Makale

İLİMLE TEZYİN EDİLMİŞ BİR ÖMÜR: MUHAMMED HAMİDULLAH

İLİMLE TEZYİN
EDİLMİŞ BİR ÖMÜR:
MUHAMMED HAMİDULLAH
Koray ŞERBETÇİ
XX. asır İslam dünyası için politik anlamda bir yılanlı kuyu gibiydi. Sömürgeciliğin etkisi zirveye ulaşmış, Müslüman milletlerin çoğu siyasi bağımsızlıklarını kaybetmişlerdi. I. Dünya Savaşı sonucu Osmanlı Devleti’nin yıkılması da bu krizi derinleştirmişti.

Bunun yanında Batı dünyasının teknikte ilerlemesinin meydana getirdiği, yeryüzüne tahakküm edici iklim de Müslümanların bu hâlini pekiştirmekteydi. Müslüman dünya sadece siyasi krizlerle uğraşmıyor, bu hegemonyanın etkisiyle sosyal bir krize de sürükleniyordu. İşte tam bu noktada ortaya çıkan ilim ve fikir sahasındaki öncü Müslüman şahsiyetler bu karanlık havada âdeta bir deniz feneri gibi XX. asrın fırtınalı ikliminde Müslümanlara yol göstermek için hayatlarını ilme adıyorlardı. Bu ışıklardan birisi de 19 Şubat 1908’de İngiltere sömürgesi olan Hindistan’ın Haydarabad şehrinde parlamaya başladı.

Köklü ilmî geleneğe sahip bir ailede, Haydarabad Nizamlığı başmüftülerinden Ebu Muhammed Halilullah’ın oğlu olarak dünyaya gelen Muhammed Hamidullah, adını XX. asrın İslam âlimleri arasına yazdıracak ve yetiştirdiği talebeleriyle bir fikir yolu inşa edecekti.

Hamidullah pek çok Müslüman âlim gibi ilk eğitimini babasından aldıktan sonra dinî eğitimini Câmia Nizâmiyye’de tamamladı ve günümüzün yüksek lisans derecesine denk “mevlevi kâmil” unvanını aldı. Ardından Osmâniye Üniversitesi Hukuk Fakültesinde devletler hukuku alanında yükseköğrenimine devam etti. Bu sağlam eğitimden sonra o dönemde Hanefi âlimlerinin eserlerini neşretmek amacıyla oluşturulan “Meclisü İhyâi’l-maârifi’n-Nu’mâniyye”ye katıldı.

Muhammed Hamidullah, devletler hukuku alanında uzmanlaştığından okulu tarafından doktorasını tamamlamak için Almanya’nın Bonn şehrindeki Rheinische Friedrich Wilhelms Üniversitesine gönderildi. Bu zaman diliminde kendisini Avrupa ile sınırlamadı. Çalışmalarını San’a, Mekke, Medine, Beyrut, Şam ve Kahire gibi Müslüman ülkelerin kütüphanelerinde sürdürdü

Bu süreçte yolu Türkiye’ye de düştü. Takvimler 1932 yılını gösterirken İstanbul’a geldi ve Şerafettin Yaltkaya, İsmail Saib Sencer, Hellmut Ritter, Osman Reşer gibi ilim adamlarıyla görüştü.

Aslında ülkesine dönüp orada çalışmalarını devam ettirmek istiyordu ama 1948 yılında Hindistan’ın Haydarabad Nizamlığı’nı işgal etmesi üzerine ülkesine dönmedi. Zaten Haydarabad’ın bağımsız bir devlet olarak tanınmasını sağlamak amacıyla çalışmalar yaptığı için Hindistan hükûmeti de onun Haydarabad topraklarına girmesini yasaklamıştı. Uzun yıllar İngilizlerce yönetilmiş Hindistan’ın İngiltere ile arasında suçluların iadesi antlaşması yapması üzerine İngiltere’ye de gidemez ve nihayetinde Fransa’ya sığınma başvurusunda bulundu. Kabul edilince bu ülkeye yerleşti 1996 yılına kadar orada vatansız (heimatlos) statüsünde yaşadı.

Sürgün hayatının hüznünü ilmî çalışmalarıyla gidermeye çalışsa da rahatsızlığı ilerleyince 1996’da Amerika Birleşik Devletleri’ne giderek Florida eyaletinin Jacksonville şehrindeki akrabalarının yanına yerleşti. 17 Aralık 2002 tarihinde vefat etti.

Paris’te çatı katında bir âlim

Aslında Muhammed Hamidullah gibi bir âlimin hayatı çok basitçe tarif edilecek olursa iki nokta bütün meramı anlatır gibi görünmektedir: Mütevazı bir yaşam ve çalışma aşkı.

Yaşamına kuş bakışı bakıldığında tüm ömrünü İslam araştırmalarına adamış olan Hamidullah, bir aile bile kurmamış, günümüz insanının vazgeçilmez hak saydığı ihtiyaç ve etkinliklere bile el uzatmamıştır. Onun dünyası kütüphaneler, ilim meclisleri ve seyahatlerinden ibaret kalmıştır.

