Makale

DUANIN FAYDASI NEDİR?

DUANIN FAYDASI NEDİR?

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

Dualar zihin algımızdan başka reelde bir şeyi değiştiriyor mu? Duanın hayatımızdaki yeri nedir, bize ne fayda sağlamaktadır?

İnsanoğlunun fayda zarar hesabı yaratılışından beri devam edegelmektedir. Bunda haksız da değildir. Dünya bir yarış meydanı, kazanma kaybetme alanıdır. Bu yüzden insan kazanmayı isterken kaybetmekten korkar. Başarı ve kazanmanın sonrasında eline geçen şeyler somut veya soyut da olsa bir fayda sağlamakta, hayatı kolaylaşmakta veya insanlar nezdinde itibarını artırmaktadır.

Hocam ben dua demiştim siz kazanma kaybetmeye takıldınız.

Oraya geliyoruz güzel kardeşim! Dua niçin edilir, neden ona bel bağlanır, hatta neden kurtuluş kapısı görülür?

Sormak istediğim tam da bunlar.

İşte bu soruların cevabı yukarıda söylediğimiz zarar kâr, kazanma kaybetme gibi hususlarla doğrudan irtibatlı.

Nasıl yani?

İnsanlar dünyada güzel ve rahat bir hayat yaşamak isterler; dindarlar ise ilave olarak ahirette ebedî mutluluk. Anadolu insanı ne güzel demiş “Dünyada mekân, ahirette iman.” Mekân, yaşanılan yerdir; evdir, işyeridir, mahalledir, şehirdir, ülkedir… Bunlar güzelse hayat güzeldir, kötüyse hayat çekilmezdir.

Ahirette iman ne anlama geliyor?

İman da ahirette ebedî mutluluğa ermenin ve cennete girmenin ön şartıdır. İmanın varsa girersin, yoksa kapıda kalırsın. İnsanın bütün çabası bu iki hedefi gerçekleştirmektir. İnsan bunları gerçekleştirebilecek kabiliyette yaratılmıştır. Ona akıl, irade ve güç verilmiş, bütün evren istifadesine sunulmuştur. Öyleyse kendinde bulunan kabiliyetleri kullanan insan, maddi ve manevi çevresinden istifade ederek hayatını güzel ve rahat kılabilir. Bunların yanı sıra Allah’ın bildirdiği ilke ve kuralları gözetir ve gereğini yerine getirirse ebedî ahiret mutluluğunu kazanır.

Öyleyse duaya gerek yok.

Bu kadar aceleci olmamak, hemen hüküm vermemek lazım. Yukarıda sayılan bütün hususlara sahip olan bazı insanların başarısız oldukları da bir gerçek. O zaman bu başarısızlığın altındaki nedeni iyi tespit etmek lazım. Söz gelimi dünyanın en gelişmiş silahlarına sahip olan ve sayısal çoklukları bulunan orduların psikolojik motivasyonları düşük ve cesaretleri kırık ise savaşı kazanmaları mümkün değildir. Örneğin düşmanlarının üçte biri kadar olan ve savaş araç gereçleri yeterli olmayan Müslümanların Bedir’de zafer kazanmaları, yine üç yüz kişilik Talut askerlerinin Calut’un koca ordusunu yenmeleri, küçük bir Osmanlı beyliğinin koca Bizans’ı dize getirmesi gibi örnekler tarihte çoktur. Bu tür gelişmelerin iş ve öğrenim hayatında da epeyce örnekleri bulunmaktadır. Kısıtlı imkâna rağmen inanmış ve azmetmiş birçok kişi, eğitim ve çalışma hayatında başarılı işler çıkartabilmektedir.

Demek ki başarıda psikoloji önemli.

Tam da öyle. Psikolojisi yüksek olan kişilerin başarı katsayısı katlanır. İşte burada bir sorun var: Bu güçlü psikoloji yani dayanıklı ve atılgan ruh hâli nasıl elde edilecek ve sürdürülecektir? Bu güçlü ruh hâlinin elde edilmesinin kişinin kendisiyle sınırlı olduğunu düşünmek yanıltıcı olur. Hatta bazen zararlı sonuçlar doğurur. Kör cesaret dediğimiz şey budur. Bunun aşırısı zararlıdır. Öyleyse kişiye güçlü ruh hâli yani öz güven kazandırırken iki şeye dikkat etmek lazım: bilgi altyapısı ve yalnız olmadığı duygusu. Bilgi altyapısı kişinin bir işe kalkıştığında ne yaptığını, nereye varacağını ve nasıl bir sonuç elde edeceğini bilmesi veya en azından buna dair planlama yapmış olmasıdır.

Yalnız olmama duygusu nasıl olacak?

