere sahip. Burada dağcılık, doğa yürüyüşü, foto safari yapılabiliyor. Bunların yanı sıra piknik mekânları da var.

Şelaleye gidene kadar patikalar, dikenli çalılar, çamurlu yollar geçiyorsunuz. Bu biraz yorucu oluyor tabii ama inanın değer. Kayaların arasından süzülen berrak su, içinizin kıyılarına çarpıyor sanki. Durup dinliyorum. Dinlemek, günlük hayatta yapmayı unuttuğumuz ama en çok ihtiyacımız olan şeylerden biri. Durmak ve dinlemek. Dağı, taşı, rüzgarı, suyu, ateşi, kendimizi… Kendimizden sıyrılarak.

Banisi Bilinmeyen Bir Cami: Göğceli

Şelalelerde epey zaman geçirdim. Doğayla baş başa kalmak, kainatın fısıltısına kulak vermek nasıl iyi geliyor insana. Çarşamba’ya kadar gelmişken Göğceli Camii’nde ikindi namazımı kılıp öyle dönme kararı alıyorum. Hasbahçe Mahallesi’nde bulunan bu camide tek bir çivi dahi kullanılmamış. Caminin diğer bir ilginç yanı, inşaatına dair hiçbir evrakın bulunmaması. Ne zaman yapıldığı bilinmiyor. Ancak incelenen ahşap numunelerinden, 1206 yılında inşa edildiği kesin olarak tespit edilmiş. Sekiz asırdır ayakta duran Göğceli Camii, son olarak 2007 yılında kapsamlı bir restorasyon geçirmiş. Cami içerisindeki motifler ve boyamalar ise kurulduğunda değil daha sonraki asırlarda ve ağırlıklı olarak Osmanlı döneminde yapılmış. Türk İslam mimarisinin güçlülüğünü sembolize etmesi açısından da oldukça önemli. Burada namazımı kılıp dönüş için yola koyuluyorum.

Uzun, yorucu ama bir hayli bilgilendirici ve iç açıcı bir gezi oluyor benim için Samsun. Yazdıklarım dışında gezilecek, ziyaret edilecek daha bir yığın yer var elbette. Müzeler, parklar, doğa harikası mekânlar, camiler, çarşılar… Karadenizliler için Karadeniz’in inci şehrinin hangisi olduğu sürekli tartışılır. Trabzon, Rize, Ordu, Giresun… Bana kalırsa yurdumuzun akciğeri bu şehirlerin her biri ayrı birer inci değerinde. Keşfetmemizi ve hissetmemizi bekliyorlar.