Makale

YUSUF İSLAM İLE HİDAYET YOLCULUĞU ÜZERİNE

YUSUF İSLAM İLE HİDAYET YOLCULUĞU ÜZERİNE...

Mahir KIlInç

21 Temmuz 1948 yılında İngiltere’de doğan Cat Stevens, 1960’larda onlu yaşlarında bir idolken zamanla bütün zamanların en etkili şarkı yazarlarından birisi hâline geldi. Ağır turneler, medya programları ve hızlı pop-star yaşamı 1968 yılında Cat’i tüketti ve geçirdiği ölümcül verem nöbeti aylarca hastanede yatmasına neden oldu. Tam da bu dönemde Cat, derin bir tefekkür ve murakabe sürecine girdi. İyileşmesinin ardından dünyaya dair yeni bir perspektif de geliştirmiş olan Cat kapsamlı bir müzikal dönüşüm yaşadı. Kırk kadar şarkı yazdı ve yaşam tarzında köklü değişimlere gitti. 1970-1974 yılları, onun bir süper star olarak zirveye çıktığı dönemdi. 1975’te Malibu’nun Pasifik kıyısında yüzerken açıklara sürüklenen Cat, oracıkta ölmekten korkarak kurtulması durumunda kendisini yoluna adayacağını söyleyerek Allah’a yakardı ve o anda hafif bir rüzgâr onu kıyıya ve güvene ulaştırdı. Bunun sonrasında bir dizi olay yaşandı ve kardeşinden bir Kur’an nüshası alan Cat, 1977’de İslamiyet’i benimsedi. İslamiyet’i araştırırken Hz. Yusuf’un hikâyesine karşı güçlü bir yakınlık hissetti ve bu peygamberin ismini benimseyerek 1978 yılında Yusuf İslam adını aldı. Bunun akabinde, şöhreti ve star hayatını terk edip aile kurarak ve kendisini hayır işlerine vererek dünyayı şaşırttı.

“Wild World”, “Father and Son”, “Morning Has Broken”, “Peace Train” ve “The First Cut Is the Deepest” gibi ünlü parçalarıyla bir döneme damga vuran Cat Stevens yani Yusuf İslam, eşi ve beş çocuğuyla birlikte Londra’da yaşamaktadır.

1977 yılında Müslüman oldunuz. O günden bugüne dek pek çok kişinin Müslüman olmasına vesile oldunuz. Mühtedileri en çok etkileyen hususlar nelerdi ve yıllar içerisinde bunlarda bir değişiklik oldu mu?

Allah yaratıcıdır ve her nefsi bilir. Her insan; benzersiz bir entelektüel, ruhsal ve duygusal hassasiyet bileşkesi ile donatılmıştır. Bunlar; geçmişimizi, umutlarımızı, etkilerimizi, korkularımızı ve tercihlerimizi temsil eder. Benim hidayete ermemde kalbimi ve zihnimi açan Kur’an-ı Kerim oldu. 1970’lerin başında gerçeği arayan bir kâşif, şair ve müzisyendim. İslam’a ulaştığımda bu artık benim metafizik yolculuğumun son durağı olmuştu. İslam, tüm içgüdüsel inançlarımı daha önce var olduğunu hayal bile etmediğim bir dinde bir araya getirmişti.

Bir star ve insanlar tarafından tanınmış bir halk figürü olduğum için İslam’ı benimsemem insanlar üzerinde büyük bir etki meydana getirdi. İnsanlar, “Neden?” diye soruyorlardı. Birçok kişi bu dini araştırmaya başladı ve bazı beklemedikleri cevaplar buldu. Bu kişiler, ön yargıyı hakikatten ayırmayı başarmış ve Allah’ın dini olan İslam’ın yalnızca Araplara değil, tüm milletlere ve kabilelere ait olduğunu anlamışlardı. Ön yargılarını terk etmeyenler ise karanlıkta kaldı. Medya onlara karanlıkta kalmaları için fazlasıyla neden sunuyordu. İslamofobi yıllar içinde daha kurnaz hâle geldi. Ancak bu, Haçlı Seferlerinden Sanayi Devrimi’ne kadar Batı aklının psikolojisine ve bağlantılarına damgasını vuran o köhne hikâyeden başkası değildi.

Müslüman olduğunuz yıldan bu zamana kadarki süreçte İngiltere’de İslamiyet’in yerinden ve Müslümanların yaşamından kısaca söz eder misiniz?

