Makale

1950 Öncesi Yıllarda CAMİLERİN TEMİZLİK VE BAKIM

1950 Öncesi Yıllarda
CAMİLERİN TEMİZLİK
VE BAKIMI
Dr. Mehmet BULUT
DİB Başkanlık Müşaviri

Ülke olarak günümüzde cami ve mescitlerimizin temizlik ve bakımı konusunda önemli ve memnuniyeti mucip bir konuma geldiğimizi söylemeliyiz. Şehirlerimizin ulu mabetlerinden en küçük köy camilerine kadar bu sevindirici hâli her birimiz bizzat müşahede edebiliriz. Bunda halkımızın dinî ve genel kültür seviyesinin yükselmesi yanında ülkemizin sosyoekonomik ve teknolojik gelişmelerinin de katkısı olduğu kuşkusuzdur.

Evet, toplumumuzda temizlik bilinci gelişti; insanımız camiye temiz kıyafet ve çorapla gitme itiyadı kazandı. Günümüz temizlik araç ve gereçleri mabetlerimizin temizliğinde de işlerimizi bir hayli kolaylaştırdı. Yakın zamanlarda bazı belediyelerimizin camilerimizin temizlik işine el atması fevkalade önemlidir. Öte yandan gönüllü olarak kendilerini camilerin bakımına vakfetmiş insanlarımızın çabaları takdire şayandır. Ancak 1950, hatta 1980 öncesi yıllar için aynı şeyleri söyleyemiyoruz. Bilhassa geçen yüzyılın başından 1940’lı yılların sonuna kadar içtimai hayatın her alanında kendini gösteren olumsuz durum mabetlerimiz için de geçerliydi. Birinci Dünya Savaşı, ardından İstiklal Mücadelemiz… Savaşların getirdiği yokluk, kıtlık, hastalık, yeterli sayıda görevli bulunmayışı cami ve mescitlerimizin bakımsızlıktan harabe hâle gelmelerine sebep oldu. İfade etmeye çalıştığım hâli en içten ve en acıklı bir şekilde Rıza Tevfik dile getirmişti. 1914 yılında yolu Edirnekapı’daki Mihrimah Camiine düşen şair, bu tarihî abidenin harabe hâlini, şadırvanının suyunun akmadığını, pencerelerinin örümcek ağlarından ışığı içeriye sızdırmaz hâle geldiğini görünce fevkalade hüzünlenir ve o ünlü “Harab Mabed” şiirini yazar:

Vardım eşiğine yüzümü sürdüm,

Etrafını bütün dikenler almış;

Ulu mihrâbında yazılar gördüm,

Kim bilir ne mutlu zamandan kalmış?

Batan güneşlerin ölgün nigâhı,

Karartıp bırakmış o kıblegâhı;

Mazlum bir ümmetin baht-ı siyâhı

Viran kubbesine gölgeler salmış!

İslâm’ın bahtiyar bir zamânında,

Âb-ı hayat varmış şadırvanında,

Şimdi harâb olan sâyebânında,

Dem çeken kuşların ömrü azalmış!

Âyât-ı hikmet var kitâbesinde,

Bir ders-i ibret var hitâbesinde;

Bağ-ı cennet olan harâbesinde,

Tekbir sadâları artık bunalmış. (…)

Kuruluşunun henüz ikinci yılında Diyanet İşleri Reisliğinin 1925 yılı bütçesi Büyük Millet Meclisinde görüşülürken camilerin bakımsız ve harabe hâli de dile getirilmişti. Bir mebusun, “cami duvarında ‘en-nezafetü mine’l-iman’ yazılıdır; ancak sinek pisliğinden okunmaz” şeklindeki sözü, durumu özetler mahiyetteydi. Öteden beri camilerin bakım ve temizliği hayrat hademesinin görev ve sorumlulukları cümlesinden olmuştur. Camilerin ve hayrat hademesinin idaresinin gerek Diyanet İşleri Reisliği gerekse Evkaf Umum Müdürlüğünde olduğu yıllarda, bu konuda müftülük ve Evkaf müdürlüklerine zaman zaman genelgeler gönderilerek camilerin bakım ve temizliği konusunda ikazlarda bulunulmuştu. Camilerin ve cami görevlilerinin sözü edilen genel müdürlükte olduğu 1930 ve 1940’lı yıllarda tamim edilen yazılardan bir kısmı, bu yıllarda camilerin genel durumlarını ortaya koyması açısından da önemlidir. Bu yıllarda bu defa bütün dünyayı kasıp kavuran İkinci Dünya Savaşının menfi etkileri ülkemizi, hâliyle cami hizmetlerini de etkilemişti. Burada vereceğim birkaç örnek, 1950 öncesinde cami ve mescitlerimizin iç karartıcı durumunu ortaya koymaya yeterli olacaktır sanırım.

