Makale

NEREDESİN?

NEREDESİN?

Mustafa ÇUHADAR
DİB Radyo ve Televizyon Daire Başkanı

Neredesin? Bu soruya cevap vermek eskisi kadar kolay değil. Çünkü mekânın, iletişim teknolojileri vesilesiyle fiziksel olarak varlık gösterdiğimiz alanın ötesine taşındığı bir dönemde yaşıyoruz. Bu bakımdan “başka” mekânların “içinde” yaşadığımızı söyleyebiliriz.

Bir televizyon kanalını izlerken söz gelimi, fiziksel olarak bir mekânı kapladığımız hâlde zihinsel olarak “başka” bir mekânda bulunuruz, tıpkı roman okurken ana karakterin gezdiği sokaklarda dolaştığımız gibi. Ancak bir farkla ki dijital mecralar başta olmak üzere bu nevzuhur mekânlarda dolaşma ritmimiz, romanlara oranla daha hızlıdır. Dijitalliğin egemen biçime dönüştüğü iletişim teknolojilerindeki tahayyül sınırlarımız romanlardakiyle kıyaslanamayacak ölçüde dar ve keskindir. Bütün metinler (görsel, işitsel vb.) hayal etmeye dahi zaman vermeyecek hızlılıkta akar. Radyo, televizyon, bilgisayar, mobil telefonlar ile bu aygıtlara uyarlanmış mecralar, olabildiğince hızlı olmayı icbar eder. Biz de kendimizi hızlı bağlantılar kurmak zorunda hissederiz. Gecikmenin bu dünyada yeri yoktur. Bu nedenle bir kişiye/bilgiye ulaşmak, nerede olursa olsun, hızla erişmek anlamına gelir. Bir bilgiye ulaşmak istediğimizde ana güzergâhımız kütüphane yolu değil de arama motorlarıysa durumu daha iyi anlayabilir, mekânın böylelikle eskisi kadar kıymetiharbiyesi de bulunmadığını ifade edebiliriz.

İnsanın mekânı aşma arzusu, esasında bugüne özgü bir mesele değildir ve bu arzuya ulaşmada iletişim teknolojileri belirleyici bir faktör olagelmiştir. 1840’lara kadar enformasyon akışı ancak insanların beraberlerinde götürebileceği hızlılıktadır; fakat elektriği iletişimin hizmetine sokan Morse’un bulduğu telgraf, enformasyonun sınırlarını ortadan kaldırmıştır. Telgrafın bir gazete tarafından kullanılmasının ilk bilinen örneği, mekân algısındaki değişimi göstermesi açısından hatıra getirilebilir: Baltimore-Patriot gazetesi, Morse’un telgraf hattını kullanarak, okurlarına bir haberi, enformasyonu ulaştırmış ve haberini şu açıklamayla bitirmişti: “… bundan böyle Washington haberlerini okurlarımıza iki saat içinde iletecek durumdayız. Bu gerçekten de mekân sorununun ortadan kalkmasıdır.” (Neil Postman, Televizyon Öldüren Eğlence, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, s. 78-89.) Sahiden de gazetenin ifade ettiği gibi oldu. İnsanoğlu, iletişimdeki engellerden biri olarak telakki edilen mekân problemini aşmayı başarmıştı. Buna bağlı olarak telgraftan internete gelene dek (1850-1950), iletişim teknolojilerinin seyrinde mekân, toplumsal değişimin merkezî sorunlarından biri olmuştu.

David Morley’in “iletişim coğrafyası” kavramını bu bağlamda dile getirmekte fayda var. Zira ona göre yeni teknolojik biçimlerin sonucunda bilgi ve iletişim araçlarında önemli dönüşümler yaşıyor; bilgi ve görüntü mekânlarının yeniden yapılandığına ve yeni bir iletişim coğrafyasının üretildiğine tanık oluyoruz. Böylelikle yer ve mekân duyularımız önemli ölçüde yeniden şekilleniyor. İnsanların yer değiştirme örüntüleri, kültürlerin, mal ve bilgilerin bir yerden başka bir yere akışı esnasında artık fiziksel engeller, ulusların ya da toplulukların “doğal sınırları” o kadar belirleyici bir unsur değildir. (David Morley, Kimlik Mekânları, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, s. 17.)

