Makale

15 TEMMUZ ANISINA

15 TEMMUZ ANISINA

Esin TÜRKMEN

Okulların tatil olmasıyla birlikte çocuklar için içine bolca tarih sıkıştırdığımız bir gezi planlaması yaptık. Türkiye’nin kalbi İstanbul’a gidecek, on yıllar süren boynu bükük bekleyişinin ardından ezan sesleriyle buluşan Ayasofya Camii’ni ziyaretle gezimize başlayacaktık. Ayasofya, yıllarca Sultan Ahmet Camii’nden, Firuzağa’dan karşılıklı yükselen ezan sesleri arasında mahzun kalmış, gök kubbesi Allahu Ekber nidalarına hasret çekmişti. Hemen karşısında bütün heybetiyle Sultan Ahmet. İki can yoldaşı Divan Yolu’nun iki incisi olarak karşılıklı bakışmaktaydı. Sadece onlar mı, Yavuz Selim, Selimiye, Beyazıt, Şehzadebaşı… İstanbul bir mabetler şehriydi âdeta. Her bir sokağı, her bir köşesi buram buram tarih kokuyordu.

Gezimiz boyunca çocuklarıma camilerden, mimarlarından, dönemin padişahlarından bilgiler veriyordum. Millî ve dinî değerlerini yakından öğrensinler, tarihlerine yabancı kalmasınlar istiyordum. Belki yüzyıllar önceydi ama işte karşımızdaki şu tarihî camiler dokunacak kadar yakındı.

Rotamız Fatih’e doğru devam ettiğinde küçük kızımın sorusuyla daldığım tarih sayfalarından uyandım. “Anne bu adamlar ne yapıyor?” diye soruyordu. Belediye havuzunun başındaki balmumu heykelleri gösteriyor, şaşkınlıktan gözlerini fal taşı gibi açmış, sorusunu cevaplamamı bekliyordu.

Tarih o kadar da uzakta değildi işte. Hemen yanı başımızdaydı, birkaç yıl öncesinde milletimiz yine bir destan yazmış, Türk halkı sağduyusuyla meydanlara dökülmüş, Türkiye’yi karanlık dehlizlere mahkûm etmek isteyenlere aman vermemişti. Karşımızda duran şu bal mumu heykeller de bu destanın simgelerinden biriydi.

Evlatlarımıza şanlı tarihimizi anlatırken nasıl özenli ve özveriliysek yakın geçmişimizi de aynı hassasiyetle anlatmalı, onlara ülke olarak mücadele verdiğimiz o geceyi bütün gerçekliğiyle öğretmeliydik. 15 Temmuz’u idrak etmeli, bu bilinçle büyümeliydiler ki bir daha böyle bir tehlike yaşanmasın. Anne babalarının o gece nasıl sokaklara döküldüğünün, polis dayılarının Ankara’da üzerine ateş açan helikopterlere karşı nasıl cesurca mücadele ettiğinin, dede ve anneannelerinin Etlik’ten Kızılay’a nasıl yürüdüklerinin farkında olsun.

İşte şu balmumu heykeller. Abdest alan, ölümden değil, tendeki emaneti abdestsiz teslim etmekten korkan Anadolu insanı. Belediye’nin önünde darbeciler, namlularını halkın iman dolu göğsüne çevirmiş çift sıra beklerken alelacele abdest alan yiğit kahramanlar. Biraz daha yürüdüğümüzde kaldırım ortasındaki reklam tabelası ilişti gözümüze. Sol üst köşesinde ceviz büyüklüğünde bir delik. Kim bilir vatan savunmasındaki hangi masum canı alacaktı da şu reklam tabelasına isabet ederek orada koca bir iz bıraktı. Zihnim hemen birkaç yıl öncesine doğru uzanıyordu. Ne kadar da taze anılar. Daha dün gibi canlanıyor gözümün önünde o gece yaşananlar. Çocukları karşıma alıp dilim döndüğünce anlattım.