Bütün dünyanın dünyevi ışıltısıyla gözlerini kamaştıran Paris gibi bir şehirde o, küçük bir apartmanın çatı katında, tek oda denebilecek sade dairede, kendi hayatıyla ve gündelik ihtiyaçlarıyla ilgili hiç kimsenin yardımını kabul etmeden yaşamıştır.

Öyle ki ilerleyen senelerde ortaya koyduğu eserler milyonlarca insan tarafından okunmuş olmasına rağmen hayatının son dönemini ciddi bir maddi sıkıntı içinde geçirmiştir. Ortaya koyduğu eserlerin hacmi düşünülünce bunun bir çelişki olduğu akla gelebilir ama onun bütün adımlarını maddi bir beklenti olmadan ilahi rızayı eksene alarak attığı göz önüne alınırsa çok da garip bir durum olmadığı rahatlıkla görülebilir.

Çalışmaya ve üretmeye

programlı bir hayat

Muhammed Hamidullah’ın sosyal bakımdan sade hayatı yanında çalışma hayatı ise oldukça yüksek tempoluydu. Hamidullah bu bakımdan çok disiplinli ve çok çalışkan birisiydi.

Öğrencilerinin tanıklığı ışığında denilebilir ki çalışma tarzında çok titiz olan Hamidullah, çalışacağı konu üzerine iyice odaklanır ve onu birçok kaynaktan araştırarak çalışırdı. Zamanı bir kuyumcu terazisi hassasiyetinde verimli bir şekilde kullanan ve bir anını dahi israf etmeyen bir âlimdi. Örneğin çalışmaları sırasında bir eliyle tutup sayfalarını çevirdiği kitabın bölümlerini âdeta fotokopi çeker gibi hızlı bir şekilde Arapça not aldığı, öğrencileri tarafından aktarılmıştır.

Çok yönlü bir zihne sahip olan Hamidullah; Arapça, Farsça, Urduca, İngilizce, Almanca, Fransızca makale ve kitaplar yazabilecek dil kabiliyetine sahip bir ilim adamıydı. Öyle ki bu diller arasında Türkçe de vardı.

Bu çalışma sistemini ancak sıkı bir disiplinle sağladığı için harcayacak boş bir zamanı olmadığını herkes bildiğinden ziyaretine gidenler soracaklarını sorarlar ve ayrılırlardı. Kendisi davetlere pek katılan biri değildi. Ama bunun tek istisnası ilmî toplantılardı. Böyle bir toplantıya çağrılsa hemen davete icabet ederdi. Bu tutumunu da yine Müslüman bir âlimin ciddiyetiyle ve sorumluluk duygusuyla temellendirmişti. Şöyle demişti: “‘Gel, İslam’ı ve peygamberi anlat.’ diye davet geldi mi, senin reddetme lüksün yok!”

Hamidullah modern

insana ne anlattı?

İslam dünyasının ciddi krizlere girdiği ve seküler yaşam tarzının egemen olduğu bir asırda tabiri uygunsa dinin, modern hayatın müştemilatına hapsedildiği bir dönemin âlimiydi Muhammed Hamidullah. Bu nedenle o, eserlerini farklı bir tarzda kaleme aldı. Derin bilgisi dolayısıyla ele aldığı konuları oldukça basit ve anlaşılır bir tarzda yazmıştı. Eserlerinin çoğunun hedef kitlesi, İslam hakkında hiçbir bilgisi olmayanlardı.

Onun hedefi; İslami araştırmaları bir uzman ciddiyetiyle yapmak ama uzmanlığın en büyük hastalığı olan fildişi kulede hapsolup kalmaktan kurtarmaktı. Bu nedenle sadece masabaşı çalışmalarla yetinmemiş, sahaya da inerek ilmî konferanslarla bu bilginin yaygınlaşmasını arzulamıştır. Eserlerini yazarken temel derdi de budur.

Modern ve seküler bir dünyada İslamiyet’i anlatma derdini omuzlayan Hamidullah, İslam’a bütüncü bir yaklaşım geliştirmeye gayret etmişti. Peki, bunun yararı ne olacaktı?

Ona göre bir alanı derinlemesine bilen ama bütünü ıskalayan bir âlimin pratikte Müslümalara yol göstermesi çok zordu. Kendisinin uzmanlık alanı İslam Hukuku olmasına rağmen İslam Tarihi, hadis, tefsir, dil gibi diğer ilimlerde de eserler kaleme alabilmesindeki mantık budur. Böylece Hamidullah, İslam’a bir araştırma alanı olarak bütünsel yaklaşma düşüncesini elle tutulur hâle getirmiştir.