Gerçekten bugün, uzaydan dünyadaki istasyonla yaptığı görüntülü bağlantı esnasında astronotun mekânı neresidir? Sadece görsel ve işitsel olarak bulunsa bile hem dünyadaki istasyonda varlık gösterir hem de uzay boşluğundaki mekiğin içinde. Eğitim için şehir değiştirmek zaruri midir? Online eğitimdeki aktörlerin mekânı neresidir? Bilgisayarının başında ders almak isteyen kişi, hem odasındadır hem de sınıf ortamında; ona dersi anlatan öğretmen hem odasındadır hem de o odadan çok uzakta bulunan sınıfta. Bunun anlamı şudur: Günümüzde insan, fiziksel varlığının yanı sıra bit ve bytelardan müteşekkil varlığıyla da bir mekânda yaşıyor. İnternet erişimiyle varlık gösteren; bir tıkla var olup bir tıkla kaybolan bir varlık. Bir tık kadar yakın ve bir tık kadar uzaktayız yani.

Alışveriş için mekân değiştirmeye ihtiyacımız yok. Uzaya fırlatılan mekiğin takip ettiği yolu anbean görmek için odamızın köşesinden ayrılmak zorunda da değiliz. Sadece bir bağlantı yeterli. Mekân ile bağlantı arasındaki ilişkiyi daha açık bir şekilde sergileyen misaller var: Örneğin Amerikan Basketbol Ligi’nde (NBA) gerçekleştirilen uygulama.

Bilindiği gibi basketbol sahaları bilhassa Amerika’da müsabakaların yapıldığı zamanlarda izleyicilerle dolardı. Bu mekânların dışında, canlı olarak televizyon kanallarından ya da internetten bu müsabakaları seyretmek de mümkündü. Salgın süreci, izleyicisiz sahaları ortaya çıkardı. Ancak NBA, bu “seyretme” davranışını farklı bir noktaya taşıdı ve basketbol müsabakalarını izlemek; izlemekle de kalmayıp dijital olarak sahalarda varlık göstermek isteyen sporseverlere bir imkân sundu. Bunun neticesinde, izleyiciler ekran başında maçı izlerken onların sanal görüntüleri de sahadaki yerini aldı; uzakta olmalarına rağmen onların duyguları, heyecanları, sevinçleri anlık olarak sahaya yansıtıldı. Bilimkurgu filmlerindeki gibi değil mi?

Mekân değiştirmeden yapılabilecek etkinlikleri sıralasak herhâlde listenin sonunu getiremeyiz. Ancak bu belirttiklerimiz dışında, haberlere de yansıyan “tele-tıp” uygulamaları, sanırım en açık örnekler arasında bulunmaktadır. Geçtiğimiz yıl Çin’de bir doktor tarafından 5G teknolojisi kullanılarak uzakta bulunan bir hayvanın ameliyatı gerçekleştirilmişti. Daha sonra aynı ülke sınırlarındaki Pekin’den 3 bin kilometre uzaklıktaki bir insanın beyin ameliyatı yapıldı. Bu ameliyat, “ilk uzaktan beyin ameliyatı” olarak yansıtıldı. NASA tarafından geliştirilerek “da Vinci®” ismi verilen robotik cerrahi sistemiyse uzaydaki astronotun ameliyat edilmesine ihtiyaç duyulması hâlinde dünyadaki cerrahın müdahale etmesine imkân vermek üzere tasarlandı. Bu misallerden hareketle insanın iletişim teknolojileriyle mekânı aşma gayretini hem yeryüzünde hem de gökyüzünde sürdürdüğünü söyleyebiliriz.

