Makale

AVARE

AVARE

Büşra ŞİŞMAN

Hani bazen, nereye gittiğini bilmeden avare avare gezinmek gelir insanın içinden. İşte bugün avare avare yazasım var. Zihnim yorgun, bir fikri yoğurup şekil verecek mecalim yok belki ama kelimelerle oynayasım, cümleleri ilmek ilmek öresim var. Sonunun nereye çıkacağını bilmediğim bir sokağa sapmak gibi.

Bir ovada yeşil otların üstüne basa basa, güneşi tenimde hissederek, hatta bir otun çöpünü ağzımda dolaştırarak, dağları seyre dalarak, bir de şırıl şırıl bir dere aksın yamacımızdan, işte böyle bir hayale dalasım var. Ağaçlar büyüklü küçüklü, mis kokan çayır çimen... Çimenlerin içinde alçak gönüllü papatyalar, kır çiçekleri... Hadi bir de bir kulübe bırakalım şuracığa, kapısında bir ihtiyar... Belki bir sohbete uzanır verdiğim selam, belki bir sıcak çay ve taze çöreğe. Yüzündeki çizgilerde çileli ama hoşnut bir hayatı okurum kim bilir... Ya da bir yol arkadaşının erkence yolcu edilişinin hüznünü duyarım titreyen sesinde. Yahut göz bebeklerinde bir zamanların yenilmez bir yiğidini görürüm. Belki daha da nasipliyimdir, hayat mektebinin bir bilgesi denk gelmiştir de şu fani dünyanın sırrını fısıldar bana. Ötelere açılan kapının anahtarının yerini söyleyiverir. Serinleyen hava ile gerçekten fakir olan fakirhanesine buyur eder. Bir çorba eşliğinde paylaşır yine de kalan son bir dilim ekmeğini. Ve ben yine öğrenirim bir şey daha, gerçek zenginlik ne güzel bir şeydir.

Sonra maziyi taşır bugüne, anlatır kâh heyecan kâh sevinç kâh hüzünle... Hele rahmetliden söz açılınca nasıl da parlar gözleri, çok sevmişler birbirlerini besbelli. Sonra bir hüzün ilişir yine sesine, ayrılık ağır gelmiş yaşlı yüreğine. Yalnızlık, sığındığı limanı olmuş şu küçük kulübede. Kimi kimsesi yok mu diye, merak var elbet bende... Olmaz mı, arada yoklayan, ihtiyacını gideren bir torunu vardır. Dahası da vardır da çok uzaktalardır. Gözden ırak olan gönülden de ırak derler doğru mudur, deyince, “O söz, ten gözüyle görenlere has evladım, gönülden görenlere, can gözüyle görenlere işlemez.” deyiverir. İnsanın canının parçası gözünün önünden gitmez ki gönlünün ırağına düşsün. Gözüyle sevmez ki görmeyince sevemez olsun. Peki, nasıl geçer vakit burada, bu dağ başında? “Ah evladım, zaman burada değilse bile bu yaşında pek bir nazlıdır, aheste aheste akan bir su gibidir. Uykular kısa günler uzundur, hele geceler gündüzlerden de uzundur. Sohbetim, Allah’ın kelamı ile, kurtla kuşla, toprak iledir. Tanışız zaten ta ezelden ve zaten yine varıp ona gireceğizdir. Okurken gözlüğüm, yazarken defterim kalemim, gezerken bir değneğim hep yoldaştır bana. Bir de radyom vardır, kâh ağlatır kâh güldürür, dünyayla köprümdür, sessizliğime ilaçtır...” Peki amca, yaş kaçtır? “Haddi aşalı çok oldu kızım, amma asra da ulaşmamıştır.” Efendim haddi aşmak ne manadır? “Evladım bilmez misin, bir insan yaşta Rasulüllah’ın ahirete göç ettiği yaşı geçti mi, haddi aşmıştır.” Eskilerin yaş anlayışı bile ne ince ne zariftir. Bir demet hatıra, düşmez mi, nasibimize, dercesine baktığımı görünce... “Bu tenha yerde, her hatıra bir sohbet arkadaşıdır, uğrar her gün her biri, başlar hikâyeye baştan, sonra yine en baştan. Kimi bir kıkırdama kadar çocuksu, kimi çocukça bir küsüştür. Kimi yazın sıcağında bir pınarın soğuk suyu gibi ferahlatır, kimi burnunun direğini sızlatır. Amma bak şunu bilesin, birbirimize hiç kötü söz, kem bakış da vuku bulmamıştır... Amma evlat acısı tatmıştır bu yaşlı kalbim. Anası, kuzusunu toprağa emanet etmiştir, kendisi yerine sarıp sarmalasın diye. Hayatın kapılacak gailesi bitmez, acısı çilesi eksik olmaz amma yine de başka bir şeye benzemez evlat acısı. Bak şimdi bile nasıl da dineldi kalktı şu buruşmuş tenimin cılız tüyleri... Ha bir de rahmetliyi ne zaman düşümde biraz soluk görsem, bilirim ki hediyelerini göndermeyi unutmuşumdur. Hemen o sabah hem gülüme hem daha on iki yaşında toprağa verdiğim gonca gülüme, fazladan hediyeler hazırlar, aminlerle mühürler uçururum meleklerin kanatlarında. Gönüllerimiz şenlenir o an bilirim hem onların, hem benim...”

Sözün sözü daveti ile bağ bahçe, mektep günlerinden, fabrika işçiliği senelerinden, eski usul erkân, edepten, sözü eğire eğire bir gönül köprüsü örülmüştür. Ve her varışın bir ayrılığa gebe olmasından sebep, artık veda zamanı gelip çatmıştır.

Hikmet devşirip sözlerinden, ibret alıp kırışmış ellerinden, sadece muhabbet ve hürmet bırakarak boş çay bardağının hemen yanı başına, müsaade istemek lazımdır şimdi. Aldığım bunca ikramı nereye koyacağımı bilemeden, ama yine de kuşlar gibi hafif ve huzurlu dönerim yine kelimelerin elini tuta tuta, geldiğim yollardan, yürüdüğüm ovalardan, kendi evime...