Evkaf Umum Müdürlüğünden Evkaf müdürlük ve memurluklarına gönderilen 18 Haziran 1938 tarihli bir genelgede, camilerde hiçbir tasnife tabi tutulmamış, gelişigüzel depo edilmiş, yıllar boyu toz toprak içinde kalarak yok olmaya yüz tutmuş kitap ve evrakın bulunduğunun anlaşıldığı ifade edilerek, muhtemelen aralarında kıymetli olanlarının da bulunabileceği göz önünde tutulup bu eserlerin bir an önce tasnifiyle mahiyetlerinin tespiti istenmiştir. Ayrıca bu amaçla uzmanlardan oluşturulacak komisyonlarca hazırlanacak eser listelerinin bir örneğinin Umum Müdürlüğe gönderilmesi de talep edilmiştir.

Aynı genel müdürlükten taşra teşkilatına gönderilen 17 Ekim 1938 tarihli genelgede ise bazı cami ve çevrelerinin hâlâ temiz tutulmadığı, bu cümleden olarak halı ve kilimlerin toz içinde bulunduğu, duvar ve kubbelerinde ot ve ağaçların bittiğinden söz edilerek bu durumun o mahallin vakıflar idaresi için yüz kızartıcı bir durum teşkil ettiği belirtilmiştir. Çok defa bir tahsisatı da gerektirmeyen çalışmalarla bu olumsuzlukların önemli ölçüde giderilebileceğine dikkat çekilen genelgede, bu durumun, mabetlere karşı gösterilmesi lazım gelen hürmet hisleriyle de telif ve izah olunamayacağı, bu hususta alakasızlığı ve tekâsülü görülecek hademe ve memurlar hakkında ceza uygulanabileceğinden, buna mahal kalmamak üzere, camilerin iç ve dışlarının son derece temiz ve muntazam bir durumda bulundurulması istenmiştir.

Vakıflar müdürlük ve memurluklarına gönderilen 28 Haziran 1943 tarihli genelgede, memlekette görülmekte olan tifüs salgınına karşı cami ve mescitlerin temizliğine biraz daha itina gösterilmesi, bu çerçevede cami sergi ve zeminlerinin usulüne uygun temizlenmesi, dezenfekte edilmesi, ayrıca cami hizmetlilerinin vücut ve elbise temizliklerine daha fazla özen göstermeleri istenmiştir. Zemini ahşap olan camilerdeki halı ve kilimlerin toplanması, ahşap zeminin temizlenerek bir süre namazların bu tahtalar üzerinde kılınması, toplanan halı ve kilimlerin naftalinlenerek kimsenin girmediği kapalı yerlerde muhafaza edilmesi talep edilmiştir. Şu talep de ilginç olmalıdır: “Birçok yersiz ve yurtsuz kimselerin camilerin müştemilatında geceledikleri ve bu yüzden halı ve kilimlerin bitlendiği fikri ileri sürülmekte bulunduğundan yatmak üzere cami ve mescitlere ve müştemilatlarına hariçten herhangi bir kimsenin girmesine müsaade eden hayrat hademelerinin Hademe Encümeni kararıyla hemen vazifelerine son verilerek evraklarının gönderilmesi (…).” Bu genelgeye ek olmak üzere gönderilen 16 Kasım 1943 tarihli genelgede ise camilerden toplanan sergilerin kış mevsimi dolayısıyla tekrar serilmesi ancak bitlenmeye karşı daha sıkı tedbirlerin alınması istenmiştir.

İkinci Dünya Savaşı yıllarında Dâhiliye Vekâletinden Vakıflar Umum Müdürlüğüne gönderilen 3 Temmuz 1940 tarihli ve 78043/1 sayılı yazıda, muhtemel hava taarruzuna karşı tarihî ve mimari kıymeti haiz cami minarelerinin korunması için tedbir alınması, bu cümleden olarak minarelerin yıkılmalarını engellemek maksadıyla minare kaidelerinin kum torbalarıyla muhafaza altına alınması talep edilmişti.

Vakıflar Genel Müdürlüğünce 1949 yılında camilere yardım kasaları konulması uygulaması başlatılmış, bu kasalarda toplanacak paraların camilerin bakım ve onarımında önemli bir kaynak oluşturabileceği düşünülmüştü.

