Makale

SARI ÇİÇEK VE YUNUS EMRE

SARI ÇİÇEK VE YUNUS EMRE

Ahmed KREUSCH

Türkçeye çeviren: İbrahim ÇETİN

Bizim enlemlerimizin ilkbaharında, tabiat yeniden tüm cömertliği ile bolluk içerisinde taze yeşilini sergilemeye başlayınca hemen arkasından nisan sonuna doğru da ilk yoğun renk harmonisi ile karşılaşırız sarı çiçeklerin ortaya çıkışıyla.

Sarı çiçek belirgin dişlere sahip yeşil yapraklarından dolayı, biraz da mücadeleci ismiyle, Almanya’da aslan dişi olarak bilinir. Halk arasında farklı isimleri de vardır. Göz açıp kapayıncaya kadar ortaya çıkarlar, bazen bir gece ertesi, bir bakarsınız yol kenarlarında, kırlarda, çayırlarda, hatta duvarlardaki çatlaklarda bile parlayan sarı benekler görünür. Mayıs ortasına kadar ise yeniden yeşilliğe doymuş manzaralar içerisinde tepeler, vadi boyları artık parlayan sarı ile bezenir. Dahası, sayısız yerleşim yerlerinde, caddelerdeki asfaltın yarıklarında, kaldırım taşlarının aralıklarında, üzerimizdeki köprülerde, demiryolu zeminindeki çakıllıkta, eskimiş binaların çatlayıp dökülmüş betonlarında, hatta tozlanmış yağmur oluklarında bile hemencecik sarı başları görünür. Kimse dikmemiştir onları, hiç beklenmeyen yerde kendiliğinden oradadırlar.

Kimsenin özel bir sevgisi yoktur onlara. Evlerinin önünü veya süs bahçelerini özenle koruyan ev sahipleri, bahçıvanlar koparıp atarlar onları hemen. Şehirdeki açık alanlarda, caddelerde, bakımlı İngiliz bahçeleri olan parklarda da onlara pek tahammül edilmez. Belediye işçileri gelir ve ellerindeki tüm araçlarla onları yok ederler hatta bazen alev makineleriyle. Kırılmış yerlere ilaçlar dökülür yeniden çıkmasınlar diye. Yıllarca bakımlı ve tertemiz kalmış bir beton yüzeyin çatlaması ile aniden sarı bir çiçeğin belirmesi sinirleri bozar. Sonsuzluk için yapılmış gibi duran binayı bile zamanın âdeta dişi ile kemirmesi aslında faniliğin ibret verici bir alametidir. Ama yeniden çıkarlar, önce bir tane, ertesi gün çoktan iki tane olurlar, sonra üç, sonra daha da fazla. Çiğnenseler de koparılsalar da gerçekte asla tam olarak koparılamayan tek ve uzun bir kazık kökten büyüdükleri için birkaç gün sonra yine oradadırlar. Bahardaki ilk uzun çiçek açma döneminden sonra artık sene boyunca görünürler. Farklı farklı çeşitlerde sonbaharın sonuna kadar her yerde ortaya çıkarlar. Özellikle çorak yerlerde, mesela tarla ve orman yollarında, asfalt yolların sık sık kökten biçilip güya “temiz” tutulan kenar kısımlarında.

İhtiyaçları olan tek şey yalnızca güneş gibi görünür. Sarı başların hepsi güneşe bakarlar, gün boyunca onun istikametini takip ederek doğudan batıya yönelirler ve akşam olup güneş batınca da taç yapraklarını kapatırlar. Gün içerisinde de yağmur bulutları güneşi perdeleyince taç yapraklar tepki olarak baş kısımlarını büzerek sivriltirler, sonrasında da güneş ışığı dokununca yeniden açarlar. Baş kısımları, bir yarım küreye demetlenmiş onlarca ufacık taç yapraktandır. Her şeyden çok sevdikleri güneşin, güneşlerinin bir suretidir âdeta.

