Makale

TARİHE ŞAHİTLİK EDEN ŞAHİDELER

TARİHE ŞAHİTLİK
EDEN ŞAHİDELER

Süreyya MERİÇ

Yahya Kemal, Madrid büyükelçiliği yaptığı sıralarda genç Türkiye’nin nüfusunu soranlara 50 milyon cevabını verir. Hâlbuki I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nın ardından ülke nüfusu ancak 14-15 milyon civarındaydı. Çanakkale’de ana kuzuları şehit düşmüş, Kurtuluş Savaşı’nda kadınıyla erkeğiyle bütün bir millet cepheye koşmuştu. Yahya Kemal’in verdiği cevap karşısında hayretlerini gizleyemeyenler “Bu nasıl olur?” dediler. Yahya Kemal ise şu izahatta bulundu: “Bunda şaşılacak ne var ki? Biz ölülerimizle birlikte yaşarız.”

Evet, biz yıllarca ölülerimizle iç içe yaşadık. Ne caminin haziresine bakan pencerelerden ürktük ne de şehrin ara sokaklarında ansızın karşımıza çıkan kabristanlardan. İstanbul, Bursa, Edirne, Konya gibi Osmanlı’nın güzide şehirlerinden Anadolu’nun ücra yerleşim birimlerine kadar durum hep böyle oldu. Mahalleden, eşraftan biri hak vaki olup da ahirete intikal ettiğinde yunup yıkandıktan sonra müsaitse en yakın hazireye, şayet intisaplıysa intisap ettiği tekkenin haziresine defnolunur, devlet erkânından, ilim adamlarından yahut din âlimlerinden biriyse misal Fatih Camii gibi selatin camilerinden birinde mahşer gününe kadar misafir olurdu. Hakkaklar, kabirlerin nişanelerine vefat edenin vasıflarını imgelerle işler, kavuklu fesli paşalar, sarıklı ulu hocalar Yahya Kemal’in de dediği gibi insanların arasında yaşamaya devam ederdi.

Hakkaklar, tarih öncesi devirlerden itibaren mezar taşlarını bezeyen taş ustalarıydı. Her bir nişane bir hikâyeyi resmederdi gören gözlere. Özellikle Türk İslam medeniyetinin yansıması olarak kiminin bağrına bir gül kondurulur, kimine ok çizilir, kimi açılmamış bir gonca taşırdı. Motifler kabirde yatan kişiye dair nahif bilgiler içerirdi. “Nişane” yahut “şahide” de denilen mezar taşının belli bölümleri vardı. Başlık bölümünde kişinin kullandığı serpuş taşa işlenir, vezirler için kallavi kavuk, daha alt memurlar için kâtibi kavuk motifleri kullanılırdı. Ayrıca fesler ve tarikat taçları da merhumun bir çeşit künyesiydi. Serlevha bölümünde Arapça veya Osmanlıca olarak Allah’ın kudreti ve bekasına işaret eden, ölümün mukadder olduğunu veciz şekilde anlatan bir cümle bulunurdu. Kimlik kısmında ise merhum hakkında bilgilere yer verilir, nerenin eşrafından yahut hangi caminin hatiplerinden olduğu gibi bilgiler sıralanırdı. Mezar taşlarının kitabeleri dua ve tarih bölümleriyle nihayete ererdi.

Elbette bunlarla sınırlı değildi nişanelerin şahitlikleri. Onlar sessiz sedasız bütün bir tarihe şahitlik ediyorlar, geçmişin zarafetini bugüne taşıyorlardı. Şahidelerde makes bulan en ufak bir ayrıntı bile toplumun kültür ve inanç dünyasından izler taşıyordu. Çeşitli motiflerle mezar taşlarını bezeyen ecdadımız semboller vasıtasıyla merhumun cennetle müjdelenmesi temennisini, teslimiyeti ve Yaradan’a duyulan sevgiyi yansıtmaktaydı. Şimdilerde mezarlıklar çoğunlukla kentlerin dışına itilmiş olsa da eski bir şehrin tarih kokan sokaklarında mütevazı bir camiye, caminin haziresinden boynunu uzatan mezar taşlarına rastlayabilir, her şeye rağmen tarihimizle bir arada yaşamanın mutluluğuna varabilirsiniz.

Mezar Taşlarındaki Zarafet

Lale: Lale motifi hat ve tezhipte olduğu üzere hakkakların elinde de Allah’ı, O’nun varlığı ve birliğini sembolize ediyordu. Şahideye işlenen lale motifinden murat Allah’a yakın olabilmekti.

Gül: Lale nasıl Allah’ı simgeliyorsa gül de iki cihan serveri Hz. Muhammed’i (s.a.s) remzediyordu. Vefat eden kişinin nişanesine işlenen gül motifi ise ya başlık kısmında taç hâlinde yahut ayak kısmında vazodan çıkan demet hâlinde işleniyordu. Gonca şeklinde resmedilen gül merhumun genç yaşta göçtüğünü haber verirdi. Daha çok kadın mezar taşları gülden taçlarla süslenir, Türk İslam medeniyetinin kadına gösterdiği hassasiyetin zarif bir temsili olurdu.

Kuş: Küçük yaşta anne babasına evlat acısını yaşatan minik yürekleri cennet kuşuna benzetmişti ecdadımız. Belki de bu yüzden onların kendileri gibi mezar taşlarına en çok kuşlar yakışırdı.

Servi: Göğe uzanan serviler Allah lafzının ilk harfi olan “elif”e benzetilmiş, mezarlıklarda boy verdiği gibi mezar taşlarında da kendine yer bulmuştu. Sık dalları ile rüzgâra karşı dirençli, hoş reçinesi ile etrafına mis kokular salan bu ağaçlar göğe, saflığa, iyiliğe, cennete yükselmenin sembolü olmuşlardı.

Servi: Göğe uzanan serviler Allah lafzının ilk harfi olan “elif”e benzetilmiş, mezarlıklarda boy verdiği gibi mezar taşlarında da kendine yer bulmuştu. Sık dalları ile rüzgâra karşı dirençli, hoş reçinesi ile etrafına mis kokular salan bu ağaçlar göğe, saflığa, iyiliğe, cennete yükselmenin sembolü olmuşlardı.