İşler değişti, bazıları daha iyiye gitti bazıları ise daha kötüye. Batı ülkelerindeki medya, bir kısmı din konusunda aşırı şiddet içeren görüşlere sahip kötü tavırlar sergileyen Müslümanlar üzerinde propaganda yaparak İslam’ı yanlış tanıtmaktan dolayı suçludur. Bu, İslam’ın mesajının çarpıtılmasıdır. Fakat çok az kişi, İslam hukukunun üzerine inşa edildiği insan hakları, barış ve sosyal düzen için sağlanan güvencelerin 1400 yılından haberdar olacak kadar eğitimlidir.

Günümüzde İngiltere’de hâlâ bazı ön yargılar varlığını koruyor ama Londra’da Müslüman bir belediye başkanına sahip oluşumuz, polis teşkilatında ve kamu kurumunda görev yapan birçok memurun kendilerini Müslüman olarak tanımlamakta özgür olması ve hatta kadın yargıçların başörtüsü örtmelerine izin verilmesi gibi gerçekler İngiltere’yi Müslümanların yaşayabileceği en ilerici Avrupa ülkesi yapmaktadır.

Avrupa’nın ilk çevre dostu camisi olan Camridge Merkez Camii’nin inşasına 2008 yılında başlandı. Türkiye Diyanet Vakfının önayak olduğu ve sizin de önemli katkılar sunduğunuz bu caminin İngiltere ve Avrupa için öneminden kısaca bahseder misiniz?

Bugün insanlar, Avrupa’nın ilk çevre dostu camisi olan Cambridge’deki yeni ve göz alıcı güzellikteki harika bir caminin kapılarından içeri giriyorlar. Bu projenin ilham kaynağı ve kurucusu, çok iyi bir arkadaşım ve din kardeşim olan Dr. Abdul Hakim Winter’dir. Kendisi Britanya’daki en entelektüel Müslüman simalardan biri ve harika bir örnektir. Onun vizyonu, bu aydınlık İslam merkezinin İngiltere’nin en prestijli akademik ve entelektüel üniversite şehirlerinden birinde Allah’ın lütfuyla kurulmasına vesile olmuştur.

Umarım belki de ülkedeki diğer bazı cami ve kültür merkezlerinden farklı olarak Camridge’deki cami, inanç ve dinler arasında daha iyi bir anlayışı ve bizi Allah’ın varlığına daha da yaklaştıracak olan büyük bilgi ve birlik arayışında iş birliğini teşvik etmek için çokça ihtiyaç duyulan o samimi ortamı sağlar. Camridge Camii’nin ayrıca bölgenin birçok Müslüman sakini ve öğrencileri için aşırılık ve cehaletten uzak, huzur ve dua içinde Rablerine ibadet ve zikirde bulunacakları bir yer olmasını dilerim.

Bu görkemli projenin gün ışığına çıkmasında emeği geçen herkesin, özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı makamlarının ve aslında bizatihi Türkiye Cumhurbaşkanı’nın ve ayrıca dünyanın dört bir yanında binlerce cömert bağışçının alicenaplığını anmak ve onlara şükranlarımı sunmak isterim. Onlar olmasaydı bu model cami, hayal ve umutlarımızın bulanık bir taslağı olarak kalırdı.

“Peace Train” (BarışTreni) adlı bir şarkı bestelediniz. Sonra bu şarkının ismini taşıyan bir yardım projesi başlattınız. Sizden bu şarkının hikâyesini dinlemek isteriz. Bu şarkıyı yazarken ne düşünüyordunuz ve nelerden etkilenmiştiniz?

Şarkıyı, Vietnam Savaşı’nın dünya gündeminin en tepesinde olduğu 1970 yılında yazdım. 10’lu yaşlarını 60’larda yaşayan biri olarak barış kavramı, benim ve kuşağımın zihninde çok güçlüydü. Bu ruhu yeniden canlandırmaya ve gelecek nesle daha barışçıl bir dünya inşa etmeye çabalaması için ilham vermeye çalıştım. Dünyada 20 milyon tam zamanlı asker, 14000 nükleer bomba var ki gezegenimizdeki tüm yaşamı yok etmek için bunlardan sadece 100’ü yeterli. Ve “Barış Treni”nin kalkmasını bekleyen 100 milyondan fazla mülteci, yerinden edilmiş insan ve aile var. Evet, “Barış Treni”nin günümüzde de dünyamız için çok anlamlı bir mesaj taşımakta olduğuna inanıyorum.