Kuşak çalışmalarıyla bilinen David ve Jonah Stillman bu meseleyi, yani fiziksel ile dijitalin iç içe geçtiği bir dünyayı tanımlamak için “fijital” kelimesini kullanıyorlar. Onlara göre son kuşak (Z Kuşağı) teknolojideki hızlı ilerlemeler nedeniyle fiziksel ile dijital arasındaki bariyerlerin kalktığı bir dünyada yaşamaktadır. (David Stillman ve Jonah Stillman, İşte Z Kuşağı, İKÜ Yayınevi, s. 7, 53.)

İletişim teknolojilerinin kullanımıyla hayatımıza yerleşen bu durum, bir yönüyle “gerçek” ile “sembolik temsil” arasındaki geçişkenliğin göstergesidir. Bilgisayar dolayımlı iletişimin yaygınlık kazanmasıyla birlikte yeni bir gerçeklik düzeyinden söz edilmektedir. “Orada” veya “orada değil” duygusu esas olarak teknolojinin, insanın zaman ve mekânla olan ilişkisini giderek mesafelendirmesinden, yani görme sınırlarını giderek genişletmesinden kaynaklanmaktadır. (Nifüler Timisi, Sanallığın Gerçekliği: İnternetİn Kimlik ve Topluluk Alanlarına Girişi, İnternet, Toplum ve Kültür içinde, Ankara, Epos Yayınları, s. 89-90.) Dolayısıyla bir toplantıya online olarak katılmak, orada bulunmamak anlamı taşımıyor artık. Çünkü insan, tele-mevcudiyetiyle yeni mekânlarda arzıendam ediyor.

Chayko’ya göre insanlar dijital alanlara girip çıktıkça ve diğerlerinin gerçekten “orada” olduğu hissini duymaya başladıkça bireysel ve kolektif olarak tekrar ve tekrar şekillendirilirler. Bu süreçte, dijital ortamlara biçim, doku, şekil, derinlik, detay, özlüce “gerçeklik” verilir. Çevrim içi bağlandığımızda, bağlandığımız kişiler sıklıkla “gerçekten orada” gibi algılanır. (Mary Chayko, Süper Bağlantılı İnternet, Dijital Medya ve Tekno-Sosyal Hayat, İstanbul, Der Yayınları, s. 55-57.)

İşte bu nedenlerle, “Neredesin?” sorusuna cevap vermek geçmişe kıyasla daha zor. Çünkü hız, yeni mecralarımızın omurgasıdır ve fiziksel mekânların bağlayıcı hükmünü dikkate almamaktadır. Böylelikle dijital varlıklarımız, fiziksel varlıklarımıza hızlı olmayı ve mekânı aşmayı dayatmaktadır. Anlık mesajlaşma uygulamaları vasıtasıyla size ulaşmak isteyen çocuğunuz, cevap vermediğiniz takdirde bir dakika sonra kızgın bir emojiyle “Neredesin anneeee/babaaaa?” mesajını gönderiyorsa mekânınızı değil, neden hızlı geri dönüş yapmadığınızı öğrenmek istiyordur; işgal ettiğiniz fiziksel mekânın bir önemi/bağlayıcılığı yoktur.

Daha açık bir örnek verelim: Yanıbaşınızdaki çocuğunuz, Youtube’da video seyrederken ona “Neredesin?” diye sorsanız eminim “Evdeyim.”, “Koltuktayım.” veya “Salondayım.” değil, “Youtube’dayım.” cevabını verecektir, fiziksel mekânı dikkate almaksızın.

Sonuç olarak bu yaşanmışlıkların çeşitliliği, bireysel ve toplumsal değişim hakkında fikir verebilir. Yarının dünyasında mekân, iletişim teknolojilerinin imkân ve sınırlarıyla çevrelenmiş mecralardır. Bu mecraları doğru okumak, yarının dünyasına doğru adımlar atmak için zarurettir vesselam.