Bir gariplik vardı o gece şehrin sokaklarında. Sanki kasvet ete kemiğe bürünmüş, şehrin semalarını kaplamıştı. Boğaz Köprüsü’nde bir hareketlilik başlamıştı. Fısıltılar yayılıyordu. Huzursuz eden fısıltılar. Bir terör saldırısı mı, diye düşündük önce. Haber kanalları henüz sessizliğini bozmamıştı. Haberlerden önce polis dayınızın mesajıyla alt üst oldu her şey. Oğlum, eşim size emanet Genelkurmay’ın önüne çatışmaya gidiyoruz, hakkınızı helal edin. Anneanne ve dedeniz can havliyle düşmüşler yola. Ana yollar tutulmuş ama kim bir anneyi evladının yolundan alıkoyabilir. Gecenin karanlığında yürüye yürüye ulaşmışlar Kızılay’a. Kaç saat sürdü o yol, kaç kalp çarpıntısına mal oldu kim bilir? Babanız da işte tam burada bu belediye binasının önündeydi. Fatih’te arkadaşlarıyla çay içip sohbet ederken almışlar haberi, inanamamışlar önce, nasıl olur demişler, bizim ordumuz, bizim askerimiz, bizim Mehmetimiz… Hemen belediyenin önüne koşmuşlar. Meğer gerçekmiş haberler. Alçak bir kalkışmaymış bu…

Çocuklarımın dikkat kesilen bakışları altında devam ettim konuşmaya. Siz daha küçüktünüz. Ne olduğunu anlayamıyor, tepemizde dolaşan uçakların sağır edici gürültüsünden kulaklarınızı tıkıyor, korkuyor, ağlıyor, “anne, anne!” diye feryat ederek bana sığınmaya çalışıyordunuz. Ne babanızdan ne dayınızdan haber alabiliyordum. Telefonlar kilitlenmişti. TRT ekranlarından (sözde) darbe bildirisi okunuyordu. Derken Cumhurbaşkanımızın, telefon bağlantısıyla halkımıza yaptığı o çağrıyı işittik. Eşim sokaktaydı, ağabeyim çatışmadaydı, anne ve babam kim bilir nerede, şafağın aydınlığını çağırmak için inatla ve kararlılıkla yürüyordu. Evde duramazdım. Sizi sarıp sarmalığım gibi araca bindirdim. Yolda bir arkadaşımın mesajını gördüm. Bölge olarak yakın olduğumuz için havalimanına gidiyoruz, siz neredesiniz, diye soruyordu. Direksiyonu havalimanına kırdım. Önümüze tanklar çıktı. Oldukça geride kalmıştık. Ama duran konvoydan tankların yolu açmadıklarını anlayabiliyordum. O sırada kalabalığın arasında Rabbim bana Seher teyzenizi gösterdi. Araçları bıraktık, yürüyoruz dedi. Korkuyla yüzüme bakıyordunuz. Ah sevgili çocuklarım. Sizi de tehlikeye attığımı biliyordum ama o gece orada olmasam yıllar sonra asıl sizin yüzünüze nasıl bakacaktım. Dakikalar geçti ama bize saatler, günler geçmiş gibi geliyordu. Zaman akmıyordu, çakılıp kalmıştı âdeta. Geride kalmıştım, ne olduğunu anlayamıyordum. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Uzaktan tankların içinden çıkan askerleri gördüm. Orta yaşlı bir adam öne atıldı, şimdi arbede çıkacak diyordum ki adamcağız askeri alıp bağrına bastı. Sonra derin bir sükûnet yayıldı halka halka. O adam hınçla bir hareket yapsa kalabalık belki de askerlerin üzerine yürüyecekti. Ama o karşısında duran gencecik erin aslında maşa olduğunu biliyor, daha ne olduğunu anlamayan, hatta darbe için harekete geçtiklerini haberlerden öğrenen askerlere sahip çıkıyordu.