Devlet, özellikle 1935-1940 yıllarında tarihî ve mimari değeri haiz eserlerin bakım ve tamiri için bütçeye önemli ödenekler ayırmıştı. Ödeneklerden bir kısmı da bilhassa tarihî ve sanat değeri taşıyan camilerin tamir ve bakımı için kullanılmış, bir kısım tarihî camiler bu ödeneklerle restore edilmiştir. Vakıflar Umum Müdürlüğünce 1943’te yayımlanan “Yirminci Cumhuriyet Yılında Vakıflar” adlı kitapçıkta 1943 yılı itibarıyla Türkiye genelinde şehir ve kasabalarda 3456 cami bulunduğu ve bunlardan 1000 kadarının tarihî ve mimari kıymeti haiz bulunduğu belirtilmiştir. Tamiri tamamlanan camiler arasında İstanbul’da Mesih Paşa, Mahmut Paşa, Sultan Selim ve Sultan Ahmet; Ankara’da ise Hacı Bayram ve Cenabı Ahmet Camileri vardır. Tamiri devam edenler arasında da İstanbul’da Süleymaniye ve Yeni Cami, Yozgat’ta Çapanoğlu, Diyarbakır’da Behram Paşa Camileri bulunmaktadır. Sözü edilen kitapta kısmi surette tamire muhtaç oldukları tespit edilerek henüz tamirlerine başlanmayan camilerle bunların keşif bedellerinin miktarı da bir liste hâlinde gösterilmiştir. Bu listede Türkiye’nin hemen her şehrinden camiler bulunmaktadır.

1950’de camilerin ve cami görevlilerinin idaresi Diyanet İşleri Başkanlığına iade edilince, Başkan A. Hamdi Akseki derhal harekete geçmiş, bu cümleden olarak teşkilata 18 Nisan 1950 tarihini taşıyan bir genelge yayınlayarak ülke genelinde bütün cami ve mescitlerin temizlik ve bakımı konusunda bir seferberlik başlatmıştır. Akseki, kendilerini “camilerimizin lâhûtî ve nûrânî sinesine vakfeyleyen bahtiyar ve mübeccel bir zümre” olarak nitelediği cami görevlilerinden, “Her biri birer beytullah olan mescitlerimizi ve camilerimizi intizam ve nezafetin canlı bir numunesi” hâline getirmelerini talep etmişti. Akseki’ye göre, “Beytullaha bekçilik yapmak, onun temizliğini üzerine almak” gibi şerefli bir vazifeyi seve seve yapmayacak bir hayrat hademesi düşünülemez. Binaenaleyh, ülke genelinde bütün cami ve mescitlerin esaslı bir temizliğinin yapılması sağlanmalıdır.

Genelgede yapılacak temizlik işleri maddeler hâlinde ayrıntılı olarak sıralanmıştı. Buna göre, minber üstü hücrelerdeki kâğıt parçaları ve paçavralar, minberlerin alt kısımlarındaki teneke, kap kaçak döküntüleri ve benzerleri şeyler kaldırılacaktır. Mihrap ve şamdanlar temizlenecek ve daima temiz tutulacaktır. Pencere boşluklarına ayakkabıların konulması engellenecektir. Camilerde, camiye ait olmayan hiçbir eşya bulundurulmayacaktır. Müftü, vaiz, imam ve hatipler cami temizliği ve camilerin temiz tutulması konusunda halkımızı daima irşat edeceklerdir. Müslümanlığın temizliğe verdiği önem her fırsatta belirtilecek, her türlü kötü hastalığın sebebinin pislik olduğu; beden temizliği, ev bark temizliği, üst baş temizliği, hele camilere gidecek olanların etrafındakileri tiksindirecek her şeyden temizlenmeleri mevzuu üzerinde ısrarla durulacaktır. Camiye, cuma namazına gidecek olan bir bakkal, bir kasap kirli elbiselerini sırtından ve bir amele kirli çoraplarını ayağından çıkarıp temiz elbise ve temiz çorapla gitmeyi esaslı vazifelerinden sayabilecek hâle gelinceye kadar bu mevzu sık sık tekrarlanacaktır. Kirli, kokar elbise ve çoraplarla yanındakileri tiksindirme ve rahatsız etmenin doğru olmadığı yumuşak bir dille ve gönül kırmadan halka anlatılacak, Peygamberimizin ve ashabın hayatlarından bu yolda numuneler verilecektir. Vaizler ile imamet ve hitabet hizmetleri esnasında cami görevlilerinin giydikleri sarık ve cübbeler gayet temiz ve muntazam olacaktır; cübbe ve sarıklar namazdan sonra temiz ve kapalı bir yerde muhafaza edilecek, kesinlikle gelişigüzel yerlere bırakılmayacaktır.

Malum olduğu üzere mabetlerin imarı iki nevidir. Biri fiziki imarıdır ki yazımın başında bu konuda önemli bir mesafe kat ettiğimizi ifade etmiştim. İkincisi manevi imarıdır ki bu, cami cemaatinin irşadı, onlara sahih dinî bilginin kazandırılmasıyla gerçekleştirilebilmektedir. İşbu ikinci tür imar, her daim artırılarak sürdürülecektir.