Türkiye Diyanet Vakfı 6. Uluslararası İyilik Ödülleri’ne ve TRT World Citizen tarafından verilen Yaşam Boyu başarı Ödülü’ne layık görülen “Barış Treni” adlı projenizden bahseder misiniz?

Barış Treni’ni raylara indirmek, işlevsel hâle getirmek istedim. Yoksulluğun ortadan kaldırılması barışa giden önemli bir yoldur. Barış ve güvenlik iç içedir. İş oraya gelince insanların açlıktan öldüğü bir ortamda barışın gerçekten sağlanamayacağını anlamaya başlarsınız. Biz “Açları doyur, barışı yay.” şiarını benimsedik. Paydaşlarımızla çalışarak yoksul yerlere ve kamplara gıda paketleri dağıtıyor ve sıcak yemek götürüyoruz. Seyyar mutfaklarımız var. Okullardaki öğrencilere ücretsiz kahvaltı ikram edip yoksul bölgelerde Barış Treni oyun alanları yapıyoruz. Ayrıca köyler için güneş enerjili su kuyuları inşa ediyoruz. Gaziantep Mülteci Kampı için küçük bir Barış Treni modeli yaptırıp Türkiye’ye gönderdik ama sonra covid 19 çıktı ve kullanmamızı geciktirdi. Çalışmaların çoğunu ve daha detaylı hâllerini peacetrain.org adlı sitemden görebilirsiniz.

Kuruculuğunu üstlendiğiniz “Muslim Aid” (İslami Yardım) hayır kuruluşunun ve “Islamic Circle” (İslami Çevre) grubunun faaliyetlerinden söz eder misiniz?

Muslim Aid, seksenlerde Birleşik Krallık’ta kurulmasına yardım ettiğim öncü kuruluşlardan biriydi. Bir İngiliz mühtedi olan Abdal Ghaffar, bu fikri bana öneren ilk kişiydi. Ancak asıl itici güç, Etiyopya ve Sudan’da açlıktan ölen ve tabii ki çoğu Müslüman olan insanlara gıda sağlamak için gayrimüslim yardım kuruluşlarının özellikle de Live Aid’in televizyon, radyo ve basın yoluyla para toplamak için seferberlik başlattığı 1984’te Afrika’da yaşanan kıtlıktan geldi. İslam’ın temel direklerinden biri olan zekât yükümlü olan her Müslüman’a farz olduğu için dünyada fakirlerin başına gelen tüm felaketlerin ardından onlara yardım eli uzatacak Muslim Aid benzeri bir kuruluşa olan gereksinim apaçık ortadaydı.

Merkez Camii’nde Islamic Circle projesinin oluşturulmasına da yardım ettim. Bu oluşum, gayrimüslimleri İslam’la tanıştırmaya yardımcı olmak ve sosyal etkileşim ve dostluk tesis edecek bir platform işlevi görmek üzere kuruldu. Burası elhamdülillah İngiltere’de hükümet destekli ilk Müslüman okulunu açmak için ebeveynleri bir araya getirdiğim yardım kuruluşuydu. İnsanlar, bu platformda her cumartesi saat 15.00’te hâlâ toplanmaya devam ediyorlar.

Hayatınızı anlattığınız Neden Hâlâ Gitar Taşıyorum adlı kitabınızda size dair pek çok hikâye bulunuyor. Bu hikâyelerin arasında sizin için en önemli olanını bizimle paylaşır mısınız?

Sıra dışı görünen ve insanları şaşırtan şeyler yaptığım zamanlar oldu. Sonuçta çok parası olan, hızlı bir yaşama, aşka ve şöhrete sahip bir gençken müzik endüstrisinden öylece uzaklaşmıştım. Bu durumda bir yıldız bunu yapınca insanlar şaşırır ve yadırgarlar. Ama Hindistan ile Wall Street arasındaki tüm altından daha değerli olan kimliğimi ve manevi yuvamı bulmuştum. Kalbimi açan Yusuf suresi olmuştu. Okuduğumda sanki kendi hikâyemi okuyormuşum gibi hissettim. Her ne kadar onu Müslüman kardeşlerime uysun diye Yusuf olarak değiştirmiş olsam da adımın Joseph olduğunu anlamıştım. Ancak bugün, önceki adım olan Cat’i kullanmaktan çekinmiyorum çünkü çoğu kişi için bu, sürdürdükleri arayışı temsil ediyor ve kendileriyle onun arasında bağlantı kuruyorlar.