Silahlar toplandı, yol açıldı. “Bizim işimiz sizle değil, sizi kullanan o karanlık ellerle!” diyerek yola koyuldu yine konvoy. Bir engeli aşmıştık. Daha ne çıkacaktı karşımıza bilmiyorduk. Seher teyzeniz bizim araca gelmişti. Oğlu ve eşi önlerdeydi. Beni yalnız görünce eşine, siz oğlanla devam edin ben arkadaşa eşlik edeceğim, iki küçük çocukla gelmiş, bir başına bırakamam demiş, sağ olsun. Yavaş yavaş ilerlerken bana az önce yaşananları anlattı. Sen arkalarda kaldın, göremedin, dedi. Tişörtlerle, atletlerle tıkadılar tankın egzozunu. Çok geçmeden askerler yarı baygın kendini dışarı attı. Hepsi daha yirmilerinde, çoğu ne olduğunun farkında değil, aralarında biz tatbikata çıkmıştık diyenler bile vardı. Hayretle dinliyordum anlatılanları. Demek bu vatanın evladını, bu vatanın evladına kırdıracaklardı öyle mi? Geçmişte de bir benzerini yapmadılar mı, kardeşi kardeşe kırdırmadılar mı, diyerek devam etti Seher teyzeniz.

O gece sabaha karşı hayırlı haberler ardı ardına geldi. Bir yandan verilen şehitlere üzülüyor, diğer yandan köprünün, havalimanın kontrol altına alınmasına seviniyorduk. Havalimanında mahşerî bir kalabalık vardı. İnsandan bir deniz. Her damlası bir can. Dalga dalga, coşkulu ve kararlı, bu toprakları atalarının kanıyla sulamış kahraman yürekler, şimdi vatanını üç peş çapulcuya mı bırakacak. Saatler geçti, her biri bir asır kadar uzun saatler. Yine de içimiz ümit dolu, vatanımızı bu aç kurtlara yedirmeyeceğiz. Şehit haberleri gelmeye devam ediyordu. Fatihalar, Yasinler okunuyor, tekbirler getiriliyordu. Genci yaşlısı, kadını erkeği İstanbul sokakta. Sadece İstanbul mu, Ankara, Erzurum… Memleketin dört bir köşesi.

Henüz dayınızdan haber alamamıştım, içim bir buruktu. Nihayet onun da sağ salim olduğunu öğrendim. Anneanne ve dedeniz de Genelkurmay önüne ulaşmış, helikopterden uyarı ateşleri açılmış üzerlerine. Evlatlarının arkasında siper olmuşlar vatanımıza.

Sevgili kuzularım. Belki hayal meyal hatırlarsınız o geceyi. Ardından kaç gece kâbusla uyandınız, hıçkırıklarla, ağlama nöbetleriyle, kan ter içinde kalktınız yatağınızdan. Her karanlık gecenin bir sabahı var. O gece de karanlıktı belki ama seher bize muştularla geldi. Şimdi ortaokulda derslerinizde Nene Hatunları, Kara Fatmaları, Halide Onbaşıları, Şerife Bacıları okudunuz. Verdikleri mücadeleyi gördünüz. O gece de iki küçük kız çocuğu devleştiniz gözümüzde. Minik yürekleriniz vatan nöbetindeydi. Sizlerle ne kadar gurur duysam az. Rabbim bir daha yaşatmasın.

Kızlar dikkatle dinlediler anlattıklarımı. Bir destanı nakşettiler berrak zihinlerine. Çocukluk hayalleri, anlattıklarımla örtüşmüş, silik hatıraları yeniden canlanmıştı. Tarihî gezimiz bizzat tanık olduğumuz bir geceyle taçlanmıştı şimdi. Ertesi gün Kuzguncuk’taki 15 Temmuz Şehitler Makamı’na gitmeye, orada aziz şehitlerimizin ruhuna Fatihalar okumaya niyet ederek tamamladık gezimizi. Anadolu insanının irfanına, sağduyusuna, vatan sevgisine bir kez daha hayranlık duyarak bu toprakları canı pahasına koruyan milletimize bir kez daha minnetle…