Allah, yaratan ve şekil verendir. Sonsuz yaratıcılığının içerisinde hayal edilemez büyüklükteki Yaradan’dır. Meleklerinin büyük bir kısmı devamlı surette O’ndan, yarattığı canlıları, nebatat, hayvanlar ve insanları, hayatlarının başından sonuna gözetip koruma görevini almışlardır. Yine bu meleklerden seçilmiş bir kısım vardır ki onlar Allah’ın sonsuz çeşitlilikteki yaratmasının hayata geçmesinde, sayısız mahlukatın şekillenmesinde, tasarlanmasında da rol oynarlar. Büyük, devasa ya da küçük, ufacık, hepsi kusursuz ve harika, mükemmellikle yaratılmış, kendi başlarına ve birliktelik içinde ve de birbirleri için. Çünkü Allah güzeldir ve güzelliği sever.

Özellikle güneşin güneyden daha az ısıttığı kuzey enlemlerinde, çiçeklerin taç yaprakları âdeta güneşe benzer. Buralarda taç yaprakları güneş ışıklarının parlayışını andıran, yalnızca sarı değil muhtelif renklerde de papatyadan ayçiçeğine kadar her biri kusursuz pek çok çiçek bulunur. Ancak aslan dişli sarı çiçek güneşin küresel biçimini de hesaba katarak onu en güzel tasvir eden tartışmasız bir şaheserdir.

Kimseye bir şey yapmamış olmalarına rağmen insanlar onları kovar, koparır, çiğner, zarar verir, yok eder, öldürürler. Ancak onlar yeniden gelirler, çünkü kökleri derindedir. Birlikteliği severler, barış içinde, pek de dikkat çekmeden, kendi kendilerine yeterek ve sabırla diğer nebatatın ve mahlukatın arasında yaşarlar. Açmadıklarında da hemen hemen hiç kimse bunu fark etmez. Ancak zamanı gelince parlamaya başlarlar, yüzlerini kaldırır, güneşe bakarlar, kimse onlara engel olamaz. Güneş onlara nur ve hayat enerjisi verir, güzelliklerini ortaya çıkarır, işte şimdi herkes onları görür. Tıpkı bizlere bir örnekmişçesine.

Ardından, bir gecede mükemmel beyaz, şeffaf, tüysü tohumlu kürelere dönüştüklerinde şaheserlikleri daha açıkça ortaya çıkar; çocuklar artık onlara “püf çiçeği” der. Şimdi rüzgârı beklerler. Uçan tohumlarını alır ve Allah’ın izniyle başka diyarlara taşırlar. Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ı tesbih eder, her yaratılanın kendine has bir ibadeti vardır. İbretle ve açık bir kalple bakılırsa bazıları bizlere de aşikâr olur. Hamdolsun merhamet sahibi Yaradan’a, cömert yaratıcılığı ile her şeyi meydana getiren ve böylelikle biz kullarını sevindiren, şükür edenlerden eyleyen ve ibadetimizi kolay kılan Yaradan’a. O’nun en güzel isimlerinden biri, şekil ve hususiyet veren anlamına gelen “El-Musavvir”dir.

Büyük Türk halk şairi ve mutasavvıf Yunus Emre, yaratılmışların şekil ve suretinde, ses ve tınısında Allah’a sonsuz hamdettiklerinin farkına varmış olanlardandı. Ayrıca Yunus Emre bazı mahlukatın hâl ve davranışlarında, yaratılmışların emanet edildiği biz insanlar ile hususi bir benzerlikleri olduğunu görmüştü. Bu manada Yunus için sarı çiçekler devamlı surette Allah’ı zikreden, O’na ibadet eden kulların bir yansımasıdır. Derviş Yunus, çevresindekilerin ilgisini buna yöneltmişti, onun için Yaradan’ın tüm yarattıkları birbirleri ile kardeşti. Küçük kardeşi sarı çiçeğe Anadolu’da hâlâ hemen hemen herkesçe bilinen dizelerini yazmıştı.