Makale

ÇOCUK EVLERİNDE ‘MÜLTECİ’ OLMAK

ÇOCUK EVLERİNDE ‘MÜLTECİ’ OLMAK
Veysel YILMAZ
Sivas Müftülüğü Şube Müdürü

Recep, şaban ve ramazan ayının manevi atmosferi girmiş, Regaip Kandili’ni idrak etmenin heyecanı sarmıştı yüreğimizi. Bu kandili camide, konferans salonlarında veya bir etkinlik alanında geçirelim diye düşünürken unuttuğumuz veya ihmal ettiğimiz bir ortam aklımıza geldi; o da onlarca çocuğumuzun kaldığı, her imkânın kendilerine sunulduğu ancak bir taraflarının hep eksik olduğu masum çocukların evi yani çocuk evleri.

Evet, çocuk evleri…

Akşam namazını kıldık ve düştük yola, gidişimizden ne çocukların haberi vardı ne de o anda orada bulunan değerli yöneticilerimizin. Sürpriz olsun dedik, çat kapı derler ya, işte öyle. Her hafta gündüz gittiğimiz ve sohbet ettiğimiz bu eve ilk defa akşam gittik. Çocuklar bizi karşılarında görünce önce şaşırdılar, daha sonra sevindiler. Hep bir ağızdan: “Hocam hoş geldiniz.” sözleri ile karşıladılar bizleri. Beş katlı, her katında üç daire bulunan ve her dairede beş veya altı çocuğun kaldığı evleri tek tek ziyaret ettik. Hayırlı kandil dileklerimizi ilettik hepsine. Kimi bu gecenin farkında olarak kimi de ilk defa “kandil” kelimesini duymuş gibi karşılık verdi bizlere. Derken bir anons yaptırdık tüm dairelere:

“Bütün çocuklar Selçuklu Evinde toplansın!”

Bu arada her evin bir ismi var: Kongre, Şems-i Sivasi, Cumhuriyet vb. Anonstan sonra bulunduğumuz salona elliye yakın çocuk geldi. Sohbete başladık. İlk olarak Kur’an-ı Kerim okuduk ve hep birlikte dua ettik. Çocukların gözlerindeki o şaşkınlık hâli artık kaybolmuştu. Aramızdaki yakınlığı biraz daha ilerletelim diye ilahi söylemeye başladık. Kimisi bildiği kadarıyla kimisi de dilimizden dökülen sözleri yakalayabildiği kadarıyla ilahiye eşlik etmeye çalıştı. Bazılarının ise bedenleri burada ama gözleri ve gönülleri farklı yerdeydi. Duygulandıkları gözlerinden sessizce akan gözyaşlarından belli oluyordu. Kim bilir, belki de geçmişinde yaşadığı acı veya tatlı bir hatırada kayboldu. Tam da bu sırada göz göze geldiğimiz bir çocuk o duygu yüklü gözlerini, masum bakışlarını kaçırdı benden. Yanıma çağırdım.

“Var mı bana söylemek istediğin bir şey?” diye sordum.

“Yok Hocam! Nedense annem geldi aklıma.” dedi. Nedense cümlesinden sonra nedenini dahi sormadım, daha doğrusu soramadım. Çünkü bu nedenin cevabı bile yoktu. Gelmiş işte… İyi ki gelmiş veya keşke gelmese idi diye düşünürken konuşamadığımı hissettim, ne denebilirdi ki? Birbirimize baktık! Ben onun hasretle bakan gözlerinde onun hayal dünyasını yakalamaya çalışırken ona söyleyeceğim hangi söz onu teskin edebilir veya hangi söz onun yüreğindeki, gönlündeki anne hasretine derman olabilir diye düşünmekten kendimi alamadım. Artık konuşmakla bir yol alamayacağımızı anladım. Susmak, kelimeleri içime dökmek ve onu hayalleri ile baş başa bırakmak daha evla olacaktır diyerek programa devam ettik.

Bir müddet sonra yatsı namazı vakti geldi, namazı hep beraber kılabileceğimizi söyledim. Abdestlerimizi alarak namaz için düzen almaya başladık. Tam namaza başlarken on iki yaşlarında, henüz çocuk evlerine geleli birkaç gün olmuş Iraklı Ali ayaklarını hafifçe kaldırarak heyecanla ve zayıf bir Türkçe ile kulağıma fısıldadı:

“Hocam ben başka bir şekilde kılacağım olur mu?” dedi.

Yine ilk defa duyduğum bir cümleydi. Ne olabilirdi ki başka bir şekil? Acaba ne demek istemişti? Nedenini hiç sormadan ve sorgulamadan biraz da gülümseyerek, “Tamam, Ali. Biz yatsı namazını kılacağız sen de istediğin şekilde kıl.” dedim.

O kadar masum o kadar samimi ve korku dolu bir hâl ile sordu ki yok Ali olur mu öyle şey diyeceğimi sanmış olsa gerek, ben tamam deyince o andaki sevinçle hemen namaza başladı. Başladığında anladım ki Ali iftitah tekbirinden sonra ellerini bağlamadı, sadece öyle gördüğü veya öyle öğrendiği için. Sırf mezhep farklılığına dayalı bir farklılıktı ancak Ali elleri bağlı olsa da olmasa da “Allah’ım ben geldim, huzurundayım, hâlimi sana arz etmeye geldim.” diyen samimi ve masum bir yüze sahipti. Ali’nin o sevinçli hâli diğer çocuklardan farklıydı, daha fazlaydı. Sanki ilk defa seviniyor gibi ya da ilk kez biri Ali’ye tamam demiş gibiydi. Vatanından ayrılmak, anne ve babanın özlemini o küçücük yüreğinde hissedemeden çocuk evlerinde misafir olmak! Yani Ali olmak, belki de Allah katında âli olmak için uzun ince bir yol mudur bilinmez.

Çocuk evlerinde yaşamak! Dahası çocuk evlerinde mülteci olmak bu olsa gerek. Yani yokluğu, hüznü, yalnızlığı ikiye katlamak; vatandan uzakta, anneden, babadan, sevgiden uzakta mülteci olmak…

Zamanın nasıl geçtiğini anlamadık, ayrılık vakti gelmişti. O anda orada nöbetçi bulunan ve aynı zamanda çocuk evleri müdür yardımcımızın;

“Hocam, iyi ki geldiniz, iyi ki varsınız bize böyle bir zamanda zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Bu kadar çocuğu aynı anda aynı yere toplamak imkânsız iken bunu sizler başardınız. Çocuklar sizi çok seviyor.” sözleri bizi ayrıca mutlu etti.

Çocuklarla tek tek kucaklaştık. Bizleri;

“Hocam yine böyle olacak mı?”

“Hocam yarın da gelecek misiniz?”

“Hocam yine kandil var mı?”

“Veysel Hocam, Murat Hocam, sizi seviyoruz.” gibi sevgi dolu sorularla uğurladılar. Duygu yüklü, anlamlı ve hatıra dolu bir kandil gecesiyle birlikte o mahzun bakışları, kendi iç dünyasına sordukları soruları ve aynı zamanda maülteci Ali misali o çocuk masumiyetini geride bırakarak oradan ayrıldık.