Yalnız olmadığı duygusu, kişiye motivasyon sağlayan en önemli husustur. İnsan doğuştan sosyal bir varlık olarak dünyaya gelir ve sosyal bir çevrede yetişir. Doğumunda ve yetişmesinde olduğu gibi insan, hayatı boyunca sürekli dış desteğe muhtaç bir varlıktır. Toplum içinde bile kendisini yalnız hissettiğinde hem motivasyonu düşer hem de yaşama istek ve kararlılığı kaybolur. İntiharların altında yatan nedenlerin başında bu gelir. Yalnızlaştırılmak, yalnız kaldığı duygusuna kapılmak, yalnız kalacağını ve terk edileceğini hissetmek insanı ruhen çökertir. İnsanın kazanması, başarması ve itibar elde etmesi sadece kendisi için değil aynı zamanda başta ailesi ve arkadaşları olmak üzere bütün bir çevresi içindir. Çünkü insan çevresiyle birlikte mutlu olur ve huzur bulur. İnsanların başarılarını çevresiyle kutlaması, belli günler için etkinlikler düzenlemesi yalnız olmadığının önemli göstergeleridir. Bu durum, zorluk zamanlarında daha bir önem kazanır. Dara düşen insan en yakınlarına koşar, yardım ister veya en azından bir teselli arar. Bu yüzden bir gelenek olarak sıkıntıya düşmüş, hastalanmış veya kaybetmiş insanlar ziyaret edilir; yanında bulunulup geçmiş olsun dilekleri iletilir. Böylece yalnız olmadıkları onlara hissettirilir.

Duaya gelsek hocam.

Oraya geliyoruz da... Yolunu yapmadan ev yapılmaz, toprağı kazmadan su bulunmaz. Dua, saydığımız hususlarda en önemli motivasyon aracıdır. Ne demiştik, insan yalnız kalamaz ve yalnız yaşayamaz. Ama bazen öyle olur ki insan yalnız kalabilir veya hiç kimseden yardım alamayacak duruma düşebilir. Bu durumda tek sığınacak yer kalır, o da Rabbi. Kalbiyle, gönlüyle ve bütün bedeniyle O’na yönelir. Yolunu kaybetmiş, eşinden, ailesinden ayrılmış, denizin ortasında fırtınaya yakalanmış, bindiği uçak türbülansa girmiş insanlar tam bu hâli yaşarlar. İşte böylesi durumda insanın yapacağı tek şey Rabbine yönelmek, yalvarmak ve yakarmaktır. Bunu yapamayan insanlar ise paniklerler, bağırıp çağırırlar, hatta saldırganlaşırlar; çünkü bilinçli hareket edemezler, sabır gösteremezler, çıkış yolu düşünemezler.

Peki, sadece zor durumdaki insanlara mı dua lazım?

Zor durumdakilerin hâli, normal durumdaki insanın nasıl olması gerektiğinin göstergesidir. Aksi davranış, samimiyetsizlik ve tutarsızlıktır. Bu yüzden Kur’an’da böyle davranan insanlar şiddetle kınanır. Hâlbuki normal hayatında Rabbini tanıyan, kendisini her an ve her yerde gördüğünü ve duyduğunu bilen kişi duasını yapar, sabırlı davranır, sükûnet içinde neler yapması gerektiğine yoğunlaşır; hatta etrafını sakinleştirir ve çözüm yolları üretir. Çünkü sabır Rahmet Peygamberinin dediği gibi “… zorluk ve sıkıntının ilk vurgun anında olmalıdır.” (Buhari, Cenaiz, 31.)

Öyleyse dua her an ve her yerde lazım.

Doğru. Çünkü dua insanın kendisini bilmesi, içsel ve çevresel imkânlarının farkına varması ve en nihayetinde Rabbini bilmesidir. Eğer normal şartlarda böyle olmazsa insan, zor şartlarda paniğe kapılır ve şoka girer. Kendisini ve çevresini bilmesi, doğumundan yetişmesine anne babaya ihtiyaç duyduğunun ve sosyal bir çevrede yaşamak zorunda olduğunun farkına varmasıdır. Yaratıcısını bilmesi ise başta kendisi olmak üzere bütün bir kâinatın Yüce Allah tarafından yaratıldığının bilincinde olmasıdır. Dua bu bilincin tezahürüdür. Dua ile insan Rabbini bilir ve asla yalnız olmadığını anlar; her şeyi yaratan O olduğuna göre ihtiyaçlarını O’ndan ister ve dileklerini O’na iletir. İnsan çoğu zaman aile ve iş hayatında yaptığı duaların ne kadar faydasını gördüğünün farkına varamaz. Ancak zor durumda kaldığında ve başarısızlık durumunda bunu anlar.

Peki, duanın ahirete ne faydası var?

Ahiret zaten dünyadan bağımsız düşünülemez. O yüzden Yüce Allah “hem ahiretin hem de dünyanın hayrı için dua edilmesini” buyurmuştur. (Bakara, 2/201.) Dua kişinin kendisini ve Rabbini bilmesi olunca, bu bilinçle dünya için yapılan duaların ahirete de doğrudan etkisi söz konusudur. Fatiha suresinde “Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım dileriz.” derken dünya ahiret ayrımı yapmayız. Dünyada Müslümanca yaşayan, ahirette ebedî kurtuluşa ve mutluluğa erişir zaten.