Hamidullah’ın yaklaşımıyla İslam’ı tüm boyutlarıyla anlayan Müslümanlar, onu pratiğe dökebilecekler böylece günümüz dünyasında ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel ve düşünsel süreçlere katılabileceklerdir. Aksi takdirde İslam’ı tarih bilinci içinde kavramadan, bir bütün olan İslam’ın herhangi bir sahasında yapılacak araştırmanın anakronizme düşme ihtimali yüksek olacaktır.

Bu yol takip edildiğinde hem Müslümanların halk boyutunda hem de akademik düzeyde XIX. asırda şiddetlenen ve XX. asırda zirveleşen bunalım aşılabilecektir.

İslam Peygamberi

Elbette bütün bir ömrü araştırma, çalışma ve yazmayla geçen Muhammed Hamidullah gibi ciddi bir İslam âliminin pek çok değerli eseri mevcuttur. Gerek büyük çapta eserleri gerekse kitapçık hacmindeki eserlerinin hepsi bilimsel yöntemle ve aynı ciddiyetle kaleme alınmış çalışmalardır. Ama bu eserler içerisinde birisi daha yaygın bir okumaya tabi tutulmuş ve tabiri uygunsa daha fazla kişi tarafından tutulmuştur. Bu, “İslam Peygamberi” adlı çalışmasıdır. Peki, nedir bu eserin teknik özellikleri?

Hamidullah, Hz. Peygamber’in hayatını ilk elden verilere ve kaynaklara dayanarak incelediği bu eserin üzerindeki çalışmasında bu konudaki diğer çalışmalardan farklı olarak yeni baskılarına sürekli yeni bilgiler eklemiştir. Çeşitli dillere çevrilen bu çalışmada konular bildiğimiz siyer kitaplarının aksine sistematik düzenle anlatılmıştır.

Hz. Peygamber’in hayatı hakkında yapılmış diğer çalışmalara bakıldığında Hamidullah’ın “İslam Peygamberi” çalışmasında yöntem olarak çok büyük farklılıklar hemen okuyucu tarafından hissedilebilir. Bir örnek vermek gerekirse uzun seneler üzerinde çalıştığı bu eserinde yer alan “Dünyanın İlk Yazılı Anayasası” kısmı genişletilerek ayrı basım ile neşredilmiş ve bu çalışma “Dünya Anayasa Tarihi” çalışmalarına Hamdullah’ın getirdiği yeni bir katkı olarak kaydedilmiştir. Bu bakımdan velut bir eserdir demek yanlış olmayacaktır. Peki, Hamidullah’ın bu eseri kaleme alma düşüncesi neydi?

Kendisi bu mühim eserin ortaya konuluş amacını şöyle dile getirmiştir: “İnsan hayatı iki büyük ayrım taşımaktadır: Maddi ve manevi. Bu iki alan arasında ayarlı bir denge meydana getirmek, böylesine dengeli bir hayatın yaşanan örneğini diğer insanlara vermek, şu fani insanlara hidayet yolunu göstermeye çalışan biri için herhâlde ideal bir şey olacaktır. Tarihte, hayatları taklit ve takip edilmeye değer iyi bir örnek teşkil eden çok sayıda hükümdar, âlim, veli ve diğer birçok büyük şahsiyetler görülmektedir. Vefatının üzerinden on dört asır kadar bir zaman geçmiş ve bu arada, ilim inanılmaz gelişmeler kaydetmiş ve hayatımızın şart ve durumları, anlayışları bile derin değişikliklere uğramış olduğu günümüzde, acaba niçin Muhammed aleyhi ‘s-selamın hayatını inceliyoruz? Bir Müslüman için bu sualin cevabı basittir. Hayatta o rehberin (Resulüllah) gösterdiği yol takip edilmezse Müslüman olunmaz.”

Bu ifadesiyle Hamidullah, Hz. Peygamber’in hayatını hem Batı’ya hem de Müslümanlara yeniden ama çağın ilmî metotlarını kullanarak anlatmış ve Hz. Peygamber’in rehberliğini modern insana bir kurtuluş pusulası olarak teklif etmiştir.

Geride ne bıraktı?

Muhammed Hamidullah, çalışmalarında tüm alanlardaki eserlerinde İslam’a daima bir bütün olarak bakmış ve ömrünün tamamını İslam’ı, hukuk, tefsir, tarih, hadis gibi çeşitli ilim dalları içerisinde anlamlı bir bütün olarak görmeye ve anlatmaya adamıştır. Çeşitli İslami ilimler dalında yapmış olduğu çalışmalarıyla İslamiyet’e, Müslümanlara ve insanlığa büyük hizmetlerde bulunmuştur.

Modern dünyada uzmanlaşmanın günden güne derinleştiği bir hengâmede bu derinleşmenin getirdiği dar alana sıkışıp kalma tehlikesini görerek, İslami ilimlerin birden fazla alanında yazmış olduğu eserleriyle Müslümanlara yepyeni bir yol açmış ve canlı bir saha bırakmıştır.